HEVAL ALİ’Yİ KURTARIN!
Ne konuşacak güç vardır ne de kalkacak takat. Ama son bir gayretle fısıldar kulağına Serhıldan’ın. “Heval Ali’yi kurtarın…
Otuz kişiyi aşkın gerilla grubu. Bazit ovasında, Ağrı dağının eteklerinde, 1 Mayıs’tır zamanlardan. Yıl 1994. Kış yeni yeni yerini bahara devrederken, Ağrı dağı etekleri uçsuz bucaksız ovalarla döşenmiş gibi. Bir tarafta Ağrı dağı, diğer tarafta da kilometrelerce uzaklıkta, ufukta görülen dağlar. Yer yumuşak çamurlu. Dünyanın en zor yürüyüşü baharın ıslak ve çamurlu zamanlarında tarlalardan geçerken yapılan yürüyüş olsa gerek. Hele bir de saatlerce yoldaysan ve yükün ağırsa…
Bazit ovasında bir grup gerilla çamura bata çıka yürüyor. Bir temposu var yürüyüşün. Yürüyüştekiler Ağrı dağı isyanından bu yana Kürdistan’da yapılmış en büyük kış operasyonlarından birinden çıkmış gibiler. Çatışmalar, soğuk, kar, ayak yanmaları ve açlık. Buna rağmen direnen, direngenliğin sıcak tebessümüyle yanındaki mevzi arkadaşıyla dayanışma içinde bu anlara ulaşan bir grup gerilla… Sağ salim çıkmışlardı bahara. Kışın soğuk dokunuşları altında, hele hele böylesi bir operasyon sonrasında nasıl da iple çekilir bahar. Çünkü bahar umutlara gebedir.
Bu istem kendileri için değildir. Herkes intikam için baharın gelişini istemektedir. Çatışırken düşen , son anında bile yüzünde eksilmeyen gülümsemeyle bakışlar fırlatan, yürekte derin özlemler bırakan yoldaşlarının anıları için istemektedirler. Yoldaşlarının yarım bırakmak zorunda kaldığı özgür yaşam mücadelesini başarıyla taçlandırmak için istiyorlar. Herkes o yoldaşlarının umutlarının ne olduğunu biliyordu. Bazısı yanındaki yoldaşına mermi değmesin diye siper etmişti bedenini, bazısı mevziiye düşen el bombası diğer yoldaşlarına zarar vermesin diye atmıştır kendini bombanın üzerine. Patlayan bombanın parçaladığı, merminin delip geçtiği bedenden sıçrayan kan var hala herkesin donuk bakışlarında. Halen yanı başlarında şahadete ulaşan yoldaşlarının kurumuş kanı var elbiselerinde.
Her şeye rağmen yürüyorlar. Ama umutla. Ama hırsla. Herkes önündeki karartıyı takip ederken; her birinin unutamadığı ve düşündüğü, geride bırakılmış bir kış ve o kıştan taşarak bahara, yüreklerine dolan bir dizi hatıra. Ayaklar bir tempoyla toprağa değer. Ayakların kalkması inmesine göre daha ağır. Yerden kalkan her ayakla birkaç kilo çamur kalkar. Ama yürüyüş devam eder.
Ortalık sessiz ve ıssız. Belki de; adımların sesini düşürmek için böyle bir havada, böyle bir mevsimde yürümek en iyisi. Otuz gerilla ve sessizlik hep birlikte yürüyüş halinde. Yürüyüş devam eder. Yürüyüş uzar.
Bir anda gerilla yürüyüşünü terk eder sessizlik. Bir anda motor sesleri yankılanır düz ovada. Ardı sıra gelen patlama sesleri. Bir şaşkınlık halidir yaşanan. Çok süremez, anlaşılır. Tank pususudur yaşanılan.
Toplar, bombalar ardı arkası kesilmez bir şekilde patlamakta. Bazı atışlar gurubun hemen yakınlarına değerken, gurubu dağıtan patlamalar yaşanır. Top sesleri dağılır geceye. Patlayan, parçalanan, vızıldayarak gerillaların üzerinden geçen top parçaları…
İlk atışlarda grubun çoğu şahadete ulaşmış ya da yaralanmıştı. Geriye kalanlar düz ovada, tarla kenarlarındaki su arklarına girmiş. Her birinin düşündüğü yoldaşlarıydı. İlk fırsatta yapılan, yaralı yoldaşlarının kurtarılmasıydı. Olanca hızla oradan oraya koşturan, saldırıdan darbe almamış birkaç gerillanın tüm koşuşturması, yaralı yoldaşlarını sağlam bir yere götürmek içindi. Gerillada en zor şeylerden biri de bir arkadaşının son nefesine tanıklık etmektir. Olanca telaşla gerillalar arkadaşlarının sağ olup olmadıklarını kontrol ederken motor sesleri yakınlaşmaktaydı. Işıldaklar pusu alanını aydınlatırken, kalan yaralıları da ezerek katletmek için tanklar homurdanarak bir oyandan bir bu yana pusu alanını gezmekte. Homurdanan tanklar arasında bile gerillalar son bir umutla yaralı arkadaşlarını kurtarmak için pusu alanına yönelmekte, tüm güçleriyle hamle yapmakta.
Serhıldan, bu olaydan sağ kurtulan daha önce Bazit ve Iğdır ovasında cephe çalışmaları da yapmış iki yıllık bir gerilla. Mardin’li bir kadın gerilla.
Girdiği su arkından önündeki düzlüğe doğru eğilerek koşarken bir inilti duyan Serhıldan büyük bir umutla sese doğru yönelir. Yerdeki karartıda hafif bir hareketlilik görür. Üzerine gider yerdekinin yoldaşı Ruken olduğunu anlar. Çorumlu, Türk, Önderlik sahasında kalmış geniş çehreli, her zaman güler yüzlü Ruken… Şimdi yerde boydan boya uzanmış halde. Zifiri karanlık, bir o kadar da gürültülü. Yarasına dokunmak istiyor. Kaldırıp oturtmak istiyor. Ruken oturamıyor. Biraz daha iyi bakınca, Ruken’in belden aşağı panzerin paletleri altında ezildiğini görür. Ne konuşacak güç vardır ne de kalkacak takat. Ama son bir gayretle fısıldar kulağına Serhıldan’ın. “Heval Ali’yi kurtarın”
Ve Ruken, o güleç yüzlü Ruken, o parıl parıl parlayan gözleriye Ruken, son nefesini verirken; Serhıldan’a bir görev vermiş oldu. Grup komutanı hem de Serhat eyalet komutanı Ali Drej arkadaşı kurtarmak! Serhıldan son bir umutla kendini tankların, ışıldakların arasından Ağrı dağına doğru çıkarmak için hamle yapar. Kaç kişinin kurtulup kurtulmadığından haberdar değildir. Ama umutludur. Hızla ve eğilerek, bazen su arklarında bazen tarlada yürüyerek tank pususuna düştükleri yerden uzaklaşır.
Şimdi motor sesleri de azaldı. Serhıldan kendini Ağrı Dağının ilk sırtlarına ulaştırmıştır. Az ilerde bir karartı görür. İçi umutla dolar. Aceleyle onlara ulaşır. Onlardan biri Ali Drejdir. Arkadaşlarını gördüğü için sevinçlidir. Hele hele Ruken arkadaşın kurtarın dediği Ali arkadaşın sağ olduğunu görmesi onu daha da sevindirir. Ama otuz kişiyi aşkın gerilla grubuyla çıktıkları yola bir elin parmak sayısı kadar bile kalmamış olmak diğerleri için büyük bir ağırlık, büyük bir baskı… Bazı arkadaşların daha kurtulup kurtulmadığı net olmaması bir umut yaratsa da çoğu arkadaşın şahadete ulaştığı kesindi. Şimdi hepsinin artlarında bıraktıklarının simaları, gülümsemeleri, hatıraları bir bir akıllarına geliyor… Ve …
Günlerden 1 Mayıs günü. Ağır bir hava var. Serhat’ta bir bahar günü. Dağlarda yaşanan savaşın yankıları, yansıları yıllardır Bazit ovasına vuruyor. Her yankı birkaç genç yüreği daha etkiliyor. Ve çekiyor dağlara. Zalime inat mazlum halkın çocukları düştükçe toprağa, dağlarda çoğalıyorlar. Bir buğday tohumu gibi. Hani der ya şair ‘bir gider bin geliriz’ öyle oluyor.
Şehirde her zamankinden daha fazla siren sesleri var. Halk kaygılı… Bir şeyler olduğunu hissediyor. Birkaç gün önce Gılidağdan yana gelen top sesleri herkesin yüreğini ağzına getirmişti. Herkes “inşallah” la başlayan cümleler kurmuştu. Ama…
Siren sesleri yakınlaştıkça, panzerlerin o iğrenç motor sesleri duyuldukça bazı şeyler netleşiyordu. Panzerlerin arkasında iplere bağlı bir şeyler sürüklenmekteydi. İlk olarak kimse sürüklenenin ne olduğunu tahmin bile edemezken panzerler yaklaştıkça her şey netleşiyordu. Panzerlerin arkasında Kırê hallaç yakınlarında tank pususunda şahadete ulaşmış gerillaların cenazeleri, cesetleri vardır. Herkes şok içindedir. Bu topraklar ki hiçbir zaman cenazelere böyle yaklaşım görmedi. Olan yaklaşımları da lanetledi. Öyle ki bu halk yılan ölüsünü bile görseniz gömün, ona mezar yapın diyen ataların çocukları. Şimdi bu halkın göz bebeği, umudu, canı, onlarca cenaze yerlerde, panzer arkasında sürüklenmekte. Sokaklar cesetlerden kopan küçük et parçaları ve kanla dolu.
Hani halkların hafızasından silinmez anlar, tarihler vardır ya işte o günlerden birini yaşar Bazid halkı. Düşünsenize daha 7-8 yaşındaki çocuktan 80 yaşındaki ihtiyara binlerce kişinin, gözlerinin önünde yaşanan bir vahşet. Panzerlerin arkasında çekilen cesetler belediye civarındaki meydanda teşhir ediliyorlar. Ne söylemeye çalışıyorlar böyle yaparak?
Aslında söyledikleri nettir: “bize karşı duranı bu hale getiririz.’ Bir de vücutlarını parçalayarak, korkunç hale getirerek o güzel yüreklerini o güzel gözlerini, ruhlarını, sildiklerini zannederler. Hâlbuki hiçbir silgi, hiçbir şey bu dünyanın en güzel ruhlu, düşünceli insanlarını bu halkın kalbinden atamayacaktır. Bundandır yıllardır Bazid Kürtlerin düşmeyen mevziisi, kalesidir. Bu mevziide bu 24 özge canı görmek gerek. Şimdi bu 24 can doğubeyazıt şehitliğinde yan yana yatmaktalar.
Olanlara yaşananlara inat halk, bu canların davasını sürdürüyor. Büyüyor kavga. Şimdi Kürdistan’ın dört bir yanında, dağ başlarında halkı ve gerillası bu olaydan yirmi yıl geçmiş de olsa intikam için savaşıyor. Ruken ve yoldaşlarının son anlarında bile kendini değil yoldaşını düşünerek aydınlattığı yolda, O 24 özge canın umutları için kavga sürüyor.
MESUT KARATAŞ
YORUM GÖNDER