DAĞLAR AŞKIN ANLAM BULDUĞU MEKANLARDIR
Güneşi görmediğin sabahları özlersin, gözlerin hep evrenin muhteşem bir parçasını arar gibi bakınırsın. Gözlerinin yüreğinin yetim kaldığını düşünürsün. Gerçekten eksik olan ışık mı? Ama karanlıkta da değilsin, tıpkı mitolojik hikâyeler de efsanelerde anlatıldığı sadece yerin yedi kat dibindesin. Bir serüvenin içerisinde gibisin ve tanrıçaların çocukları misali yeryüzüne ulaşmak için kazılan tünellerde oyuklarda mağaralarda meşru savunmanın gerekliklerini yaparsın.
Güneşe gelince belki bazen sabahı şafağı, güneşin doğuşunu kayanın başında oturup izleyemiyorsun ama güneşin tüm sıcaklığını ve aşkını gözlerinin mağaralarında nakış etmiş güzel bir tebessümde görüyorsun.
Kimdi bu gözler? Güneşi nasıl bu denli ilik ilik kendini gözbebeklerine işlemiş? Onlarda ki fark neydi? Ellerinde oluşan nasırların aşklarıyla bağlantısı neydi peki?
Zaman işte sanki duygularıma karşı at koştururcasına koşuyor, kıskandığını da düşünüyorum şuanda. Farklı yüzler yürekler gözler, aynı gülüşler, özlemler ve bekleyişler. Uçurum kenarlarında kayalıklar içerisinde kalbin bir müzik enstrümanı gibi çaldığı dakikalar oluşuyor ve o uzun koridorlarda bekleyen dinleyicilerine ritimlerle değil sadece içten gelen bir kahkaha ile geliyor.
Şimdi bu tepede de dinlediğim tüm müziğin ritmi bende de zamanın ki gibi bir kıskançlık yaratıyor. Yolların bizde yaratmış olduğu yoldaşlıkta yolcukta kıskançlık hiçbir zaman olmaz fakat birde hep kendini ait hissettiğin, hayalini kurduğun ortam olduğunda işte fark edersin aslında sen kendinde zamansın. O dakikalara bakışlara duygu ve düşüncelere hangi anı yerleştireyim demekten kendini alıkoyamazsın. Bu güzellikleri hiçbir kamera objesi dahi yakalayamaz.
Bende yarattığı heyecan ve mutluluk belki bazıları için sıradan, klasik yada abartılı da bulacak lakin ben yaşadığım bu son saatlerde hiçbir şehrin sokaklarına, havasına değiştirmem. Şunu bir kez daha tam anladım ki insanın her gün güneşi görmesi onu sardığını ve sevdiğini hatta büyük bir aşkın hazzı gibi kucakladığını sanmıyorum. Gerillada ki fark bu aslında evrenin tam bir parçası olmaları ve evrenin tüm renk cümbüşlüğünü amaçlarında hissetmeleridir. Koşulların yaratmış olduğu zorlukları avuçlarında yaratmış olduğu nasırlar ile, yorgunluğu bir tebessüm bazen de bir yoldaşının sıladan gelmesi ile unutuluyor.
Onlar için sıla veya gurbet hep aynı insanlaraydı, bekleyişler ve umutlar da hep aynı mekanlaraydı. Gerilla için dağlar ovalar bir stratejin gerçekleşmesinde kullanılacak çalışılacak mekanlar değil sadece. Gerilla için dağlar aşkın anlam bulduğu mekanlardı.
JİN EVİNDAR
YORUM GÖNDER