GERÇEK SENSİN EGÎD!
Bir zamanlar yağmurun ellerini tutan, kurak topraklarda fersah fersah dolaştıran, bir yiğit tanımıştım Şengal dağının kimsesizliğinde. O, kimsesizliğe kimse olan bir cesur değildi sadece, bütün dünyanın namertliğine meydan okuyan bir ruhun kimsesiydi.
Akbabaların çöllerde vurulan Êzidî çocuklarının etini yediği zamanlarda tanımıştım onu. Kendine insanım diyenlerin birbirinin yüzüne bakmaya utandığı bir fermanın orta yerinde bakışlarını toprağa dikmişti. Toprağın kalbine dokunmak ister gibiydi, yağmurun elini hiç bırakmadan derine çok derine bakıyordu. Şengal halkının gözlerinde ölüm donmuştu, onun gözleri ise kıvılcım ocağı gibiydi. Herkesin aynı baktığı o zaman ve mekânda farklı bakan bir o, bir de savaşçılarıydı. Herkesin donduğu o mahşerde onların kalbi cayır cayır yanıyordu. Herkesin ölümden kaçar gibi kaçtığı o topraklarda onlar ölümün üstüne üstüne yürüyordu. En önde Egîd Civyan, arkasında ise bir bölük gerilla, Şengal dağının zirvesinde yürüyordu. Puşisi boynunda, silahı omzunda, alnı dik, kararlı adımlarla yürüyordu. Gördüğü herkese kendini zorlayarak gülümsüyor, bir elini havaya kaldırıp selam veriyordu.
Egîd, Şengal de sadece Egîd olarak yürümüyordu, PKK’nin asaletini, korkusuzluğunu, vicdan ve ahlakını da kendisiyle yürütüyordu. Ne kadar gurur duyulsa az geliyordu insana. DAİŞ çeteleri Şengal’i çepeçevre sarıp önüne gelen her varlığı yok ederken elinde silahı, tankı topu olan, binlerce peşmergenin ve Şengal’in komutanı olan Serbest Bapîrî arkasına bakmadan bir konvoy eşliğinde kaçmış, kaçarken de altı yaşlarında bir çocuğa arabayla çarpıp öldürmüştü, üstelik dönüp ölü çocuğu yerden bile kaldırmamıştı. Egîd, böyle bir iklime komutan olarak gelmişti. Ve ben öyle bir iklimde Egîd’i görmüş, en derin ahlarımı gökyüzüne salmıştım. Evet, Serbest Bapîrî de komutandı, Egîd de... Kahramanlar ve ihanetçiler aynı toprağa basıyordu. Tarih kişileşiyor, tarih en acımasız haliyle karşımızda duruyordu. Ah o zaman nasıl hüngür hüngür ağlamak istediğimi anlatamam. Ülkemin topraklarını bu acımasız zıtlıkların kıskacında görmenin bir ifadesi yoktu. Gerçekten bazı şeyleri anlatmak için henüz kelimeler bulunamadı.
Belki de hiç bulunmayacak ve biz içimizi yakan bu kezzabın sızısıyla yaşayacağız. Sadece ve sadece tarihe yalvarmak istiyorum.
“Ey tarih yalvarırım Egîd’i unutma” Serbest’i de unutma! PKK gerçeğini ve KDP’nin yalanını da unutma! Şengal’in gerçek komutanı Egîd Civyan’ın şehadetinin ilan edildiği gün, KDP yine Kürdistan’ın düşmanlarıyla Şengal’e yeni bir fermanın anlaşmasını imzaladı. Başka da diyecek söz yok. Egîd ile arkadaşlığım Şengal dağının zirvesinde başladı. Onu tanıdığım için nasıl şanslıyım, nasıl gururluyum, nasıl acılıyım bilemezsiniz. O dağın zirvesinde bana çocukluğunu, köyünü, beraber gerillaya katıldığı çocukluk arkadaşlarını anlatmıştı. Kelimeleri incitmeden konuşurdu. Ruhundaki ahenge hayran kalmıştım. Şengal’e geldiği günün ertesi, evin sahibi olmuştu. Ben ise bir misafir gibi divanına oturmuş, ona Şengal de tanık olduğum KDP’nin ihanetini, Kasım Şeşo’nun yalanlarını, Serbest Bapîrî’nin korkaklığını anlatıyordum. Gülümseyerek ve sözümü kesmeden dinliyordu. Kelimelerim bitince yüzüne baktım. Kaşlarını çatarak “Ev der Kurdistan e hevala min. Hêlîna xayin û lehenga ye” (Burası Kürdistan’dır arkadaşım hainlerin ve kahramanların yuvasıdır). O cümle yetmişti bana. Bilmediğim bir şey değildi ama hiç bu kadar çabuk ikna olmamıştım o yuvanın acımasız gerçekliğine.
Ben Egîd’i bir gelirken bir de giderken sevmiş, hayran kalmıştım.
Şengal’e ilk geldiği güne ve Botan’a gideceği son güne tanık olmuştum. Hem gelmeleri hem de gitmeleri gurur vericiydi. Hem gelmesi hem gitmesi hüzün vericiydi. Hep yollarda, hep yürürken karşılaştım onunla.
En son onu gördüğümde yağmurlu bir gündü, aniden karşımıza çıkmıştı. Başını benle Jînda’ın başının ortasına uzatıp kulağımıza eğilip gülümseyerek, “Kimseye söylemeyin, bu gece Botan’a gidiyorum, sabah Kato’da çay içeceğim.” İkimizi de bir hüzün almıştı ama o sevinçli olduğu için biz de sevinmiş gibi yaptık. Egîd yine yağmurun elini tutup gitti. Yine boynunda puşisi, yine omzunda silahı ile gitti. Yine gülümseyerek elini havaya kaldırıp gitti. Ey tarih yalvarırım, Egîd’in ne gelmelerini ne de gitmelerini unutma. İçim alev alev yansa da gitmelerine ağıt yakamıyorum, ağlayamıyorum, yasını tutamıyorum arkadaşım. Çünkü “burası Kürdistan...”
MEDYA DOZ
YORUM GÖNDER