APOCU MİLİTAN KİŞİLİK(29.BÖLÜM)
DÖNÜŞÜM FETHEDİCİ TARZLA GERÇEKLEŞTİRİLİR
Düşmandan daha çok kendimizle, birbirimizle kavgalıyız. Eğer kendimi ihmal etmiş, kendimi oldukça yetersiz bir konumda tutmuş olsaydım daha değişik hareket eder ve öncelikle kendimle uğraşırdım, sizlerle ilgilenme gereği de duymazdım. Ama işler öyle bir noktaya gelmiş ki, sizlerle uğraşmak gerekiyor. Uğraşma; işin öznesi durumunda olanlar açısından anlayabilme, çok ihtiyaç duydukları hususları özümseyebilme, tam da bu anlamda iyi bir eğitimi yaşayabilmedir. Bunun gereği kadar çok arzulu bir talibi olma durumunuz olsaydı hayli yerinde olurdu, o zaman müthiş uğraşırdık, öyle de yapıyoruz. Neden güçlü çıkışlarla gelemiyorsunuz? Bunu bir yere kadar anlayışla karşılıyoruz. Kürt gerçeğinde hali hazırda PKK ile geliştirilmek istenen buluşma, dönüştürme, değişik bir biçimde kendini gösteriyor. Kendimi hatırlıyorum; iyi bir geleneksel terbiyeye gelmiyordum, ondan kaçıyordum, hatta çok erken yaşlarda bile onu ciddiye almıyordum. Ama daha sonraları, çok sınırlı bir konunun bile anlaşılması, ciddiye alınması gerektiğini gördüğümde en vakur bir davranışla, en candan bir dinleyişle tavrımı sergiliyordum. Gerekirse öğretmenlerimden alıyordum. Çünkü onlar hayatta hemen her şeydir; düşman da öğretir, dost da öğretir, dağ da öğretir, kuş da öğretir, yılan da öğretir. Büyük bir önemle çıkardığımız sonuçlarla yaşam pratiğimizi geliştiriyorduk.
Daha sonraki süreçlerden bahsetmiyorum. Abeceyi öğrenmeden tutalım bugün uluslararası alanı bile iyi kavrayıp hak için, adalet için, doğruluk için sonuç çıkarmada zorlanmayacak kadar bir anlayış sahibi olmakta güçlük çekmiyoruz. Yine davranışlarımızın dostun da, düşmanın da hafife alamayacağı, saygıyla karşılayacağı düzeyde olduğunu da rahatlıkla belirtebiliriz. Kısaca, kusur bu işin karar, sorumluluk kaynağında değil. Başlangıç için belki fazla yeterliliklerden bahsetmeyebiliriz, ama şimdi öyle değildir. Buna rağmen anlatamıyorum veya anlatıyoruz da siz anlamıyorsunuz. Sınıf mücadelesi yalnız eğitimle başarılamaz, ulusal kurtuluş yalnız bir eğitim sorunu değildir, ama çok açık ki, eğitimle de alınacak çok şey var. Hatta eğitimle mutlaka başlatılması gereken işler vardır. Örneğin; işin sağlam bir fikri, diğer bir ifadeyle ideolojisi, istemi, morali olmadan tek bir adım bile atılamaz veya atılması kendiliğindendir. Bu da özellikle ciddi savaşımlarda, mücadelelerde beraberinde büyük sakıncalar getirir. Bu nedenle bende hakim olan moral ve ideolojik yön olağanüstü boyutlardadır. İlk günlerden, hatta kendimi tanıdığımdan beri bu böyledir. Beraberinde belli bir moral etkeni taşımayan, yine bir fikri esas almayan herhangi bir adım attığımı düşünemiyorum. Bütün yaşam süreçlerinde ve sadece PKK adına mücadeleye geçtiğimizde değil, yaşamın daha önceki yıllarında da, atılan hemen her adımın moral, istek veya tepkisi biçiminde olsun, bir psikolojisi, bir fikri, bir amacı olacak ki, adım atıp bir yere gidebileyim. Bu, halen de yoğunlaşarak sürüp gidiyor. Bunu sizlere uyguladığımızda; paramparça olmuş kişilikler, yerle bir olmuş moraller, bitirilen, yoksun, her türlü hal, hareketlere veya alabildiğine durgunluklara, tüm bunları kendine layık görmelere bol bol rastlamamak mümkün değildir. Şüphesiz bu durumlar köle insanın; bastırılmış, kurtuluşa sağlam başlangıç yapmamış insanın hal, hareketleri, düşünce veya düşüncesizliğidir. Böyle bir psikoloji, moral düzeyi oluşmuş; böyle bir düşüncesizlik, ideolojiden yoksun bir halk ve toplumsal gerçekliği dayatılmış, yaşatılmıştır. İnsan bunu ne kadar aşabilir? Kaldı ki bunu aşma, ancak onun devrimci çıkışıyla mümkündür.
Bunların niçin vurguluyorum? Daha da somutlaştırırsak; günlük gelişmeleri izleyip bunların bendeki yansımalarına açıklık getirmek ve bu vesileyle sizlere bir şeyler açıklayabilmek için belirtiyorum. Mücadelemizin hemen her sahadaki çok önemli eğitim sorunlarına çözüm getirmeye çalışıyoruz. Bunun için zaman tanımıyorum, çünkü bana göre ilk adımlar biraz eğitimle başlar. Bu işi daha da yoğunlaştırıp olası pratikler için yeterli hale gelebilmeye fırsatı değerlendirme biçiminde bir yaklaşımla oldukça önem veriyoruz. Bir bakıyorsun, ağızlarından çıkan ilk sözcükler daha yeni başladığı biçiminde oluyor. Kaldı ki bu işin bir numaralı sorumlularının bile kendilerini ne kadar eğitime verdikleri veya en azından bu işin özüne anlam verip vermedikleri tartışmalıdır. Öyle olmasaydı, bu tip ertelemecilikler, eğitimle alınması gerekenin çok gerisinde, hatta belki de kafa karışıklığını geliştirme biçiminde yaklaşımlar bu kadar etkili olmazdı. Bir halk ordusunun, hatta halk isyanın savaş gücü gerek moral açısından gerekse de düşünsel açıdan olsun bu kadar dağınık olamaz; kendi savaşım tarzı hakkında, kendi imkanları, olanakları hakkında, kendi taktiği hakkında bu kadar yanlışlıkları yapamaz. Alınan haberlere bakalım; kesin perspektifler var, ülke sathında nasıl hareket edileceğine dair verilen talimatlar var. Günlük bilanço ise ovada, köyde nasıl çatıştıkları, kaç köylünün silahlarıyla birlikte ele geçtiği, kaç kişinin yakalandığı biçimindedir. Hepsi kendi geriliğinin, kendi kuralsızlığının, kendi taktik tarzının dışına çıkmanın kurbanı; ucuzca kaybetmenin, kendisiyle birlikte çok kutsal değerleri kaybetmenin zavallıca ifadesi. Bazen kendi kendime, bu adama yanmıyorum, üzerindeki silaha yanıyorum diyorum. Çünkü bana göre, öyle ölünmemesi gerekir. Ölümün bile kabul edilir bir biçimi vardır. Kabul edilmez biçimde ölümler de vardır. Mutlaka onun fikri ve morali bozuktur, yetersizdir ki, öyle ölmüştür veya öyle bir ölümü kendisine layık görmüştür.
PKK olayında hiç kimsenin benim kadar zorlukları yaşadığını sanmıyorum. Ama hiçbir dönemde, hiçbir saniyem de dahil, bu arkadaşların içine düştüğü duruma benzer bir anı yaşadığımı sanmıyorum. Bu, işin moral düzeyi ve ideolojisiyle ilgili bir durumdur. Bizim adam baştan kaybetmiş. PKK sayesinde havalanmış, ama kanatları yok, tutkusu yok. Desteklerden, tesadüfen yaşamaktan eser bulmadı mı veya bunun olanağı elinden gitti mi bitmiştir. Tekrar sömürge ülke insanının psikolojisine girmek, moralini çok çeşitli yönleriyle incelemek, yine ideolojik düzeyi gözden geçirmek başlı başına incelenmesi veya yapımız üzerinde gözetilmesi gereken hususlardır. Fakat bunu kim anlayacak, kim buna güç getirecek? Bu sorunlara vakit ayırabilecek misiniz? Kendini yaşamda bu kadar iddiasız, bu kadar dağınık kılan, acaba devrimin ruhuyla, bilinciyle ne kadar hareket edebilir? Buna ne kadar tutkunuz var? Birçoklarına soruyorum ve araştırıyorum. Yıllarca pamuk ipliğine benzer, hatta ondan da öteye, esef edilecek birkaç ne olduğu belirsiz bağla kendisini bağlamış; kutsal fikre, her türlü kutsal yaşam ve savaşım tarzına ters düşmüş, fakat umurunda bile değil. Önemli olan onun küçük tutkusudur. Ben buna put diyorum. Kalbini bir yerlere bağlamış, sorun yapıp gidiyor; utanmadan, sıkılmadan aile adı etrafında bunalım yaşıyor, düşüyor, aldatıyor. Bir sigaraya bağlanmış, bir ucuz yaşama aldanmış; partisini aldatıyor, kendisini aldatıyor, yalan söylüyor.
Bizdeki kişiliğin ne kadar yalan olduğunu söylesem belki biraz daha iyi anlarsınız. Yalancılık bildiğiniz anlamda değil, temel gerçekliğe yatkın mı, değil mi, özellikle kendi taktik gerçeklerinin, yaşam gerçeğinin gereklerine, özüne göre bir anlam veriyor mu, vermiyor mu anlamındadır. Bu konularda sahtekarlıklar var. Temel yaşam değerleriyle ters düşmüş, yıllarca bunu bir alışkanlık ve yaşam tarzı haline getirmiş, bu yalancılarla devrim yapmaya çalışıyoruz. İnsanımızın büyük bir kısmı yalancıdır. Yalanı da göz yaşıyla seyrederler. Bizde “vallahi” sözü neden çok söylenir? “Vallahi böyledir” derken, aslında yalanı gizlemek için bu yemini söylerler. Yeminler, sözde doğru olmayı dile getiren bir ifadedir. Ama bizde yemin, kesinlikle yalanın maskelenmiş biçimidir. Söz vermeler, büyük oranda yalanı gizlemek için söyleniyor ki, maalesef bizde de söz vermek böyledir. Aslında büyük bir iştir, tarihin önemli sözleri vardır. Önemli komutanların, önderlerin verdiği bazı sözler vardır, onlar büyük sözlerin insanlarıdır. Bir yeminleri vardır ve büyük yeminden büyük sonuçlar ortaya çıkarırlar. Bizimkiler günde kırk defa yemin billah ederler, ama onun bu yemini seviyesizlikle bağlantılıdır. Burada zavallılık vardır, kasıt yoktur. Kendini yetiştirmeme, kendini pratikleştirmeme, kendini karar sahibi haline getirememe ve bunun sonucu kendini ucuz ölüme götürme vardır. Siz bizi anlamıyorsunuz derken biraz bunu kastediyoruz. Biz büyük bir sözün sahibi olmak istedik, tutarlılık açısından da buna pratik yaşamı bağlamaya çalıştık. Benim gerçeğim bütünüyle böyledir. Benim yaptığım, gittikçe daha genel, daha da halkı ilgilendiren sözler söylemek, bunu bilimsel, felsefik bir temele kavuşturmak ve bir yaşamı mümkün olduğunca bu söze göre ayarlamak, pratik yaşamı buna göre düzenlemektir. Herhangi başka bir ciddi uğraşım yok.
Acaba herkesin veya dava mensuplarımızınki de böyle midir? Sanmıyorum. Yaşamlarını söze göre düzenleyemiyorlar, buna bazen teori pratik birlikteliği denilir veya çizgi ve uygulama birlikteliği denilir. Fakat ne çizgiden eser var, ne de uygulamadan. Yalancı bir toplumun derin etkileriyle geliyorsunuz. Sadece yalancı da değil, kendi özüne karşı yöneltilmiş bir toplumun gerçeğiyle gırtlağınıza kadar yaşatılmışsınız. Yetenek diye bir şeyin gelişmesine fırsat verilmemiş, yaşamın abecesinden bile yoksun kılınarak sarılmış, hücrelerine kadar bölünmüş ve her tarafa saçılmış bir toplum; herkes içinde en kötü koşullarda erimeye mahkum edilmiş bir moloz, erime düzeyinde öğelere, unsurlara dönüşmüş durum karşımıza çıkıyor. Buna ulusal özellikler diyemiyoruz. Bundan ciddi bir ulusal kurtuluş insanı ve onun özgür toplumunu yaratma çabamız var. Çelişkimiz burada tüm acımasızlığıyla karşımıza çıkıyor. Sorun sizleri daha da suçlamak, hatta çaresizliğinize de meşruiyet kılıfı geçirmek değil, kabul edilebilir sınırlar vermek değil. Çünkü elinizde bir canınız var, onu benden daha fazla ortaya koymuşsunuz. Benim söylemek istediğim daha farklı. Bana göre bu işleri biraz daha farklı yapabilirsiniz veya madem kendinizi bu işe böyle adamışsınız, onun daha başarılı, ister terbiye, eğitim yoluyla, ister pratik yoluyla çok başarılı olmaya yüz tutan tarzını yakalayabilirsiniz.
Bana göre kendini böyle adayanların daha farklı yaşaması veya farklı savaşması gerekir. Acaba siz farklı kılınmışsınız da biz mi anlam veremiyoruz? Veya bizim size dayattığımız süreç mi sizin gözünüzü açtırmıyor? Sizi bir objektif tepkiciliğe, karşı direnmeye mi götürmüş? Çünkü devrimi, Kürdistan gerçeğine dayatmamız veya halk diye tabir ettiğimiz gerçekliğe dayatmamız, uzun süre dinlenilmedi, dinlenilmeye yanaşılmadı. Sessiz kalındı, daha sonra tepki veya biraz benimseme tarzında mı gelişti? Düşman halen “Bu iş, tek kişinin inat işidir” iddiasındadır. “Aslında öyle bir olay yok, Kürt meselesi de yok” diyor. Resmi düzen anlayışı budur. Öyle değil, ama kendi ideolojik, politik havasına göre öyle yapıp götürüyor, fakat bir dayatmayla, hazır olmadığımız bir mücadeleyle karşı karşıya olsanız da yıllarca sonra, doğruluğuna ikna olduktan sonra yine de düzelmeyi sağlamış olmanız gerekirdi. Belli bir aşamadan sonra, sağlam bir başlangıç yapmanın gereğine inanma, onun tarzına, üslubuna kendini vermeyi bilmeniz gerekirdi. Bizim büyük sıkıntımız, öfkemiz biraz da bunadır. Başlangıçta hazır değildiniz, rasgele katıldınız, değişik özlemlerle katıldınız, ama şimdi görüyorsunuz ki, gerçekler farklıdır. Gerçeklerin doğru ele alınması, başlangıçların sağlam yapılması hem gerekli, hem de imkan dahilindedir. Buna gelmeme durumu var ve biz bunu bir türü kabullenemiyoruz. Bu halde bıraksanız, bu savaşım durumuyla ne kadar örgütlü, ne kadar doğru da çarpışsa, taş çatlasa bu haliyle bir iki yer ya ayakta kalır ya kalmaz, kendi içinde yozlaşarak çürüyüp giderler. Bana göre sizin durumlarınız, iki kere iki dört eder gibidir. Kendini üretemiyor, bu savaşın içinden bir ordu, bir önder, bir politik kişiliği çıkaramıyor, ancak zor bela yaşatabiliyoruz. Ya hırsızın teki, ya densizin teki; ya kendini bilmezin teki, ya gafilin teki ya da kendini abartmışın biri. Kendini ne halden ne hale sokuyor. Bu özellikler de sadece yozlaştırıp çürütür. En fazla kahramanca direnip ölür gider.
Biz bunu sorun yapıyoruz dedik; yani insanımıza, “sizden hiç adam çıkmaz” demeyi yakıştıramayız. Zaten biz de bu kanıya varırsak, çabalarımızı durdurmamız gerekir. Büyük bir kısmınızın “benden adam çıkmaz” noktasında olduğunu, bana yüz bin kere dayatabilirsiniz, ama benim hali hazırdaki iddiamı kesmem biraz zor. Bu iddiamı yitirdiğim zaman, çabamın da sonu gelir. Ama bazıları, “illa sen bizden adam çıkartmazsın” demeye getiriyor. Size birçok kere, biz yaşama bu kadar kapalıyız, yaşamın bu kadar lanetlisiyiz dedim. “Sürekli böyle olur, böyle gider” diyemezsiniz. “Bize fazla yüklenme, yüklenirsen biz de böyle yaparız” demeye getirenler var. Yoksa taktik gerçeklerle bu kadar oynama neyle izah edilecek? Allah rızası için, biraz üslubunu düzelt, biraz adımını pekiştir, biraz sağına soluna bak. Bir gün düşmanı izle, o zaman neyin, nasıl yapılabileceğini anlarsın. Fakat oralı bile olmuyorsunuz. Muazzam bir aldatmaca var; ya balonlaşmış, ya cüceleşmiş; ya gözü yaşlı, ya gözü kara bir kişiliğe bürünüyor. Kendini yitirmiş, ucubeleşiyor. Ne düşmandan, ne tarihten öğreniyor; ne kurttan, kuştan, ne yılandan öğreniyor; ne kendine bakabiliyor, ne yanındakine bakabiliyor. Devrim insanı biraz başkalaşıma uğratır, ama başkalaşımın bu biçimi sakıncalıdır. Başkalaşım, dönüşüm, daha çok fethedici tarzda olursa makbuldür, yerindedir. Bu konuda yine kendimi göz önüne getiriyorum; hemen hemen bütün süreçleri yağdan kıl çeker gibi sağlam götürmeye çalıştık. Düşman da bunu söylüyor, sadece dostların söylediği şeyler değil. Kötü bir eğitici, yönlendirici olsaydık, hatta yaptırımcı olsaydık, suçun büyüğünü kendimde arardım. Fakat karıştıran başkalarıdır. İşin üslubuna, kendini tam yatırmayanların edebine, pratik hatalarına kadar her insanla uğraştım. Dağdaki çobanından tutalım devlet adamına kadar sergilediğim tavırlarım yerindeydi. Ama bizimkiler, kazanılmış bir halkı kaybettirmekten tutalım kazanılmış bunca silahı çarçur etmeye kadar her şeyi yaptılar. Bazıları, zor bela elimize geçmiş bazı etkileyici teknik silahlardan on tanesini bir köy binasında nasıl patlattıklarını böbürlene böbürlene anlatıyorlar. Beş tane bomba atmış, sadece bir tanesini isabet ettirmiş, bir de marifetmiş gibi anlatıyor.
Aslında bir suç, ama yapılıyor. Biz küçük bir birikim için her şeyimizi ortaya koyuyoruz, onlar ise nasıl çarçur ettiklerinin farkında bile değiller. Bunlar sözde asker, sözde komutan. Bırakalım bu adamın zaferi yakalamasını, bu adam varolanı kaç yıl idare edebilir? Cesaret, fedakarlık PKK‟nin verdiği veya PKK‟nin ortaya çıkardığı tarihi bir şanstır. Ama bunu her gün ve hiç gerekçesiz bir biçimde sürdürürsen, bu kör inat veya yanlışlığı bir çırpıda anlaşılacak tutumda ısrar etme sonucu “üç gitti, beş gitti” dersen bu kabul edilebilir mi? Bırakalım üç beş kişinin gitmesini, bir ananın bir çocuğu dokuz ay karnında taşıması, yedi yaşına kadar büyütmesi müthiş bir azap gerektirir. Ama o bunun hiç farkında bile değil. Ey komutan, önder denilenler; insani bazı duygulara, bazı gerçeklere biraz saygın olsaydı, biraz kendinde olsaydın!.. Ona da sözde “gözü dönmüş” bir komutan emir veriyor. Oysa bunların emirle de alakası yok. Büyük komutan, düşmanını bile vururken acıtmadan vurmasını bilen kişidir. O ise hiç acımadan kendini vuruyor veya azap içinde bırakıyor. Bütün bunlar ne kaderdir, ne de bizim gerçeğimizin kabul edilmesi gereken yanlarıdır; bunlar gerçeğin asla kabul edilmemesi gereken yanlarıdır. Toplumların, kişilerin hızla kendilerinden uzaklaştırmaları gereken yanlarıdır. Bizde taktik dışılıkta ısrar nedir? Gerilikte ısrardır. İşin kaybediş yanlarında bile bile ısrar etmek neden? Bu tarz yanlış, kaybetmeye götürüyor diyoruz, ama o, onda ısrar ediyor. Suça eğilimli kişi, suç topluluğu derler; aslında bu psikolojinin kişiyi yönlendirmesiyle karşı karşıyayız. Bu, suça eğilimdir. Toplumda suça eğilimin yüksek boyutlarda olduğunu biliyoruz. Hemen herkes ulusal suç işler, herkes -hukuki terimlerle değil- ekonomiden, kültürden tutalım her türlü siyasal alana kadar suçlu durumdadır. Ülkesi talan edilir, suçlu kişilik durumuna düşer; bunlar için çalışmak ister, ama yine de bunlar suçlu kişilik konumundan kurtulamaz. Kültür durumunda bile öyledir, yani aslen kendisinin olması gereken bir şeye karşıttır. Bu, suçlu olmak demektir.
Politika ve askerliğe bunu yansıttığımızda, suça meyilli toplumun, tipin yansıması, meyil eden tip ve taktik dışılık, bu kadar sağa yatma bu denli etkili oluyor. Bunlar yanımıza kadar geliyorlar. Bunlara yalancı kişilik, gözü yaşlı kişilikler diyorum. Peki ne yapacağız? Bunları af etmemek ne kadar çaredir? Affetsek, suçu affetmiş oluyoruz, peki bu ne kadar doğrudur? Gece gündüz ıslah olmaya davet ediyoruz. Bir yerinden söküp götüreceğiz, neye mal olursa olsun bir şeyleri düzelteceğiz. Acaba bunları anlayabilecek misiniz? Kendi doğanızı ve önünüzdeki işleri anlayabilecek misiniz? Anlamazsak birbirimizi yürütemeyiz. Bu durumları anlayalım derken, bizi neyin yürütüp neyin yürütmeyeceğini artık bilmemiz gerekiyor.
HALKLAR ÖNDERİ(29.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER