ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLAMA ZAMANI ! (3.BÖLÜM)
PKK’yi tasfiye planı, 9 Ekim’de başlatılan komplonun yeniden planlanmasıdır;
Bu plana destek veren ABD’dir. Irak’ın bu tasfiye planının parçası haline gelmesi de ABD baskısıyla ve dayatmasıyla olmuştur. Kuşkusuz Türkiye de dayatıyor, KDP de dayatıyor. Irak’ın da bu dayatmalara karşı çıkacak fazla gücü olmadığından belli yönleriyle isteyerek, belli yönleriyle de istemeyerek böyle bir plana katılmaktadır. Zaten bir ABD’li yetkilinin Irak, KDP, Türkiye bir olsun, PKK sorununu çözsün, halletsin, demesi Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için oluşturulan konseptin, planın ifşası olmuştur. Ya da böyle bir planı pratikleştirin, talimatı olmuştur. Böylelikle hem planı desteklemiş, pratikleşmesini sağlamak istemiştir hem de çeşitli güçlere ben bu planı destekliyorum, PKK’nin yanında olmayın, mesajı vermiştir. Bu yönüyle planın önüne çıkacak engelleri etkisizleştirmeyi amaçlamıştır.
Bu tasfiye planını 1998’de Önder Apo’ya yönelik 9 Ekim’de başlatılan komplonun yeni koşullarda planlanması, harekete geçirilmesi olarak değerlendirmek gerekiyor. O zaman da Özgürlük Mücadelesi’nin karargahı etkisizleştirilip tasfiye edilmek isteniyordu. Şimdi de Özgürlük Hareketimizin karargahının var olduğu düşünüldüğü alanlar işgal edilerek 1999 komplosunun amacı gerçekleştirilmek ya da tamamlanmak istenmektedir. Bu açıdan şu anda gerçekleştirilen tasfiye konsepti, saldırılar herhangi mevzi saldırıları, yıpratma saldırıları değildir. Tamamen bütünlüklü bir komplonun, tasfiye planının harekete geçirilmesidir. Komplo, tasfiye konsepti böyle kapsamlıysa o zaman buna karşı mücadelenin de bütünlüklü, kapsamlı ve uzun süreli olması gerekmektedir. Bu komplo boşa çıkarılacaksa bu komplonun karakterinin görülmesi, bütün bileşenlerinin iyi tespit edilmesi, bütün boyutlarının anlaşılması gerekir. Böylelikle hem doğru bir mücadele çizgisi tutturulmuş olur hem de doğru yol ve yöntemler izlenir.
Bu konseptin boşa çıkarılması için Özgürlük Hareketimizin tüm güçleriyle harekete geçmesi önemlidir. Bu komplonun zayıf yanları görülerek konsept zayıflatılmaya, konseptin ayaklarının zayıflatılması temelinde de yenilgiye uğratılması gerekir. Bu yönüyle komploya karşı bütünlüklü, planlı, uzun vadeli ve sürekli bir mücadele yürütülmelidir. Bu komploya katılanların yanında gönülsüzce katılanlar da var. Bu nedenle onların bu komplonun yanında olmalarını engellemek mümkündür. Yine bu komplonun içinde bulunsa da komploya tümüyle istekli katılmayan Irak gibi güçlerin bu komplo içinde etkin olmalarının, aktif olmalarının önüne geçmek gerekiyor. KDP’nin, TC’nin bu komploya katmak istediği YNK, Goran, Yekgirtu İslami gibi bütün güçlerle ilişkilenilerek bunların böyle bir komplodan uzak durmalarını sağlamak da önemlidir.
En önemlisi de bu komploda etkin yer alan KDP’nin komplodaki varlığını etkisizleştirmek ve bu komplo içindeki saldırılarını boşa çıkarmaktır. Bunun için de başta Başûrê Kurdistan olmak üzere, dört parça Kürdistan halkını ve kamuoyunu harekete geçirmek, KDP’nin bu plan içindeki rolünü teşhir ederek onun bu planda aktif biçimde yer almasının önüne geçmek gerekmektedir. Çünkü; bu planda en saldırgan güç TC olarak görülmekle birlikte, en önemli rol ise KDP’ye verilmiştir. Bu rolde çekiç Türk devleti olacaksa, örs görevi de KDP’ye verilmiştir. Kuşatma görevi KDP’ye verilmiştir. Zînî Wertê’de KDP’nin asker yığması, Xinêre’de Irak sınır birliklerinin arkasına sığınarak belirli alanlara yerleşmesi, Heftanîn, Metîna gibi yerlerde sınır güçlerinin yakınında ya da farklı alanlara askeri güç kaydırması bu amaçlıdır. Türk devletinin saldırılarına gerilla alanlarını kuşatmayla ve daraltmayla destek olmaktadır.
Bu plan 16 Haziran’da aktif olarak harekete geçirilmiştir. Sadece Heftanîn değil Metîna, Zap, Avaşîn de işgal edilmek isteniyordu. Bir bütün olarak Türkiye sınırındaki Medya Savunma Alanları işgal edilecekti. Böylelikle PKK, KDP’nin kuşatması temelinde Türk devletine karşı mücadeleden alıkonulmaya, sonra da etkisizleştirilip teslim alınmaya çalışılacaktı. KDP böyle bir uğursuz planın içindedir. Ancak Heftanîn direnişi bu planı sekteye uğratmıştır. Heftanîn’de çakılı kalmalarına yol açmıştır. Heftanîn sonrası planlarını uygulamaya koyamamışlardır. Kuşkusuz bu planları hala yürürlüktedir ve pratiğe geçirmek isteyeceklerdir. Özcesi, Başûrê Kurdistan’ın bütün stratejik alanlarını ele geçirerek PKK’nin Türk devletine karşı mücadelesini zayıflatma, bu temelde de adım adım PKK’yi kuşatma ve etkisizleştirmeyi düşünmektedirler.
Irak’ı da sınır birlikleri adı altında gerillanın etrafına getirerek kullanmaya çalışmaktadırlar. Sınır birliklerinin çoğu KDP’lidir. KDP, bunları da kendi çıkarları doğrultusunda kullanacaktır. Sınır birlikleri yerleştikten sonra esas olarak KDP pêşmergeleri bu alanlara yerleşerek Irak’ı örtü olarak kullanmanın sonuçlarını almak isteyeceklerdir. Zaten gerilla kuşatılıp belirli alanlar ele geçirildikten sonra KDP’nin yüzünün açığa çıkması da, KDP açısından o kadar önemli görülmeyecektir. Çünkü; KDP hedeflerine ulaşmış, PKK zayıflatılmış olacaktır. PKK zayıfladıktan sonra KDP ne kadar teşhir edilse de kendine göre bu teşhiri etkisizleştirip boşa çıkarabilecektir. Böyle bir yaklaşımla tasfiye planı içinde, kendini göstermeden ama aktif biçimde yer almaktadır. KDP’nin şu anda plan içindeki konumunu bu çerçevede görmek lazım. Zaten sadece Başûrê Kurdistan’da gerilla alanlarını kuşatmıyor. Rojava sınırını da boydan boya kuşatarak tasfiye konseptine bir de bu yönüyle katılıyor. Zaten Mexmûr’da kuşatmayı bir yıldan fazladır sürdürmektedir. Şengal’e bir taraftan çeşitli pêşmerge güçlerini yığarken, diğer taraftan da Irak’a baskı yaparak ve Türk devletinin hava saldırılarını teşvik ederek Şengal’de de benzer bir kuşatmayı ve benzer biçimde kendisini etkin kılma politikasını sürdürmektedir.
Başûrê Kurdistan Türkiye’nin mandasıdır;
KDP gerçekten Kürdistan tarihi açısından çok olumsuz rol oynamaktadır. Bütün bu saldırılarını bilinçli yapmaktadır. Tabii ki dar ufuklu olması, Kürt gerçeğini, Ortadoğu gerçeğini, düşman gerçeğini yeterince görmemesi KDP’nin böyle bir işbirliği ve gaflet içine girerek Kürt tarihi açısından ihanet olan böyle bir planın aktörü olmasını beraberinde getirmektedir. Türk devletinin politikaları açıktır. Kürdistan’da Kürt halkını soykırıma uğratmak, Bakurê Kurdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek temel hedefidir. Bunun parçası olarak da Başûrê Kurdistan’ı ve Rojava’yı işgal edip buraları da Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor. Zaten defalarca Kuzey Irak’ta yaptığımız hatayı Kuzey Suriye’de yapmayacağız, demişlerdir. Yani fırsatını bulduğu zaman bu hatayı telafi edeceklerdir. Kerkûk, Musil ve Hewlêr Türk şehridir, diyorlar. Tel Afer’de de Türkmenlerin varlığını dillendirerek hedeflerinin gerekçesi haline getirmek istiyorlar. Tarihsel olarak da Osmanlı’nın hakim olduğu alanlar olduğuna dayanarak 1919 Sivas Kongresinde Musil ve Kerkûk, Misak-ı Milli içine alınmıştı. Her fırsatta Misak-ı Milli’yi dillendirmeleri, bu işgal ve ilhak amaçlarının somut kanıtı olmaktadır.
Zaten Erdoğan buraların kendilerine ait olması gerektiği temelinde Lozan başarısızlıktır, demiştir. Lozan başarısızlıktır, demesinin arkasında eskiden Osmanlı imparatorluğunun buralarda hakim olması vardır. Kuzey Suriye’de Rojavayê Kurdistan’ın işgal ve ilhak edilmesi, Başûrê Kurdistan’a yönelen işgaller bu amacı gerçekleştirmek içindir. Başûr ve Rojavayê Kurdistan’ı kontrol ettikten sonra Arap dünyasına yönelecektir. KDP bunları belli düzeyde görüyor, duyuyor. Ancak büyük bir gafletle sanki Türk devletinin bunları yapamayacağını sanıyor. Dayısı ABD’nin, Avrupa’nın ve İsrail’in Türk devletini engelleyeceğini düşünüyor. Gerçekten tarihi bir gaflettir. Güncelle kendini çok fazla sınırlamaktır. Yarını görememektir. Bir ay sonra, bir yıl sonra siyasal dengelerin nasıl değişeceği belli değildir. Bu yönüyle gelecekte Türk devletinin bütün Kürdistan’ı işgal edip soykırıma uğratacağını görerek bunun tedbirlerinin alınması gerekiyor.
Türk devletinin tüm Kürdistan’ı işgal edip soykırıma uğratmak istemesinin önüne geçilmesinin temel yolu da Kürtlerin birliğidir, Kürt mücadelesinin bütün Kürdistan’ın parçalarında güçlü hale gelmesidir. Güçlenen bu mücadelenin ortaklaşması, Kürt düşmanı saldırganlara, işgalcilere ortak tutum alınması ve saldırıya karşı direnilmesidir. Güvence budur. Kürtlerin şu anda yerine getirmesi gereken en temel görev budur. Bu görev yerine getirilmediği takdirde ister subjektif, ister objektif olunsun Kürt tarihi karşısında gaflete ve ihanete düşülmüş olunur. Şimdi böyle bir dönemden geçiyoruz. Başûrê Kurdistan’ın en stratejik alanlarının Türk devletine teslim edilmesi zaten Başûrê Kurdistan’ın Türkiye’ye teslim edilmesidir. Şu anda bile Başûrê Kurdistan ipotek altındadır. Kazanım deniliyor, Başûrê Kurdistan federasyonu deniliyor ama ipotek altında bir federasyondur. İpotek altında olunduğundan, ipotek altında tutan her zaman bu kazanımlara el koyabilir, Başûrê Kurdistan federasyonunun varlığına son verebilir.
Şimdi zaten Başûrê Kurdistan’da böyle bir ipotek altında olma durumu yanında bir manda yönetimi vardır. Başûrê Kurdistan, Türkiye’nin mandası durumundadır. Öyle özgür değildir. Tamam, Kürtlere, Kürt işbirlikçiliğine belirli imkanlar verilmiştir. Dünyada emperyalistler böyle manda yönetimlere başvurmuşlardır. Ama Türk devleti bunu bile bir geçici durum olarak görmektedir. Bugün orayı yönetenler görünürde Başûrlu Kürtlerdir ama manda durumundadır, ipotek altındadır. Yarın Türk devleti fırsatını bulduğunda bu görünen durum da ortadan kaldırılacak, tümüyle bu alana hakim olmak isteyecektir. Bu gerçekliğin görülmemesi, kafayı kuma gömmek olur.
Bu tür durumlar gündeme geldiğinde 2017 referandumunu hatırlıyoruz. Hatırlamakta haksız mıyız? O sırada Türk devleti, tutumunu açıkça ortaya koymuştur. En ağır, yenilmeyecek yutulmayacak hakaretler yapılmış ve saldırılarda bulunulmuştur. Açıkça sizin iradeniz yok, siz kimsiniz, denilmiştir. Zaten şimdiki yaklaşımı da budur. Başûrê Kurdistan yönetiminin öyle sanıldığı gibi bir iradesi yoktur. Irak’a karşı da iradesi yoktur. Türk devletine, çeşitli güçlere dayanarak Irak’a kendisini dayatmaktadır. Yoksa toplumun gücüne dayanarak, doğru politika ve stratejiyle Kürtlerin birliğine dayanarak Irak’la masaya oturmamaktadır. ABD, İsrail, Türkiye’nin destekleri, bu destekler temelinde KDP’nin belirli bir şantaj gücüne kavuşması söz konusudur. Bunun dışında KDP’nin, Başûrê Kurdistan federasyonunun halka, demokratik sisteme, demokratik ilişki ve ittifaklara dayanan bir gücünden söz etmek mümkün değildir.
KDP birkaç şehirde iktidar uğruna Kürdistan’ı pazarlıyor;
Başûrê Kurdistan halkı ve Başûrlu siyasi güçler bunu görüyor. Tüm Kürtler de bunu görüyor. İtiraz da ediyorlar ancak KDP belli kazanımların varlığını istismar ederek, kendisini Kürt halkının siyasi iradesi olarak gösterip Kürt’e kaybettiren işbirlikçi gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Hatta bu yanlış politikaya karşı müdahale etmeye çalışan güçleri ezip susturarak işbirlikçiliğini ısrarla sürdürüyor. KDP’nin ulusal politika izlediği yoktur. Geleceği düşünen bir politikası da yoktur. Birkaç şehir üzerinde iktidar olmak istiyor. Birkaç yerde iktidar olma pahasına tüm Kürdistan’ı pazarlıyor. Bakurê Kurdistan’ı Türkiye’ye pazarlamıştır. Tamamen Türkiye’ye teslim etmiştir. Bakurê Kurdistan’da Türkiye’nin her türlü soykırım politikasına destek vermiştir. Rojava’da izlediği politika açıktır. Küçük bir devletçik uğruna, Kürdistan’ın yüzde 25’i üzerinde devlet kurma uğruna Kürdistan’ın yüzde 75’ni feda ediyor. Şunu da belirtelim; mevcut yüzde 25 de ipotek altındadır, mandadır. Burası üzerinde de hakimiyeti yoktur. Hala Kürdistan’ın diğer parçalardaki mücadelenin varlığı nedeniyle burada kendini yönetim yapabiliyor ve koruyabiliyor. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki mücadele ezilip tasfiye edildiğinde, elindeki bir iki şehri de KDP’ye bırakmayacaklardır.
Bu yönüyle Başûrê Kurdistan’daki siyasi güçlere, Kürt halkına çok büyük görevler düşüyor. KDP’nin bu oyunlarını bozmada en büyük sorumluluk Başûrê Kurdistan halkına ve siyasetçilerine aittir. Hem Başûrê Kurdistan’ı kurtarmak ve özgür ve demokratik bir yaşama kavuşmak için bu gereklidir hem de dört parça Kürdistan’a karşı sorumluluğun gereği KDP’nin politikalarına karşı çıkmak ve dur demek gerekmektedir. Kürdistan’ın tüm parçalarının aleyhine olan bu politikaya dur denilmezse, Başûrê Kurdistan da kaybedecektir. Bu gerçekliğin tüm Kürt halkı, Başûrê Kurdistan siyasi güçleri ve hala KDP gerçeğini görmeyen diğer Kürt siyasi çevreleri ve bazı kesimler tarafından da görülmesi, doğru ulusal ve yurtsever tutumun ortaya konulması gerektiğini düşünüyoruz.
Yakın zamanda Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ve KDP’li olan Irak dışişleri bakanı Fuat Hüseyin ABD’ye gittiler. Oradaki açıklamalar da Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme planı doğrultusunda yapılan açıklamalardı. KDP’li olan dışilişkileri bakanı ve Kazımi Irak anayasası farklı güçlerin topraklarında bulunmasına izin vermiyor, diyerek Türk devletinin saldırılarını meşrulaştırmış, KDP’nin ihanetini normalleştirmişlerdir. Zaten ABD’de bu konuları kapsamlı konuştukları da anlaşılıyor. Yakın günlerde ABD’li bir yetkilinin Türkiye, KDP ve Irak Şengal’de sivil çözüm bulsun, demesi de tümüyle tasfiye planının ortaya çıkardığı söylemlerdir. Bu açıdan Kürt halkının, Kürt aydınlarının, Kürt demokratik güçlerinin, Ortadoğu’daki tüm demokratik güçlerinin bu tasfiye planını ciddiye alması gerekmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme planının sadece Kürtlere değil, tüm Ortadoğu halklarına zarar vereceğini görerek, bu plana karşı Ortadoğu halkları ve demokrasi güçleri de bir tutum göstermelidirler.
İran’a doğrudan bir askeri müdahale beklemek yanılgıdır;
İran’a yönelik de farklı bir saldırı planının, kuşatma planının yürütüldüğü bilinmektedir. ABD bunun başını çekmektedir. Trump’ın daha gelir gelmez nükleer silah anlaşmasını iptal etmesi bu gerçekliğin ifadesidir. Bir yönüyle de İran, Trump iktidarının kendini ayakta tutmak için kullandığı bir araç haline gelmiştir. İran’ı düşmanlaştırma, sürekli bunu gündeme getirme ve buraya yönelik yürüttüğü adımlarla kendini iktidarda tutmak istediği anlaşılmaktadır. Kasım Süleymani’ye yönelik suikast girişimi de Trump’ın iktidarını ayakta tutmak için yaptığı sansasyonel bir hamleydi. Gerçekten de Koronavirüs ve Koronavirüsün ABD’de yarattığı ağır sorunlar olmasaydı Kasım Süleymani’nin vurulması Trump iktidarının önemli düzeyde elini güçlendiren bir hamle olacaktı. Şimdi Trump hem iktidarını ayakta tutma açısından hem de İran’ın Ortadoğu’da hamlelerini sınırlandırmak, Ortadoğu’da ABD etkisini zayıflatan konumunu geriletmek ve püskürtmek için İran’la bundan sonra da uğraşacağı anlaşılmaktadır. Zaten sürekli yaptırımlarla İran’ın ekonomik sorunlarını ağırlaştıran bir politika yürütmektedir. Böylelikle içerde halkın yoksullaşmasını ve ekonomik sıkıntı çekmesini sağlayarak toplumu harekete geçirmek istenmektedir. Öte yandan çeşitli siyasal güçlerle ilişki kurarak da İran’ı kuşatmak istemektedir. Bu yönüyle önümüzdeki dönemde İran’a yönelik ABD’nin yeni hamleleri de gerçekleşebilir.
Trump’ın seçimi kazanmasının riske girdiği bu dönemde ABD’nin bazı hamleler yapmak isteyeceği açıktır. Çünkü; şu anda seçimlerde Joe Biden’ın çok az da olsa önde görünmektedir. Mevcut durumda Biden’ın kazanma ihtimalinin daha fazla olduğu söylenmektedir. Bir iki ay önce Biden’ın oyları daha yüksekti ama son zamanlarda Trump’ın bu açığı kapattığı, yüzde 12’ye kadar çıkan farkı yüzde yüzde 6’lara kadar düşürdüğü söylenmektedir. Hatta bu düşme trendinin devam ettiği de söylenmektedir. Öte yandan yakın zamanda Trump’ın Ekim ayında Covid-19 aşısını artık kullanacağız, piyasaya süreceğiz, demesi de seçimleri etkileyecek bir hamle niteliğindedir.
Tüm bu gerçekler düşünüldüğünde İran’ı bazı politikalarla sıkıştırmaya çalışacağı görülüyor. Ekonomik yaptırımlar yoğunlaştırıldı. İran içinde zaman zaman önemli noktalarda patlamalar meydana geldi. Ancak şu bir gerçektir; İran’a yönelik Irak’a ve Suriye’ye olduğu gibi doğrudan bir askeri müdahale beklemek bir yanılgıdır. Böyle bir beklenti politikada yanlışlıklara götürebilir. ABD, İran’ı sıkıştıracak ve zorlayacaktır. Ancak bunu böyle doğrudan askeri müdahalelerle yapması beklenmemelidir. Belki zaman zaman belirli hava saldırıları, vuruşları olabilir. Kendilerine göre stratejik gördükleri ya da nükleer silah var dedikleri yerleri bombalamaları mümkündür. Ancak bunun da sık olmayacağını, doğrudan askeri güçleri İran’a çıkarma biçimiyle bu saldırıların genişletilmeyeceğinin de bilmek gerekiyor. İran’daki mücadele daha da karmaşıktır. Belki ABD Türkiye’yi yanına çekerek, Irak’ı önemli oranda İran’ın etkisinden çıkararak ve bazı Kürt güçlerini doğrudan İran’a yönelterek İran’ı daha fazla sıkıştırabilir.
İran yönetiminin demokratik olmaması ve baskıyı artırmasına yönelik İran toplumunda bir tepki ve öfke var. Zaman zaman bunlar kendisini açığa vurmuştur. Yine Kürt sorununun çözümsüzlüğü Kürt halkında İran’da bir değişim olması gerektiği inancını yükseltmiştir. İdamlara gösterilen tepkiler bulunmaktadır. Bütün bunlar İran içinde mevcut iktidara, rejime karşı toplumsal muhalefet güçlerinin potansiyelinin olduğunu, her an harekete geçebileceğini ortaya koymaktadır. Ancak bir programı, hedefi olmadığı ve daha çok tepkisel geliştiği için baskılar karşısında bu hareketler gerilemekte, tekrar kabuğuna çekilmektedir. Ama İran toplumu dinamik bir toplumdur. İran İslam devrimini yapmış bir toplumdur. Bugün İran İslam devrimini yapan, o devrimin kültürü ve etkilerini yaşayan halk şimdi mevcut iktidarı da zorlamaktadır. Bu yönüyle İran rejimi, devleti için esas muhalif güç, esas zorlayıcı güç iç dinamiklerdir. İran toplumunun haksızlığa, zulme karşı tepki gösterme özelliğidir.
Öte yandan İran’ın Rusya ve Çin’le ilişkileri sıradan ilişkiler değildir. Rusya ve Çin, İran’ın tümüyle ABD denetimine girmesini istemedikleri için İran’a her türlü desteği vermektedirler. Yakın zamanda İran’ın Çin ve Rusya’yla yaptığı anlaşmalar sadece İran’daki ekonomik ambargoyu kırmakla açıklanamaz. Kuşkusuz bu boyutu da vardır. Ama esas olarak İran’la kurulan ilişkilerin, İran’ın bölgede ABD denetimine girmeyecek bir konumda kalmasını sağlamak amaçlıdır. Bunun için de İran’a her türlü desteği vereceklerdir. ABD, İran’a doğrudan müdahale ettiği takdirde İran’ı ABD için bir bataklık yapma politikası yürüteceklerdir. ABD de Rusya’nın ve Çin’in bu yaklaşımlarını görmektedir. Bu yönüyle doğrudan askeri müdahale yerine İran’ı sıkıştırma, zayıflatma, İran’daki tepkileri yükselterek İran’da kendi istedikleri doğrultuda bir değişiklik yapma anlayışları bulunmaktadır. Bu açıdan İran’ı değerlendirirken ABD gelecek müdahale edecek, İran’ı hemen yıkacak, biçimindeki yaklaşımlar, İran’ı böyle ele alan yaklaşımlar kesinlikle doğru değildir. Bu tür yaklaşım ve anlayış içinde olanlar doğru politika üretemez, İran’daki siyasal sorunlara, krizlere doğru ve etkin müdahale edemezler.
Bu yönlüyle İran gerçeğini doğru anlamak ve bu temelde de İran’daki mevcut rejime karşı tepkili halk güçlerine, demokratik güçlere, çeşitli toplumsal kesimlere ulaşmak ve onlarla birlikte İran’ı demokratik bir değişime uğratma mücadelesi içinde olmak önemlidir. İran’da bir mücadele gereklidir ama bu mücadele ABD’nin ve çeşitli güçlerin düşündüğü gibi dışardaki müdahalelerle ya da İran’ı biraz ABD çizgisine getirmek isteyen baskılarla değil de İran’da gerçekten demokratik değişim yaratacak, İran’ın iç dinamiklerine dayanan toplumsal güçlerle İran’daki değişimi yaratmak temel politika olmalıdır. Böyle bir halk hareketliliğini, politikayı ne Çin ne Rusya ne mevcut rejim engelleyebilir. Ama böyle yapılmaz da işbirlikçiliğe dayanan, çeşitli güçlerin dışardaki müdahalelerini esas alan yaklaşımla hareket edilirse İran’daki bir demokratik devrime ve değişime imkan sunan mevcut objektif zemin provoke ve sabote edilmiş olur ve bundan da halk güçleri değil, bizzat İran’daki mevcut iktidar güçleri yararlanır. Bu yönüyle dış güçlere dayanmayan bir İran politikası, İran’da halkların kardeşliğine dayalı bir değişim politikasını esas almak doğrudur. Sadece Kürtler açısından değil, bütün İran halkları açısından da doğru politika budur. Hatta mevcut rejimin kendini değiştirip dönüştürmesine fırsat tanıyacak, İran toplumlarında var olan hak, adalet, eşitlik ve kardeşlik değerlerine dayalı yeni bir İran’ın şekillenmesi söz konusu olabilecektir. Bu İran’ın değişimidir. Ama bu değişim için de dış güçlerin esas alınmaması gerekir. Mevcut rejimdeki halka dayanan kesimleri de içine alan bir genel toplumsal harekete dayalı mücadelenin İran’da siyasal değişim açısından en gerçekçi, doğru ve sonuç alıcı politika olduğu söylenebilir.
MUSTAFA KARASU
YORUM GÖNDER