APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (54.BÖLÜM)
ÖRGÜTTEN KOPMAK ANINDA KAYBETMEK DEMEKTİR
Biz, sizden fazla bir şey istemiyoruz. Bizim ortamımıza kendiniz geldiniz. Bunun ilk adımı,karşısında olduğun gerçeği bir parti adına, bir ordu adına anlamadır. Artık ciddiyeti gerektiren çok şeyiniz var, önemli olan kendinizi ona ikna etmenizdir. Bazılarına bakıyorum, iki doğruyu göremiyor. Neredeyse gözümün içine baka baka beni kandırıp işin içinden sıyrılacak. Kendi yapay, yaramaz kişiliğini benden aldığı güçle kamufle edip, sağa-sola daha tehlikeli bir biçimde dayatacak. Bu işlerin böyle olamayacağını gördünüz. Düşman öyle bir ölüm şekli geliştirmiş ki! Düşmandır yapar, ben buna tepki de duymam. Çünkü düşmanın işi düşmanlık yapmaktır. Ancak siz neden kendi yaşamınız için gerekli olanı yapamıyorsun? Kendi ölüm tarzınıza bakın, bunun izahı gerçekten mümkün değil. Şundan nefret ediyorum; “zindanda insan haklarına tecavüz var, biz direniyoruz, ölüm orucundayız” diyorlar. Aslında o ölüm orucu bu temelde yapılmadı. Mazlumlar, Kemaller, Hayriler tek bir amaçla; ideolojik-siyasi bir amaçla o eylemi yaptılar. Hayri “Partili olmaktan vazgeçirmek için bu işkenceleri bana dayatıyorsunuz” dedi ve partiden vazgeçmemek için ölüm orucuna yattı. Kemal de aynen öyle söyledi. Mazlum, bunu en derinden hisseden birisiydi. İdeolojik mücadele için bu eylem gerekliydi, onun için kendini feda etti. Daha sonra gelişenlere bakalım, bir koğuştan diğerine gitmek için, volta atmak ve birbirleriyle konuşmak için ölüm orucuna yatıyorlar. Böyle olmaz! Düşman bu zaafı tespit etmiş, kedinin fareyle oynadığı gibi sizinle oynuyor. Siz zindandasın, orada kedi sizinle her gün oynar. Al sana küçük bir hak diyor. Ne hakkı? “Kazandığımız haklar” diyorsunuz. Nedir kazandığınız haklar?Şimdi bu kadar seviyesizleşme var.
Bu aynen gerillada da böyledir. Ben bu örneği şunun için veriyorum: Düşman orada da sizinle kedinin fareyle oyandığı gibi oynuyor. Orada da bu sefer örgüte karşı bireysel hak isteniliyor; “ben keyfi yaşamak istiyorum, komutayı bu temelde kullanacağım” deniliyor. Düşmanınızı görün, şimdi düşman sizin üstünüzde. Yarın o sizin “hak” dediklerinizi sizinle birlikte yerin dibine batıracak. Bazıları şimdi bütün örgüte karşı duruyor, “benim istediğim olmazsa ben de savaşmam” diyor. Sizin istediğin nedir? Sizin istemeniz gereken, savaş hakkını doğru kullanmak olmalıdır. Çünkü savaşın içindesiniz, savaşın hedefleri ve kuralları var. Siz bunları bir tarafa bırakıyor, “ben kendimi nasıl yaşatayım” diyorsunuz. Orası kendinizi yaşatacağınız yer değildir. Orada kendinizi ancak savaşla yaşatabilirsiniz. Parti içinde olduğunuz halde partinin hiçbir kuralına gelmiyor ve tepki duyuyorsunuz. Yaşamı bu temelde ele alıyorsunuz. Kuraldan, yoldaşlıktan koptuğunuz anda kendini özgür hissediyor, “bana dokunmayın, dokunursanız ben de bozarım” diyorsunuz. Özgürlük deyince aklınıza bu geliyor. İşte en akıllısı partiden koptu da ne elde etti? Buralarda siz de çok tehlikedesiniz. Örgütten kopmak, derhal kaybetmek demektir. Çizgiden kopmak, köprüden geçerken güm diye dereye yuvarlanmak demektir. Çizgi köprüdür. İnsan köprüden yuvarlandığında nereye düşerse, çizgiden koptuğunda da oraya düşer. Tüm bunlar kanıtlanmıştır. Şimdi sizin bize dayattığınız budur. Geldi deliler ordusu! Ya köprünün sağına soluna dolanıyorsunuz, ya da köprüden atlamaya çalışıyorsunuz. Benim bütün yaptığım, sizleri köprüden sağ geçirmektir. Gece gündüz yaptığım budur.
Biraz akıllanın, bir köprüde, yani bir çizgide doğru yürüyün. Düşünceleri yokmuş! Peki düşüncesi olmayan nasıl insan olacak? Kaba güce sığınmışlar! Peki kaba güç kimde var? Kaba güç, aslında insan olduğun için sende değil, düşmandadır. Kaba güç bile örgütle, silahla olur. Ben size bir tabancayı, bir kleşi nasıl elde ettiğime dair bir çok şeyi anlattım. Bu silahlar sizin elinize nereden geçti? En zenginim diyen babalarınız size bir kleş verdiler mi? Dağlarda bir iki ay sizi dolaştırdılar mı? Buna güçleri var mı? Yok. Biz bu silahları iğneyle kuyu kazar gibi kazandık ve emrinize verdik. Bu silahlarla güç olduklarını sanmışlar! Eşkıya Hamido‟ya gidin sorun, silahı böyle kullanmamıştır. Biz silahı bu temelde kazanmadık. Sizler yarı kontra gibi sağa sola saldırıyorsunuz. Neymiş, kaba güç sahibiymiş, kaba gücüne dayanarak yaşıyormuş! Her kuraldan, edepten ve yoldaşça saygıdan kaçıyorsunuz. Size bunu yapmayın diyorum. Biraz babanıza, aile terbiyesine göre hareket etseniz, yine yanlış yapmazsınız. Halbuki işler öyle değil. PKK‟nin günlük yönetimi olmasa, sizin o kaba gücünüzü sizin beyninizde patlatırlar. İşte o abartmalı kişilik kendini çok güçlü sanıyordu. Bir fare bile bu duruma düşmez. Gerçeklere karşı biraz saygılı olun. Bir şeyler öğrenmek için bizim yanımıza geliyorsunuz. Ben bütün eylemlerimde kelime hatası bile yapmıyorum. Sizin bu çelişkiyi neden bu kadar tehlikeli boyutlara vardırdığınıza hayret ediyorum. Hem de bunu bizim adımıza, parti adına yapıyorsunuz. Ama unutmayın, siz yine bize dayanarak yaşıyorsunuz, hem de bizim temel yaşam kurallarımızla ve tarzımızla savaşarak. Bunu yaparken de en büyük silahınız deliliktir. Delilerin herhangi bir sorumluluğu var mıdır? Köprüden geçerken kesinlikle doğru yürümez, ya sağ uçuruma ya sol uçuruma kendini atmak ister. Hadi bakalım nasıl durduracağız? Tabii bunun diğer bir karşıtı da şu: Kaba güç elinde olmadı mı verem ağrısına tutulmuş gibi inler ha inler!
Ben deliye bile saygılıyım, verem hastasına değil. Örgüt içinde böyle kalınmayacağını bileceksiniz. Bu, insanın kendisine hakarettir. Bol bol ağlıyorsunuz. Ağlamayı yanlış anlamayın. Sizin ağlamanız, yaşadığınız çözümsüzlük ve çaresizliktir. İlk isyanımın en temel nedenini hatırlıyorum. Ortanca kardeşin bütün numarası şuydu: Biraz tembellik ve gevşeklik numarası yapıp, daha sonra kendisini eşeğe bindirtmek. Bir gün yine sözümona hasta düştü. Onu bindirmek için eşeği hazırladık. Ben bir taraftan, diğer kardeş bir taraftan onu kaldırmak istiyoruz, biraz gerileyip eşeğe binmek için en küçücük bir hareketi yoktu. Ellerini ve ayaklarını iyice gevşetip üzerimize yığılıyordu. Elinle şu semeri tut diyorduk, tutmuyordu. Halfeti‟ye kadar öyle götürdük. Ondan sonra bir daha böyle yaptığında ise bu sefer taşlarla ona vura vura bilmem nereye kadar kovduk. İlk isyan hikayesi böyle. O gün bugündür böyle yaklaşımlara öfkeliyim. Aslında bu, sizin toplumsal gerçekliğinizdir. Siyasi anlamda konumunuz böyle. Kendini bırakmıştı, biraz kendine gelse aslında dayanabilirdi. Ancak böyle alışmış ve tümüyle işleri bozacak. Kurala gelememe budur. Şimdi siz de bunu oynuyorsunuz. Hiçbir kurala uymuyorsunuz. Sizi taşıyacak olan da örgüt gücüdür, örgüt silahıdır, örgüt kuralıdır, örgüt ideolojisidir. Doğru değerlendirirseniz, sizi yürütür. Araç budur işte. Parti bir araçtır, sizi amacınıza ulaştırır. Sizi bir yerden bir yere götürmesi için onu işleteceksiniz. Oysa siz bu aracı doğru işletemiyorsunuz. Ondan sonra da, “Önderlik gel şuradan tut, gel halkım sen de şuradan tut” diyorsunuz. Peki, siz kimsiniz, ne yapıyorsunuz diyoruz. Hasta olduklarını söylüyorlar. Artık buna köylü kurnazlığı mı, siyasi kanser mi, askeri kanser mi dersiniz, ne derseniz deyin, ama bunlar tek kelimeyle büyük bir ayıptır. Bunun öyle izahı da olmaz. İnsan silahına saygılı olmalı, ideolojisini, örgütünün kurallarını bilmeli. Toplantı yapma, rapor yazma, talimat verme gibi işleyiş kurallarının hepsini bilir. Sizin dağda yaptığınızı keçi bile yapmaz. Keçiler, avcılara kolay yakalanmamak için sağlam kayalıklar arasında dolaşıp dururlar. Aslında bunların hepsi edebiyat konusudur. Ben burada askeri, siyasi tahlil yapıyorum, ama sizin için iyi bir roman yazmak gerekir. Ortada gerçekten öyle hastalık durumunuz yok. Bildiğim kadarıyla beyniniz çalışıyor, çünkü veriler onu gösteriyor.
Gençsiniz, öyle çok yıpranmış, veremlik bir haliniz de yok. O halde tüm bu yaptıklarınız numaradır, edepsizliktir. Ancak bunlara sabır, tahammül bir dereceye kadar gösterilir. Düşman vahşice vuruyor. Ünlü “komutan” gitti, istediği kadar “Ben sizin çizginizi uyguladım” desin, düşman yine de ona acımaz. Düşman kendi generalini, jandarma komutanını bile affetmiyor. Kendi içinde kendi ajanlarını bile affetmiyor. Onu niye affetsin? Diğer yandan savaş haberlerinize bakın, uykuda vurulmuş. Bizim komutan Antalya‟ya sanki turist olmaya gitti. Belki zorlanmıştır, ama turistik yaşamla savaşı birbirine karıştırdı. Düşman gördü, onu izledi. Belki birkaç yıl zorlamıştır, ondan sonra da korkunç bir terör uyguladı. O ise nasıl öldüğünü bile bilmiyor. Sadece belli bir rahatlığa aldanmıştır. Her canlı üzerine gelen tehlikeyi fark eder ve ona karşı bir savunma geliştirir, bunların o savunma gücü de yok. Sözümona orada yaşayacakmış! Neyi yaşayacaksın? Bu yaşam felsefenizi gerçekten gözden geçirin. Ben bir sigarayı bile kendim için bir düşman gibi görürüm. Ama bakın farkımız burada: Ben bunun dumanı önümü sis yapar derim ve esef ederim, ama siz ona sığınıyorsunuz. Çoğunuz bu yüzden tepkilisiniz. Yani böyle bir sürü alışkanlığınız var. Biz burada rahatlığı tuzak olarak görürüz. Süslü püslü yaşamayı nefret edilecek bir şey olarak görüyorum. Bizimkilerin eline iğne ucu kadar bir şey geçiyor ve “burada biraz yaşayayım, biraz zorlanmayayım” diyor. İşte yiyecekler var, bir de uyku var, ondan sonra da haydi gel bu cenazeyi götür yer yap! Bir de bu, genelde savaşçının psikolojisiyle bağdaşmaz. Rahatlığın olduğu yerde savaşçı olmaz. Nasıl ki bir düşünce bir doğruyla başlar, savaşçının ruhu da kesinlikle bu kavrama yabancıdır.
Bu aşamada, benden tut sempatizanımıza kadar hiçbirimiz için rahat yoktur. Biraz düşmanını tanıyan bilir ki, savaş kurallarına bağlı olmayan korkunç bir düşman var. Kirli savaşın her biçimini dayatıyor. Bu çok açık, benim bunu size kanıtlamama gerek yok. Bundan çıkaracağınız sonuç ise, kendinizi müthiş bir yaşatma savaşı içinde tutmanızın gerekliliğidir. “Ne gerekiyorsa onunla savaşçı kişiliğimi koruyacağım” diyeceksiniz. Bunun anlaşılmayacak hiçbir yönü yok. “İğne ucu kadar düşmanı geriletecek olan neyse, ben onu yapacağım” diyeceksiniz. Buna karşın sizin yaptığınız silahla oynamak, coğrafyayla oynamak ve birlikle oynamaktır. Dünyadan gam çalıyor, dünyada yaşıyormuşsunuz. Lanet olsun bu yaşama! Bu ne yaşamıdır? Benim kadar yaşam tutkulusu yoktur. Eğer bir yaşam imkanı olsaydı, ben yaşardım. Sizler, “Önderliğe bağlıyız” maskesi altında geriliklerinizi yaşatmak istiyorsunuz. Biz öyle yaşamlara tenezzül ediyor muyuz. Bizi yaşatan, bizi ayakta tutan değerler farklıdır. Kaldı ki biz, bu düşmanla rüyalarda bile savaşıyoruz. Benim tek bir rüya görme şeklim var, o da rüyada düşmanın kontrolü altına korkunç girmedir. Tam düşman gelmemiştir, ama hep gördüğüm rüyalar birbirine benzer. Düşman ya yarım saat sonra gelse ne olur? Korkunçtur ve hep kabus biçiminde sonuçlanır. O temelde uyanırım, hatta uyanmadan önce de, bu gördüğüm rüyadır, benim düşmanı böyle yarım saat sonra üzerime çekmem mümkün değil. Rüyadır, rüyadır derim ve gerçekten kalkarım, onun rüya olduğu anlaşılır. Böyle bir psikoloji bize hakim. Düşman geliyor, sizin gözünüze mertek oluyor giriyor, ancak halen ayıkmıyorsunuz. Ve bunu da partiden aldığınız cesarete, yani kaba cesarete dayandırıyorsunuz. Ben rüyamda bile düşman yarım saat sonra gelir mi diye kıyamet koparıyorum. Bundan bile sonuç çıkarmıyorsunuz, hiç umurunuzda değil. Benden cesaret alıyorlarmış! Bazı tarikat üyeleri vardır, şeyhten aldıkları kerametle yaşarlar; sizin cesaretiniz de şeyhin kerametinden cesaret alan müridinkine benziyor. Bizim öğrettiğimiz cesaret bu değildir. Bunu siz uyduruyorsunuz. Eğer böyleyseniz, bizim tarzımıza ve bizim silahımıza yaklaşmayın, çünkü çarpılırsınız. Nitekim feci bir biçimde ölüyorsunuz. Bundan ben mi sorumluyum? Hayır, çünkü bu işi siz öğrenmek istemiyorsunuz.
Önderlik‟te örgüt dışılığa, cesaretin kötü kullanımına veya bir fişeğin, bir parça ekmeğin kötü kullanılışına ilişkin iğne ucu kadar bile boşluk bulamazsınız. Peki, sizin bu uydurmalarınız ne anlama geliyor? Bunları nereden öğrendiniz? Sülalenizden de öğrenmediniz, çünkü babanız bile size böyle kendinizi yaşatma imkanı vermez. Bizi istismar ediyorsunuz. Tabii canınız da basit bir meta haline bile gelemediği, ham ve işlenmemiş bir şey olduğu için onu boşa satıyorsunuz da demeyeceğim, ateşe atıyorsunuz. Ben buna alet olmam. Tüm bunları şunun için belirtiyorum; bana dayanılarak bu temelde partileşme olmaz, savaşa bu temelde gidilmez. Sizi kovmam, ben saygılı bir insanım. Kendinizi gizleyebilirsiniz, yıllarca dayatabilirsiniz. Ama haksız olan sizsiniz, sonra “Önderlik‟le şöyle savaşacağım, onu böyle yıkacağım” demeyin. Bunlar da boş laflardır ve sonunuzu korkunç getirir. Kendinize saygınız varsa bir şeyi doğru öğrenin, ama çarpıtmadan. Korkunç sübjektifsiniz, yani niyete göre, yani içindekine göre. Gerçekler, benim içimdekiler değil; gerçekler bir halk gerçekliği, objektif gerçeklik, yani benim niyetime göre değildir. Nedir onun gerçekliği? Kurtuluş gerçekliğidir. Kurtuluşun partisi, kurtuluşun ordusu, kurtuluşun taktiği, odur gerçeklik. Hepimiz onu öğreneceğiz, hepimiz bağlı kalacağız. “Hep bana göre” demekle olmaz, “bana göre olsun” dediğin noktada kaybeder, kaybettirirsin. Bu, işin alfabesidir. Halen bu korkunç sübjektivizmden sizi kurtaramıyoruz. Aslında kara cehalet de değil, daha çok deliliğe uygundur, delirmiş kişiliğin tarzı odur. Bir düşmanın askerine ve savaş okullarındaki duruşlarına bakıyorum, amacı talan, baskı olduğu halde hayran olmamak elde değil. Okulu insanlık uğruna değil de, kendi halkına, halklara karşı savaşı öğrettiği halde hepsi tığ gibidir. Bir düşman askerinin, subayının milim kadar Kemalizm'den vazgeçtiğini görmüş müsünüz? Ve yine disiplin duruşundan milim kadar saptığını görmüş müsünüz? Yok. Peki siz bu kadar amaçtan kopukluğunuzu, kendi amaçlarınız doğrultusunda askeri kişilikten bu kadar kopukluğunuzu neyle izah edeceksiniz?
Ancak düşkünlükle izah edebilirsiniz. “Ben düşkünüm, bana böyle yapılmış, böyle alıştırılmışım” diyerek izah edebilirsiniz. Bu kadar kuraldan kopukluğun, bu kadar kişiliksizliğin
başka izahı var mı? Askerlikle oynamak ne demektir? Askerlikte kuralla oynamak ne demektir? Bir değil, hem de tüm varlığı neredeyse kurallarla oynamak. Temel taktikle oyna, moralle oyna, çok zorunlu olan bazı pratik hazırlıkları hiç göz önüne getirme. Peki bunların hepsi nedir? Şimdi bu, sizin açınızdan izah edilmesi en zor olandır. Bu tutumlara neden girdiniz? Sadece tek izahınız var, o da terbiyesizlik. Ama askerlik terbiye ile başlar. Siyasetin s‟si, seyisten gelir. Seyislik, atları terbiye etme sanatıdır. Siz terbiyeye karşı çıkıyorsunuz, ama siyasi olduk diyorsunuz. Askerlik tamamen kişinin, gerektiğinde kendini ateşe atmasıdır. O kadar bir disiplini kişiliğe yedirir, ondan sonra da asker yaparlar. Siz ise, en temel doğruları bir çırpıda bir tarafa savuruyorsunuz. Hem de bunu komutanlık adına yapıyorlarmış! Bunları fazla
izah etmeye gerek yok. Sorun bu da değil. Sorun sizin kendinizi iradeli ve disiplinli bir kişilik haline getirip getiremeyeceğinizdir. Bu noktada kendinizi de, bizi de ikna etmeniz gerekir. Böyle olmayanların partimizde kalmaması gerekiyor. Biz bu temelde partinin içini de, ordumuzu da hızla arındırmak istiyoruz. Belki bu halkın size kendi kurallarını uygulatacak gücü henüz tam ortaya çıkmamıştır, ama biz, halkın fedai temeldeki özgürlük savaşçılarıyız. Bunun için en yaratıcı kuralları ortaya çıkarmakla görevliyiz. Gücü olan halklardan daha kurallı, daha amaçlı ve disiplinli yürüyen bir örgütüz. Bunu böyle anlayacaksınız. Siz, “ben partileşmeye, hatta ordulaşmaya geldim” diyorsunuz. O zaman bunun kurallarını ölümüne öğrenin. Ve bir de “giderim, yolda ölürüm” demek yok. Bizim saflarımızda kolay ölüm yoktur. Bir kural da, kolay ölmeme kuralıdır. Herhangi bir biçimde savaşmak kabul edilmiyor. “Ben kaba savaştım” diyemezsiniz, sizin bu savaşınız kabul edilmiyor. Esasta sizden istenilen, kurallı, temel taktik esaslar dahilindeki bir savaşçılık ve savaşta başarı tarzıdır. Başarı tarzına ulaştınız mı, ulaşmadınız mı?
Bundan kesinlikle emin misiniz? Buna ulaşmamanın gerekçesi de olamaz. "Benim geriliklerim var, ben numaracıyım, aslında ben çok oynanmış bir kişiliğim..." gibi kelimeleri burada kullanmayacaksınız. Eski yaşamınızda yer almış olabilir, şimdi kesip atacaksınız. Başka türlü burada sonuç alınamaz. Burada hiç kimse cahilliğin de savunusunu yapamaz. "Öğrenemiyorum" diyemez, öğrenmeyen içimizde duramaz. Oysa hiç okumamış olanlar bile gelir, burada bir evliya kadar öğrenip giderler. Öğrenememe gibi bir durum burada söz konusu değildir. Bu savaşın dehşetini bile biraz sorumlulukla hisseden insan müthiş öğrenir. On yılda öğreneceğini, üç ayda öğrenir. Benim bu konuda tecrübem var. İnsana hayat öğretir, insana en çok savaş öğretir. Kitaplardan öğrenemiyorsanız, dehşetvari bir imha savaşı var, neden ondan öğrenemiyorsunuz? Burada kendimi büyük bir suçlama içine alıyorum. Siz bana dayanarak bu sahtekarlığı sürdürüyorsunuz. Ben bunu çözmek istiyorum. Neden bana dayanarak böyle olunuyor sorusunu kendime soruyorum. Benim eksikliğim ne? Hayır, bir bakıyorum benim fazlalığım var. Kendi kendime şimdi bu fazlalığımı sizden nasıl alayım diyorum. Bunlardan daha tecrübeliyim, kendimi daha iyi hazırlamışım. Bir büyük aile reisi nasıl çocuklarını, aşiretini kollarsa sizde benim içine girdiğim tutumları öyle anlamış olabilirsiniz. Fakat bu yanlıştır. Biz bir aşiret birliğini, bir aile birliğini koruyup geliştirmek için bu sorumluluğu üstlenmemişiz. Ama geleneklere göre oluşmuş kişiliğinizle “bu babadır, bu Allah‟ımdır, bu dayımdır, bu bilmem kimimdir...” diyerek o kendi geleneksel kişiliğinizi kamufle edip yaşatıyorsunuz. Yanlış biraz böyle yapılıyor. Bana dayanılıyor, ama yanlış dayanılıyor, yanlış sonuç çıkarılıyor.
Bütün bunları söylerken her yanınız çok kötüdür demek istemiyorum. Siz kendi güzel, doğru ve oldukça iyi yanlarınıza da ihanet ediyorsunuz. Aslında bizim bir öfkemiz de bunadır. Epey olumlu yanlarınız var, bunlara bu kadar ters düşmeyin. Benden daha fazla zorluklara, savaşa varsınız, kendinizi bir çırpıda feda etmeye karar vermişsiniz. Bu çok önemlidir. Bu kadar fedakarlığın üzerine bu kadar yanlışı niye dayatıyorsunuz? Bir olumlu yanınız var, neden bunu böyle hastalıklı yöntemlerle bitiriyorsunuz? Kendinize niye bu kadar ölümcül davranıyorsunuz? Kendi doğrularınızı, kendi güzelliklerinizi, iyiliklerinizi ayaklarınız altında çiğniyorsunuz. En tehlikeli olan da budur. İnsan buna anlam vermekte gerçekten çok zorlanıyor. Bir insan kendini, kendine rağmen nasıl kötü yapar? Kendi olumlu yanlarına nasıl bu kadar kıyar? Bunun nedenlerini bulmaya çalışıyorum. Tabii “içimizdeki düşmanın güçlü yönleri diğer doğru, ama güçsüz yanlarımızı imha ediyor” diyeceksiniz, fakat bu da doğru değildir. Bizim ortamımızda düşman nerede? Diyeceksiniz ki, “içimizde.” İçinizdeki düşmanı da beyninizden ve yüreğinizden atın artık, bundan korkmayın. Bizim ortamımıza bunun için geldiniz. Düşünün ki, korkudan halen içinizdeki düşmanı bile atmıyorsunuz ve kendi güzel, doğru yanlarınızla vuruştura vuruştura düşmanı egemen kılıyorsunuz. Izdırap burada. Bu da laneti getiriyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER