APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (2.BÖLÜM)
ÖNDERLİK ÇİZGİSİNE BAĞLI OLMAK BAŞARI ÇİZGİSİNDE YÜRÜMEYİ BİLMEKTİR:
Uluslararası gerici emperyalist çevrelerin ve TC'nin bilinen politikalarının son zamanlardaki temel hedefi olan Önderlik çalışmalarını saboteye yönelik her türlü psikolojik, siyasi, diplomatik baskı yöntemlerini yoğunlaştırdığı bir dönemde, ülkemizde çok önemli bir aşamaya geldiğimiz ve mutlaka çizgiyi işleyen, bunun başarısını sağlayan bir tarzda çalışmalara, savaşa hükmetmek için bizim de Önderlik çalışmalarına yüklenmemiz gerektiği, bunun ne kadar önemli olduğu bütün açıklığıyla ortadadır. Yaşanan günler hem devrimimiz hem de dayatılan karşı devrim açısından hayatidir. Bu her bakımdan böyledir. Sadece sıradan bir askeri hazırlık çalışması yeterli değildir. Ulusal, ruhsal dönüşümden tutalım, çok yoğun bir siyasi gelişme, örgütlenme tüm alanlarda yoğunca sürmektedir. Düşman, özel savaşını boyutlandırarak bunu kendisi açısından varlık yokluk sorunu biçiminde gündemleştirip uygulamak istiyor. Hatta denilebilir ki, uluslararası alanda yaşanan reel sosyalizmin çöküşü, emperyalizmin yeni dünya düzeni adı altında oluşumlarının ortaya çıkışı, buna karşı devrimden vazgeçmeyen, bilakis bunu daha da gündemleştirip devrimi başarmak isteyen parti öncülüğündeki Ulusal Kurtuluş Hareketi artan dikkatleri üzerine çekiyor.
Emperyalizm, Parti Önderliği'ni uluslararası alanda da tehlike olarak değerlendirmeye çalışıyor. Aynı zamanda uluslararası alanda bizimle, devrimle birlikte baskıya, haksızlığa karşı direnmeye devam etmek isteyen güçlerin de ilgisini topluyoruz. Ve bu, her zamankinden daha fazla böyle oluyor. Dolayısıyla buradaki çalışmalar dikkate değer bir süreci yaşıyor. Buna bir de parti içindeki gelişmeleri eklemek gerekiyor. Parti içi gericilik, her türlü yüzeysel, yenilmiş düşünce ve alışkanlıklar ile hesaplaşılıyor. Parti içindeki gelişmelere doğru önderlik edilmezse, bu bizi belki de düşmanın verdirdiği kayıplardan daha fazla kayıplara götürür. Parti bünyesindeki çözümleme ve yenilenme düzeyi dikkate değer bir aşamayı yaşamaktadır.
Gelişmelerin kişilere takılması dönemi bitmiştir. Yine kaynağı belli olmayan tutum ve davranışların teşhis edilemeden kendini yaşatma çabaları değerlendirmeye tabi tutuluyor. Her türlü davranış, neye, nasıl hizmet eder, nereye götürür biçiminde sürekli ve eskisiyle kıyaslanmayacak tarzda her zamankinden daha fazla değerlendirme konusu yapılmaktadır. Uluslararası sosyalizmde formel yönün aşılmasına en çok kendimizde, yaşayan bir örnek olarak cevap veriyoruz. Hem kendimizi çözümlüyoruz hem de sosyalizmin tıkanıklığının nedenlerini göstermeye çalışıyoruz. Bütün bunlar parti içi netleşmeyi ileri bir düzeyde yaşamamıza yol açıyor. Yaşanılan, ulusal olduğu kadar uluslararası; demokratik olduğu kadar sosyalizmdir. Tarihsel olduğu kadar günceldir; bireysel olduğu kadar toplumsaldır. Çalışmalarımızı böyle sürdürüyoruz.
Fakat kişi olarak partileşme, yine savaş sürecini yaşayanların olup biteni çok sağlam yakaladıklarını ve sonuç aldıklarını belirtmek zordur. Bizim için hayli sorun olan; gelişmeleri çok geriden takip etmek, devrim için çok önemli olan anın görevlerine layık olmamak, taktiği yakalamamaktır. Yine kadronun çok geriden ve yüzeysel yaklaşımları başarı yerine birçok başarısızlığı yaşatmaya neden oluyor. Kısaca PKK'de yaşatılmak istenen devrimcilik ne kadar ileri açılımlara, günlük siyasal düzeye imkan verse de kadrosal yaklaşım geriden, ağır ve o denli sancılı oluyor. Bu bir çelişkidir ve bunu çözmeye çalışıyoruz. Burada yanılgılı ve sahte yaklaşımlar ileri düzeydedir. Hatta alışkanlık denilen büyük bir gericilikle karşımızdadır. Kişilik dediğimiz ve çok çeşitli koşullar altında şekillenen oluşum, düşmanın düzen içi yaşamından kaynaklanmıştır. Düzen içi yaşamdan etkilenen ve onu temsil eden kişilikler, şu anda en büyük düşman olarak karşımızdadır. Onu yıkma yerine ölümüne ondan "vazgeçmem" diyor. Büyük inat buradadır. Militan yaşama gelmeye yanaşmıyor. Karşımızdaki diğer bir önemli özellik de budur.
Bütün çabalarımıza rağmen gelişmeler sınırlıdır. Bunun nedenlerini sıkça ortaya koymaya çalışıyor, bu durumun aşılması üzerinde çokça duruyoruz. Fakat yine inat ediliyor ve bunda ısrar ediyor. Esas itibarıyla bunların aşılması için çalışmalarımıza bütün gücümüzü verdik ve giderek derinleşen gerçeğimizle onun ileri kazanma doğrultusunda yol alması, çözüm bulması için büyük katkılar sunmaya çalıştık.Bu katkıları almayan kim, neden alınmadı? Bilerek veya bilmeyerek neyle yetindi? Neden böyle oluyor? Bunlar kendinize en çok sormanız gereken sorulardır ve artık birtakım cevapları da vermelisiniz. Son zamanlarda düşmanın alanımıza fazla yüklenmesinin bir nedeni de budur. Buradaki çözümlemeler esas itibarıyla sadece mücadelenin beyni olmakla kalmıyor; yüreği, hatta yürütücü gücüdür de. Gerek sayı olarak, gerekse de uzun süre itibarıyla buradaki kalışımız artık uluslararası baskıyı bu alan üzerinde yoğunlaştırıyor. Bu durum, alandaki çalışmaları biraz sınırlandırma gereğini ortaya çıkarmıştır. Bırakalım uluslararası baskının buranın siyasal durumuna etkisini; kendinizin böyle devam edemeyeceğinizi artık anlamanız gerekiyor. Uzun yıllardan beri iyi hizmet ederek bu hizmete layık olmaya ve onu biraz hayat bulacak bir biçimde kullanmaya çalıştık. Bu temelde sizin yönünüzü devrime, gelişmeye doğrultmak istiyoruz.
Büyük bir inadınız var. Ölüme büyük bir hızla koşuyorsunuz, fakat gelişmeye gelmiyorsunuz. Nedir bunlar? Büyük gerici alışkanlıklar, tutucu inat dediğimiz kendi yaramazlıklarına sarılış neden? Bunlarla ne yapacaksınız, ne kazanacaksınız? Kişi etkinliği ve inisiyatifinin fazla kullanılmadığı açık. Biz her zaman insana güveni esas aldığımızı vurguladık. Bunun anlamı şudur; eğer kişi devrimcileşirse, devrim için her şeye cevap verebilecek bir nitelikte olmayı ifade eder. Deneyim ve tecrübesi ileri boyutta olanlar da kendini yenilerler gerekçe ileri süremezler. O halde bu çözümsüzlük nedir? Zamanında bütün parti yapısını çok uyardık; yaşama saygı için, hatta biraz özlemleri varsa onlara bağlı kalmak için kendilerini doğru yola koymaları gerektiğini ve bu tutumu almalarının şart olduğunu belirtmiştik.
Politikada başka türlü kimsenin kimseyi yaşatmayacağını, bu konuda affedilmez bir durumun yabancı ellerde kölece bir yaşam, aşağılık bir olay olduğunu ve bunun hiçbir zaman göz ardı edilemeyeceğini, edilmemesi gerektiğini belirttik. Her türlü yaşamı kendinize reva görmeye alışmışsınız. Her türlü davranışı kendine layık görme yaklaşımları doğru değildir. Bu sahte kişiliği atalım. Bu nokta önemlidir. Ama biraz da yerinde olsun, şereflice olsun, bir şeyler yapma anlamında olsun. Bizde, çok kötü bir ölüm çizgisi ya da çok esef edilecek, lanetlenecek bir yaşam çizgisi kabul edilemez. Bu sahtelikleri bırakın, doğrusu ortaya konulmuştur. Kendinizi biraz ona verin. "Kişiliğimiz, irademiz" diyerek şimdiye kadar onlarla neyi yaşadınız, neyi kazandınız? Onlarda ne var? Vatan mı, özgürlük mü kazandırdı? Size şeref mi, gurur mu bahşetti? Hiçbir şey! İflas etmiş kişilik her şeye razı. Kölelikte, düşmekte sınır tanımayan tutum ve davranışların sahipleri kimlerdir? Bunu ne kadar önlemeye çalıştınız ve ne kadar başardınız? Bu sorular yakıcıdır, mutlaka cevap ister. Ben bunları çok kapsamlı ortaya koymaya çalıştım.
Halen “inadım inattır, inadım eşek inadıdır” deyip açılamama, çözülememe, başarıya yürümemenin izahı olamaz. Saflarımızda kimseyi de böyle yaşatamayız. Benim yaşadığım ruh hali, düşünce hali; siyasi tavrın böyle yaşanılmayacağı ve benim de buna sorumluluk etmemem gerektiği biçimindedir. Hatta kendime saygım varsa bunu böyle sürdürmemem gerektiği, insanları böyle yönetmenin, onlara böyle önderlik etmenin sağlıklı olmayacağı biçimindedir. Bu, halk için böyledir ve yaşanan güncelliğin hatırı için böyle olması gerekir. Her şeyin nasıl beş paraya satıldığını ve ardına bile bakılmadığını, değerlerin nasıl ihanete uğradığını, hatta herkesin temel değer dediklerinin bizim için beş para etmez duruma getirildiğini Kürdistan tarihinden çok iyi biliyoruz. Bizim hareketimiz bu konudaki iddia ve pratiğiyle doğruyu, insana yaraşır olanı esas aldığı yolda oldukça ilerledi. Belirttiğimiz gibi yaramaz, yetmez davranışlar kendisini bu doğrultuya dayatıyor ve çoğu zaman da bu, bilinmeden böyle oluyor.
Savaş kızıştıkça tarafları netleşir, bilinçlenir ve taraflar her şeylerini ortaya koyarlar. Eğer düşman tarafı, tarihin büyük tecrübesine, yine savaş tecrübesine, büyük uluslararası desteğe, imkan ve olanaklara sahipse bundan çıkaracağımız sonuç, herhalde kendini koyverme, kendini ölüme yatırma değil; gelişen bilinciyle artan her türlü güncel savaş sorunlarına cevap verebilen bir militan gerçekliğe ulaşabilmedir. Kendimizi neden aldatalım! Hazır örgüt ve savaş imkanlarını değerlendirmeyen kim? Aldatan tutum ve davranışları yoğunca sergileyen kim? Bu tutum karşısında halen neye varım diyebilirsiniz? Gençsiniz, enerjiksiniz, bunları niye kullanmıyor, bu soruları kendinize neden sormuyorsunuz?
Sonuca bir türlü gidememe sizin sorununuz. Biraz namusluyum ve devrime karşı sorumluyum diyen birisi çok kısa bir sürede birçok şeyi gündemleştirip çözüme kavuşturur. Benim burada belirtmek istediğim, kötü niyetli gelişiniz ve fedakarlıktaki noksanlığınız değildir. Devrim bir sanattır, bu sanatın incelikleri ve hususiyetleri vardır. Devrim, buna ulaşabilme gücünü göstermektir, çok ağır olan sorunlara anında ve yerinde çözüm gücü olmayı sağlayabilmektir. Hepimizin karşı karşıya olduğu sorunlar bunlardır. Size çok zaman, çok imkan da tanınsa elimizdeki malzeme böyle olduktan sonra neye yarar, neyi ifade eder? Şu ortaya çıkmıştır ki, artan savaş imkanları başı boşluğa, sorumsuzluğa götürmüştür. Her gün ilgisizlikten onlarca değerli halk evladı savaşa daha ilk adımını atmadan devriliyor. Bunlara, sınırlı bir örgüt görevine, bir ilişkiye, bir koordinasyona el atmayanlar neden oluyor. Bunlar en büyük savaş suçlusu değil de nedir? Bu kadar eğitim, imkan ve olanaklar sunmuşuz, ülkede bunu kullanmamak sorumsuzluk değil de nedir?
Uluslararası alan bize ne versin? Dünya tarihinde bir halkın; hem de bizim gibi bir halkın pratiğinde görülmemiş bir pratiği burada gerçekleştireceksin, ama bunu da asgari düzeyde bile kendi koşullarına uygulayamayacaksın! Bunun adı büyük sorumsuzluk, suçluluk değil de nedir? Artan savaş ve örgüt olanaklarına, öncülük için işin teorisi, çözüm gücü bu kadar olmasına ve tümüyle ayağa kalkmak isteyen bir halk gerçekliğine rağmen buna ilgi bile duymayıp yine bildiğini okuyacaksın! Hazır olana bile kollarını uzatmama nerede görülmüştür? Olgun bir elma bile ağaçtan düşüşte kavuğa girmez. Arkadaşlar, siyasi ürün toplamaya, yani armut piş ağzıma düş diyecek kadar bile ilgiyle yaklaşmıyorlar. Böyle siyaset yapılır mı? Biz kendi sorumluluğumuzda bir şeyler olgunlaştırıyoruz, gündemleştiriyoruz, buna bu kadar sorumsuzca yaklaşmanın ne gereği var? Şimdiye kadar siyaset diye, savaş diye bir olayın kenarından geçmediğinizi biliyoruz. Hiç olmazsa öğrenmesini, bir olaya doğru yaklaşıp olayın, olgunun kokusunu doğru almayı bilin. Bir gün bebek, on gün bebek, on yıl bebek gibi davranmanız artık kabul edilemez.
Yaş ortalamanız otuzu geçiyor; 1970'ler için, 1980'ler için öyle, ama 1990'lar için artık öyle olamaz. Hiçbir bahaneye sığınmadan, savunmaya girmeden ve kendisi için bir gerekçe yaratmadan asgari de olsa bu devrimin içinde yer almak istiyorsanız, her zamankinden daha fazla sağ duyulu olmalı ve gerçeklere saygıyı esas almalı, yürümede irade gücü, mümkünse öncülük gücü olabilmeyi başarmak zorundasınız. Başka seçenekleriniz olsa bile bunlara tenezzül etmeyerek, devrimci yürüyüşün görkemini, büyüklüğünü hiçbir şeyle değiştirmemelisiniz. Bu yol, şimdiden toplumun temel çekim gücüdür. Zorunluluktan da öteye bir gönüllülük olarak bu tutumun içinde olmak artık bizde bir yaşam ölçütüdür. Üstelik bu, ahım şahım bir devrimci ölçüt de değildir. Ayrıca ekmek de, özgürlük de bu tip yaşamla mümkündür. Aksi halde yerlerde sürünülür. Uşaklık da yapmak isteseniz bundan daha kötüdür. Çünkü devrim hesap soruyor. Durumları biraz gerçekçi anlayın.
Parti içindeki savaşımı, mücadele ve zaferi mümkün kılacak ölçülerde götürelim. Nerede eksiklik ve saptırma varsa onu aşma gücüne ulaşalım. Şimdiye kadar sağlanan tecrübe bunu fazlasıyla sağlamaya yeterdir. Neden böyle ağırsınız? Neden bu alışkanlıklara, devrimcileşmeye gelmeyen tutumlara sahipsiniz? Bunu kendinize sormalısınız. Çünkü sizin üslup ve tarzınız sonuç almıyor. Bazıları belki parti içinde yaşadıklarını, hatta savaştıklarını sanabilirler. Fakat çok açık ki, bu savaşın bizim tarafımızdan yönlendirilmesi olmadan, en benim diyen komutanın ya da karargahın, bir çalışma komitesinin bile tek başına partiyi yenileyeceğini ve başarıdan başarıya koşturacağını sanmıyorum. Aksine, çoğunun ömrü aylarla değil, günlerle sınırlı olur. Bu durumda olan ben değil, sizlersiniz. Bu konuda biraz sağ duyulu ve ölçü sahibi olalım. Kendimizi kandırmadan, namusumuz ve onurumuzla kendimizi yaşatalım.
Ayrıca bunun da az çok başarılı bir yürüyüş ve savaşımla mümkün olduğunu unutmayalım. Bu tür işler çocuk işi değil. Bu işler, yaşamda iflas etmiş olanların sandığı gibi boş işlerden de değil; hayatın en dolu ve en sorumluluk isteyen işidir. Şimdiye kadar her şeyi biz bunun için ortaya koyduk. Yaşamların en katlanılmazına tahammül gösterilmesi bunun içindi. Umarım artık sizler de bu temelde yaklaşırsınız. Yalnız bir alanda değil, tüm alanlardaki partililer bundan sonra böyle yaklaşmalıdırlar. Başka türlü sorumluluk yapamam. Herhalde bir kişinin nefesi bütün yeri göğü dolduramaz. Çünkü sınırlıdır; etkinlik sahası, gücü belli çerçevededir. Yanlış anlamayın, fakat öyle anlaşılıyor ki, bir Önderlik psikozu ortaya çıkmış; düşman başka türlü, dostlar başka türlü, sizler başka türlü anlıyorsunuz. Aslında çoğu büyük yanılgılarla yüklü. Önderlik bağlılığı, büyük oranda kendi zayıflıklarını kapatmanın bir aracı yapılıyor. Bu çok tehlikelidir. Zaten bu yüzden kendimi sürekli gözden geçiriyorum. Ve yanlış anlamaya, uygulamaya tabi tutulmaktan korunmak istiyorum.
Eğer bir önderlik hem halk için, hem parti için büyük zaafların örtbas edici gücü olursa, o hareket büyük tehlikelerle yüz yüze gelmiş demektir. Önderlik elbette gereklidir. Zaten bu gereklere dayanarak bir şeyler yapmak istiyoruz. Fakat kişinin bunu yetmezliğinin ya da kendini sahtece güçlü kılmasının, hatta sınıf eğilimlerini bile buna dayandırarak ifade etmesinin aracı yapması kabul edilemez. Buna müsaade etmemeliyiz. Önderliğin haddi hududu, yerine getirmesi gereken görevleri bellidir. Bunu sonsuzlaştırmayalım, sembolik olarak bu anlama da gelse pratikte gerçekleşme gücünü doğru kavrayalım. Bu işi çocuk işi olmaktan ve kendini habire aldatmanın aracı olmaktan çıkarmak istiyoruz. Bu temelde ilk defa dostun da, düşmanın da saygı duyabileceği bir çalışmaya güç getirmek istiyoruz. Bunu anlamalısınız. Hayat sizin için dalgadan da ibaret olsa, sürekli alay edilen, sürekli beş paralık duruma getirilen kişiler de olsanız artık saygınlıklı bir yol almayı bilmelisiniz. Bu konuda artık kendinizden duyduğunuz utancı veya sahte böbürlenmeyi bırakmalısınız. İşte bu, PKK'de ifadesini bulan, başarıya götüren çalışmaya ve çizgi devrimciliğine doğru yaklaşımdır.
Biz bunu ispatlamak istedik ve ispatladık da. Üstelik bu, öyle kolay başarılacak bir iş de değildi. Şimdi siz sarsıntı bile geçiremiyorsunuz. Ben halen bu kadar tecrübe ve güce rağmen değerler karşısında oldukça ilgili ve pür dikkat bir durumdayım. Ya siz? Kendi kendinize doğru dürüst bir pozisyonu bile tutturamıyorsunuz. “Asker ya da komutan olacağım” diyeceksiniz, ama birçok şey karşısında kılınızı dahi kıpırdatmayacaksınız. Böyle komutanlık, askerlik mümkün mü? Bunu kendinize nasıl yakıştırıyorsunuz? Diyelim ki aldatıldınız, kötü yetiştirildiniz ya da evde, sokakta nerede olursa olsun size söylenmedik şey kalmadı. Bütün bunlar düşmanın bir dayatması, ama siz buna karşı devrimci bir ayağa kalkışı ifade ediyorsunuz. Eğer bu söze bağlıysanız, bütün yaşamınız yüz seksen derece değişmiş demektir. Dolayısıyla "kafam almıyor, yüreğim taşımıyor" diyecek durumda olamazsınız. Bunu ben söylesem belki hakkım olur, ama sizin bunu söylemeye asla hakkınız yok. Yenisiniz, gençsiniz, öyle fazla yıpranmışlık durumlarınız da yok. Neyi başardınız da öyle oldunuz? Neyi çözdünüz de tıkandınız? Hangi temel soruna el attınız da imkan, olanak bulamadınız? Diyelim ki eskiden bunun bahanesi vardı, peki şimdi de var mı? Dolayısıyla burada kendinize soracağınız çok önemli ve mutlaka cevabı verilmesi gereken sorular var. Başka türlü kimse sizi taşıyamaz.
Ben akıllı adamlarla çalışmak, iyi savaşmayı bilenlerle savaşmak zorundayım. Diyelim ki deliler topluluğundan geldiniz; kabul, ama ilk sözü, ilk emri aldıktan sonra bu işe bir son demelisiniz. Başka türlü biz adam olamayız. Bazen adeta kendime saygıyı bile yitirecek duruma geliyorum. Neden? Bir insanı yüceltmek uğruna, bu kadar düşkünlükleri neden sahipleniyorum diye düşünüyorum. Birçok kişiliğin yemediği, yutmadığı pislik kalmamış, bununla nereye, nasıl gidilir? Ne, nasıl karşılanır? Bütün bunlar çözümleme ve kişiyi arındırmak içindir. Çünkü bize başka türlü değer biçilmiyor. Bir düşman düşünün, halen senin adınla dalga geçiyor, "var mıdır, yok mudur, konuşsun mu, konuşmasın mı" tartışmasını yapıyor. Üstelik bunlar, sizin mensup olduğunuz toplum için yapılıyor. Şu garip duyguya kendinizi kaptırmış gidiyorsunuz: Şimdiye kadar on saat, on altı saat çalıştırılmışsınız. Bunun karşılığında size küçücük bir ücret verilmiş. Partiden de beklediğiniz adeta budur. Sizlerde "veriyoruz, ama parti de bizi biraz yaşatsın" düşüncesi hakim. Bu son tahlilde düzen içi bir ücret anlayışıdır, dolayısıyla devrimcilik değildir. Bu, küçük burjuvazinin ücret anlayışıdır ya da köylünün, düzen içi emekçinin anlayışıdır. Aslında çabayı, devrimi başarılı kılacak düzeye çıkarmamanın nedeni budur. Bu anlamda siz bir küçük burjuvasınız. Yani düzendeki, bu kadar çalışmanın karşılığı bu kadar yaşanılır anlayışının çok ağır etkisi altındasınız. Partiden de istediğiniz, beklentiniz budur.
"Normal insan böyle çalışır, böyle yaşar" diyorsunuz. Ben de diyorum ki, PKK biçimindeki bir örgütte olağanüstü insan böyle savaşır, böyle çalışır. Karşılığında da maddi olarak pek fazla alabileceği bir şey yoktur. Ama manevi olarak alacağı çok şey vardır. Bizdeki kişi, dünyalar kendisine verilse de fazla tenezzül etmeyen kahraman kişidir. Bunu anlamalı ve PKK‟deki yaşamın bu özelliklerini bilmelisiniz. Bizim çalışma alanımız, yaşama büyük saygıyı ifade eden ve bu anlamda yaşamı yeniden yakalamanın ocağı olan, sonuçta kendi şahsında bir halka başarı kazandırmayı sağlayan bir alandır. Önderlik çalışmalarının anlam ve önemi, bu çalışmaya ilk adımı atmanın, burada son sözü söylemenin özü budur. Bizim tempomuz ilk gün neyse şimdi de odur. Güne anlamlı, yararlı bir işle karşılık vermemiz ilk günde neyse şimdi de öyledir. Dolayısıyla kendisini değiştirmesi gerekenler böyle anlayarak değiştirmeli ve kendilerini yeterli kılmalıdırlar. Zaman fazlasıyla verilmiştir. İmkan ve olanaklar hepinize iş yaptıracak kadar zengindir.
Artık nerede olursa olsun başarısızlığın imkansızlıklarla izah edilemeyeceğini; tam tersine, kişinin kendisini doğru kullanmasıyla bağlantılı olduğunu, sadece ve sadece kişinin anlayış ve tutumuna yüklenilmesi gerektiğini açıklıkla belirtebilirim. Partili olmanın, partiyle yürümenin doğru ifadesi budur. PKK denilen olay, PKK'de savaş denilen olay budur. Bu, bir günde de anlaşılır. Eğer anlamazsanız bin gün de tekrarlanılarak, siz kavrayana kadar anlatılır. Başka türlü bizimle yol almak, bizimle yaşamak mümkün değildir. Yani bazı değerleri artık yakaladığınıza, temsil ettiğinize kendinizi inandırmalısınız. Başkaları sizi taşımak istemiyor. Bu düşman size yer vermek istemiyor. "Ya teslim, ya ezilme" diyor, hakkınızdaki ferman budur. Doğru anlayın. Ben sizi her zaman taşıyamam. Benim de üzerimde büyük uluslararası güçler çalışıyor. Tamamen iç gericilikle uğraşayım, iç çözümlemelerle uğraşayım, ama bir kısmınız da bunu biraz anlayabilmeli ve mümkünse üzerine düşeni biraz yapabilmelidir.
Önsöz de budur, son söz de budur. Sizi zoraki yürütmek isteyen yok. Karşınızda "gelin şöyle savaşın, böyle görev alın" diyen de yok. Fakat bu işlere talipseniz bu söylediğimiz çerçevede olmalı, bir şeyler yapmak isteyen bunu bu çerçevede yapmasını da bilmelidir. Yapmayı bilelim derken, bu işin sanat kısmından, yaşatma kısmından bahsediyorum; ölüme yatma kısmından değil. Bir görev aldıysanız hiç olmazsa ona doğru yaklaşmayı bilin. Bu haliniz bana hasta insanları hatırlatıyor. Ben bu kadar iş yürüttüm, yaptıklarımdan böbürlenmiyorum, ama son ana kadar da çabalarıma toz kondurmadığıma inanıyorum. Peki bu yaşta bu haliniz nedir? Hiç olmazsa bundan sonra kendinizi kılı kırk yarıp temizleyin ve doğru bir pozisyonun sahibi haline getirin. Başka türlü ne askerlik, ne örgütçülük yapılır, ne de cephe gerisinde veya cephe ilerisinde çalışılır. Savaşanlarımıza bakıyoruz, çok ucuz ortaya çıkıyorlar ve vuruluyorlar. Düşman gelip boğazını tutuyor, ama farkında bile değiller. Bu, benim savaşçılığım değil. Ben düşmanın nefesini bin kilo metre öteden duyarım ve tedbirini alırım. Sığınağa girmişler ya da yolda yürüyorlar, düşman beş metre ilerde, fakat gözleri görmüyor. Bu savaşçılığın benimle alakası yoktur. Sizin düşmana, yaşama yaklaşımınızın benimle bir alakası yok! O zaman bu savaş yerinde ne diye varsınız, savaş meydanına neden çıktınız? Bunu kendinize izah edin.
PKK'de neden taktiğe, sağ duyuya, halkın bile o sağ duyusuyla yakaladığı, kavradığı birçok şeye zıt olan bir yaşam sürdürüldü? Bu savaşçılık, bu örgütçülük, bu sorumluluk veya sorumsuzluk neden? Yapmayalım, kendimize gelelim! Garip bir PKK'cilik türü ya da savaşçılık türü ortaya çıkarılmış ve bu sürdürülüyor. Dağların doruklarına ulaşmış, ama düşman halen onları keklik gibi avlıyor. Ölünmez demiyorum, ama herhalde bu aşamaya gelindikten sonra insan kendisini düşmanına pahalıya patlatabilir. Çocuk gibisiniz; bütün bunları böyle yaşarken, yaparken "haydan gelmiş, huya gider" diye düşünüyorsunuz. Nasıl doğduğunuzu, nasıl büyüdüğünüzü bile bilmiyorsunuz. Bir savaşımınız varsa çocuk gibi kullanıyorsunuz, onun duyguları ile yaşıyorsunuz. Yaşam sizin için ne anlam ifade eder? Bulduysanız yemi alırsınız, çekersiniz suyu, zehir midir, haram mıdır fazla sormuyorsunuz. Yolun doğru olup olmadığını düşünmüyorsunuz. Birisi yürü demiş siz de yürüyorsunuz. Bunu söyleyen ben değilim. Ben böyle bir önder değilim. Benim nasıl bir önder olduğum nettir. Neye, nasıl önderlik ettiğim açıktır. Bunu kalın kafalı bazıları anlamak zorunda. Benim için tehlike, benim için düşman, benim için imkan ve benim için savaşım olanağı bellidir. Sıradan savaşçı bile "anlamadım, bilmedim" demesin. Küçük bir dersle bunu anlatmak zor değil. Uzaktan dinlemek de zor değil. "Sana inanıyoruz, ama böyle de yaşarız" demeyin.
Bana inanıyorsanız, beni esas alıyorsanız böyle yaşayamazsınız. Birbirimize saygılı olalım. Benim savaşçılığımın bir adı vardır; o da ortada ve çok açıktır. O zaman niye bizi böyle düşürmeye, yenilgiye götürmeye çalışıyorlar? Ne diye en berbat bir şekilde özeleştiri tutumuna giriyorlar? Bu kabul edilemez. Öl, ama sağlam öl! Yaşa, ama sağlam yaşa! Fakat savunulabileceğin şeylerin de olmalıdır. Benim için mi ülke kazanıyorsunuz? Benim için mi özgürleşiyorsunuz? Oysa buna benden daha fazla muhtaç olan sizlersiniz. Bir şeref sözünüz olmalı, bu da kazanmakla mümkündür. Düşünme, taktik belirleme, yapma diyen kim? Ben şunu her zaman söyledim; yanlışlık benden bile kaynaklansa tavır sergilemekten çekinmeyin. "Komutan söyledi, yönetimden kaynaklandı" demek savunma nedenleri olamaz, savunma gerekçeleri böyle geliştirilemez. Bütün bunlar yanlıştır! Dolayısıyla günün önemini, savaşın yakıcılığını ve halkın da inanmışlığını göz önüne getirerek böyle bir çalışma gücüne ulaşmalısınız.
Ben burada nefes nefese on üçüncü yılımı dolduruyorum. Burada bıkan, sabretmeyen ya da her şeyini ortaya koymayan yok. Peki almayan kim, buna layık olmayan kim? Bu soruyu başkaları kendilerine sormalı. Benim ülkemde, oldukça çekici dağlarımızda bir imkanı, bir olanağı değerlendirmeyen kim? En başta insanı, silahı değerlendirmeyen kim? Bu sorular yakıcıdır ve cevap ister. Sizin de bir şeref sözünüz, bir başarı sözünüz olmalı. Bunu sağlamadıktan sonra kendinize uyumayı, sakat yürümeyi haram kılın. Bir söze bağlı olmanın, bir ant içmenin tek anlamı budur. Bu, partiye köklü bağlanmanın, kendi şahsında partiyi temsil etmenin tek yoludur. Artık böyle bağlı olmalar, böyle söz vermeler başarılmalıdır. Toplumun kendi kendini aldattığı gibi çok sahtece, nasılsın denince "iyiyim" demeyin. Hiç iyi olmadığı halde iyi olmaya, hiç başarılı olmadığı halde başarılı olmaya dair kendi kendinize söz vererek kendinizi aldatmayın. Bu dönemi aşalım; iyi nedir, başarı nedir, artık bütün yönleriyle görelim.
PKK'de yaşam böyle organize ediliyor, PKK'nin savaşta yol almak isteyen güçlerine böyle çıkış yaptırılıyor. Eskileryeniler, gidecekler-gelecekler artık ilk sözünü de son sözünü de böyle vermekle, gerçekleştirilmesi gerekenleri böyle gerçekleştirmekle karşı karşıyalar. Belirttiğimiz gibi, bin gün de sürse yine de gerçekleştirilecek çıkış böyledir. Gerçekleri bu temelde dillendirmeye çalışıyorum. Belki eksik, belki fazla, fakat tarih de, güncel siyasi gerçeklik de bana bunu söylettiriyor. Şüphesiz ki, özlemelerinize uygun bir yaşam imkanı kazandırmak istiyoruz. Yaşam hız kazanmıştır. Ona ulaşma demiyorum, ona öncülük etmek gerekir. Bu konuda tutarlı olma gereği çok açık. Ben bunun sorumlusuyum ve sorumluluğumu en son nefesime kadar yerine getirmek isterim. Beni yanlış anlamayın, kişisel bir meseleyi kurtarmak istemiyorum, ama sizi öyle yüz üstü bırakmak da istemiyorum. Şunu hiçbir zaman unutmayın; her şeyin düşman tarafından ya teslim, ya ezme biçiminde hal edilmek istenildiği bir dönemde sizin göstereceğiniz tek karşılık kendi başarınızdır, sadece ayakta kalmak değil, düşmanı başarısızlığa uğratmaktır. En önemli sorunumuz budur. Teslim alınmak istenen PKK gerçeğidir, PKK savaşçılığıdır. Birey olarak siz bir hiçsiniz ve ezilmekten kurtulamazsınız. Bunu neden anlamıyorsunuz! "Biz ölürüz" demek PKK çizgisine layık değildir. Teslim olanlar var, hem de en lanetli bir biçimde. Ölenler ölüyor, fakat PKK bunu kendine yakıştırmayan bir harekettir.
HALKLAR ÖNDERİ (2.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER