SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (17.BÖLÜM)
IV- Girit uygarlığı M.Ö 2000’lerde Girit adasında da uygarlığın hızla özgünleşen bir biçiminin şekillendiği görülmektedir. Mısır ve Fenike’yle yakın ilişkileri vardır. Uygarlığın en batı ucunu teşkil etmektedir. Yunan yarımadasını besleyen üçüncü kaynak durumundadır. Çömlekte çok ileri olup her tarafa ihraç etmektedir. Görkemli bir saray düzeni kurmuştur. Mitolojide başlangıç halindedir. Zeus ve Demeter doğmak üzeredir. Fenike yazısına benzeyen ilkel bir yazıya sahiptir. Mısır’a daha çok bağlıdır. M.Ö 1500’lerden itibaren Yunan Miken uygarlığının işgaline uğrayarak, birkaç yüzyıl içinde bağımsızlığını yitirecektir. Ortadoğu uygarlığı açısından Girit, o dönemde dünyanın son noktası, batı ucu demektir. Sıra Grek uygarlığının yaratılmasındadır. Bu işe dört koldan sarılan Fenike, Mısır, Anadolu (Troya, Hitit, Frigya, Lidya) ve Girit, bir anlamda Avrupa uygarlığının da çekirdeği olan bu doğumu gerçekleştirecektir. Grek mitolojisinde tanrısal doğumlar, özellikle Zeus’un doğurtmalarının o kadar çeşitli ve karmaşık olması, bu kadar karmaşık gerçeklikle yakından bağlantılıdır. Yedi Kocalı Hürmüz gibi bir doğuşla karşı karşıyayız. Bütün özgünleştirme çabalarına karşın, Zeus’un alnından, baldırından, her yerinden birer farklılığı temsil eden tanrı yaratımlarına rağmen, büyük Ortadoğu uygarlığının dört koldan buraya taşındığı çok açıktır. “Avrupa nasıl doğdu, kime borçlu?” meselesini aydınlatırken, ilgili bölümde Grek uygarlığı üzerinde kapsamlıca durmayı gerektirmektedir.
V- Sümer ve Mısır uygarlıkları M.Ö 2000’lerde önemli bir dönüşüm geçirmektedirler. Görkemli doğuş ve kurumlaşma dönemi geride kalmıştır. Sümerler M.Ö 2050- 1950 yıllarında son Ur Hanedanlığıyla kısa bir restorasyon döneminden sonra tarih sahnesinden giderek uzaklaşacaktır. Sümerli yazarların, derinden fark ettikleri bu gerçekliğe ilişkin birçok ağıt, ezgi ve destan yazdıkları görülmektedir. Tarih doğuran uygarlığın bu tarz anlatımı çarpıcıdır. Bütün kutsal kitapların, dramların, tragedya ve komedyanın ana kaynağının bu Sümer yazıları olduğu kanılanmış gibidir. Yine tek tanrılı dinlerin, yeniden oluşturulan mitolojilerin ana kaynağının da Sümerlerde yattığı kanıtlanmıştır. Tüm siyasi kurumların ilk örnekleri de tam bir orijinalite halinde Sümer’de uç vermiş ve dalga dalga dünyanın her tarafına taşınmıştır. Sümer, altyapı araçları ve onlara ilişkin bilginin de en önemli kaynağıdır; yüzyıllar boyu bu kaynaktan her tarafa taşınmaya çalışılmıştır. Babil ve Asurluların tarihi rolü daha çok bu aktarmayla sınırlıdır. Semitik Amorit kökenli bu iki hanedan, M.Ö 1900’lerden Milad’ın başlarına kadar Sümer mirasını yeniden düzenleyip yemek ve etrafa taşırmakla uğraşmışlardır. Özgün katkıları sınırlıdır. Babilliler Sümer mirasını yazıya geçirmede büyük çaba harcamışlardır. Sümerler onlar için de kutsal bir anlam içermektedir. Görkemli bir Babil dönemi bu miras üzerinde yükselmiştir. Babil uzun süre, M.Ö 1800’lerden Perslerce ele geçirildiği 550 yıllarına kadar dünyanın başkenti konumundadır. Babil kulesi dönemin kozmopolitizminin temsil edilmesinde çarpıcı bir ifadeye, insanlığın dini ve ebedi zihninin oluşumunda en büyük paya sahiptir. Babil köleci sisteminin olgunlaşması ve temellerinin yazı diline çevrilerek dünyaya tanıtılması ve taşırılmasında da belirleyici olmuştur.
İki bin yıllık Sümer orijinalitesini, iki bin yıllık Babil tercüme, yazma, dönüştürme ve aktarma süreci takip etmektedir. Dört bin yıllık bu süre, insan uygarlığının oluşumunun kurumlaşma ve olgunlaşmasının başta gelen sahibi ve sorumlusuyken, bu katkılarının olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirilmesi tam yapılmaktan uzaktır. Tarihin bu anlamda alması gereken çok mesafe vardır. Asurlular bu yayılma işlerini daha çok acımasız askeri seferler ve ticaretle yürütmüşlerdir. Asıl Asur çağları M.Ö 1300-650 yılları arasıdır. Etnik varlıkların yerlerini altüst etmede tarihte en büyük rolü oynamışlar, etnik hareketlerin kurutulmasını baş amaç bellemişlerdir. Bu nedenle Asurlularla birlikte tarihte toplumsal hareketler, dinsel ve mezhepsel inanç rengine bürünür. Ortadoğu, tarihi etnik yürüyüşlerin tarihi yerine, dinler ve mezheplerin ortaya çıkış ve yürüyüş tarihi haline gelir. Asur tam bir askeri emperyalizmdir. Asurlular, dönemlerinde askeri üstünlüklerini her tarafa ezici bir biçimde kabul ettirmişlerdir. Buna Mısır, Anadolu, Doğu Akdeniz, Yukarı Mezopotamya ve İran dahildir. Tarihteki yeri Babil’den daha geridir. Sümerli mirasa dayanmaktadır. Yazım ve yayın işini sürdürmüşlerdir. Mimaride bir gelişkinlikleri vardır. Sümerlerin son doğrudan taşıyıcı ve yayıcı gücüdür. Köleliğin insan zihninde ve davranışlarında hakim olmasında Asurlu kralların rolü küçümsenemez. Ticaretin gelişim ve kurumlaşmasında da rolleri belirleyicidir. Babil ile birlikte yaklaşık bin yıllık bir köleci uygarlık yürüyüşünde önderlikleri söz konusudur.
Bu önderliğe karşı merkezi Yukarı Mezopotamya olan ve Anadolu’da Hititler, Kuzeybatı İran’da Medya ve kısmen Doğu Akdeniz’deki güçlerle kurulan ittifak halindeki başkaldırılar da bu tarihin diğer yüzünü, direniş cephesini oluşturmaktadır. En büyük çabayı Aryen kökenli Mitaniler ve Urartular göstermişler, fakat sonunda dağılmaktan kurtulamamışlardır. Demirci Kawa Efsanesi de kaynağını bu uzun direniş sürecinden almaktadır. Nihayet M.Ö 625’te Medyalı ve Babilli güçlerin ittifakıyla Asur Başkenti Ninova’nın yakılıp yıkılmasıyla Asur İmparatorluğu sona ermiş, bir daha belini doğrultamamıştır. Fakat Asurlu rahiplerin ve yazarlarının faaliyeti devam etmiştir. Ninova’nın en büyük kütüphanesi günümüze kadar gelebilmiştir. Asur Aramice dili, Grekçe ve Latince gibi bir uygarlık dili olarak Ortadoğu’da iki bin beş yüz yıllık temel bir iletişim rolünü de oynamıştır. İsa’dan sonra ilk Hıristiyan halklardan biri olan Asur halkı, bu dinin özellikle doğudan yayılmasında, dolayısıyla köleci uygarlığa karşı mücadelelerde küçümsenemez bir rolün de sahibidir. Mısır uygarlığı M.Ö 2000’lerde orta hanedanlıklar döneminde gelişmesini sürdürmüştür. M.Ö 1800’lerden itibaren kuzeyden gelen Hiksosların (Ön İbraniler, kısmen Aryen) işgaline uğramışlardır. Birkaç hanedanın varlığından sonra özümseyip kalanları sürmüşlerdir. M.Ö 1500’lerde başlayan yeni hanedanlar döneminde Asurluların, Perslerin, Greklilerin ve en son M.Ö 30 yıllarında Roma’nın egemenliğine girmeleriyle orijinalitelerini kaybetmişlerdir. Kleopatra dönemi, bu öykünün, tarihin en son hüzünlü yüzünü yansıtır. Kleopatra hem direnişin hem teslim oluşun, dolayısıyla intiharın kadınca ifadesi iken, bu uygarlığın kolayca unutulamayacağının ve görkeminin de son büyük ifadesidir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER