PARTİ TARİHİ (13.BÖLÜM)
Çünkü Türkiye temsilcisi ele geçirilirse, bütün Türkiye çalışanları denetim altına alınmış olur. Bir duygusal ilişki ile örgüt ele geçirilmeye çalışılıyor ve başarılıyor da. Fakat kendisi farkında değil. Yakalanınca bir kurmay albay mahkemesine giriyor, avukat olarak. Avukat değil, öyle çıkarılıyor. Bu, ta Diyarbakır'a gidene kadar onu da görmüyor. Diğer taraftan Cafer İstanbul'a geliyor, onu buluyor. Diyor 'o zaman ben de düşündüm. Bu nasıl geldi? burada olduğumu bilmiyor, bilse bile nerede kaldığımı bilmiyor. MİT'in yanıma getirdiği sonucuna ulaştım.' Daha sonra bunun Avrupa'ya çıkması gerekiyor. Bakıyor ki bir subay Cafer'i getiriyor, Avrupa'ya çıkarıyor. Oradan Cafer'in durumunu anlıyor, somut olarak götürüyor. Ki bizim açımızdan Cafer'in o çıkışı karanlıktı. Bilinmeyen orasıydı, aydınlandı. Cafer Avrupa'da bir kere paniğe kapılıp kaçmıştı. Bir ara kayıptı. O zaman M. Ali Birand'ın yanına gidiyor. M. Ali Birand ..............isimli bir dergi çıkarıyordu. Bu adam MİT ajanı. O zaman Olof Palme cinayetiyle ilgili bir yazı çıkarıyor. Dedi ki “PKK’nin Kuzey yöneticilerinden biri var adını da açıklayacağım, Olof Palme cinayetini aydınlatacak.' Daha sonra bu yazı birden kesildi. O zaman Cefer'i açıklayacaktı sözümona. Fakat o zaman açıklansaydı, Cafer Almanya'da ki mahkemede kullanılamayacaktı. M. Ali Birand üstten uyarıldı. Almanya’da açılan dava Cafer'e dayandırılarak geliştiriliyor. Cafer'in durumu da böyle netleşti. Demek ki bir duygusal ilişki insanı nerelere götürüyor. Buradan sonuç çıkarmak gerek. Piro arkadaş sonra düzeldi, gerçekten büyük eziklik duydu ve ezikliğini de devrime hizmet temelinde gidermeye çalıştı. Önemli ölçüde de giderdi. 89'dan 92'ye kadar savaş komutanı oldu. 92 sonlarına doğru Sarıkamış Toltu'da Hüsnü Hoca'larla birlikte bir grup arkadaş şehit düştüler.
88'de Akademiye geldiğinde, Parti Önderliği koordinatörlük görevini bana verdi. Bir müddet sonra raporların yazımı - Akademideki tüm arkadaşlar ayda bir Parti Önderliği'ne rapor yazıyorlardı- alınıp gününde ulaştırılması görevi var. Raporları gününde tüm arkadaşlar yazmış, üç arkadaş yazmamıştı. Akşama doğruydu, göndermek gerekiyordu ki bekletmek doğru değil, kalsa sabaha kalacaktı. Eksik rapor var diye göndermemezlik olamazdı. Rapor yazmayan arkadaşlarınkini daha sonra göndeririz diye düşündüm. Tabi üç rapor eksik gidince, Parti Önderliği'nden talimat geldi, 'Kimsenin beni provoke etmeye hakkı yok.'Bu talimat geldiğinde yönetimde toplantı yaptık. Özeleştirimi verdim ve Parti Önderliği'ne de özeleştiri raporu yazdım. Ve tüm Akademi yapısının önünde özeleştirimi vermek istedim, yönetimdeki arkadaşlar gerek yor, yeterlidir dediler. Ben, gereklidir diyerek çıkıp, özeleştirimi verdim. Neden Parti Önderliği provokatörlükle değerlendirildi? Ben bir provokatör müyüm? Hayır. Ama neden bu tutum bir provokatörün tutumu olarak değerlendirildi, orası önemli. Benim provokatör olmam o kadar önemli değil. Örgütsel yaşamda bir parti görevinin zamanında ve tam yerine getirilmemesi, örgütte neye yol açar? O önemli. Neden 'Provokatörsün' deniyor? Açıkladım, raporların zamanında gönderilmesi görevi var. Oysa ki ben raporları göndermişim ama eksik göndermişim. Şimdi rapor sistemi parti yaşamında önemli bir yeri tutar. Rapor sistemi doğru işletilmezse, örgüt felce uğrar. Yani örgütsüzlük yaşanır. Şimdi bir provokatör örgütte nasıl çalışır? Örgüt yaşamıyla oynar, örgüt yaşamı zedelendiği oranda, rahatlıkla çalışabilir, iş yapabilir. Yani bir provokatör, örgüte örgütsüzlüğü dayatır. Örgüt yaşamıyla oynamak budur. Örgüt ne kadar örgütsüz kalırsa, işleyişi ne kadar sekteye uğratılırsa, denetim ne kadar zayıf düşürülürse, örgütün işi o kadar bitmiş sayılır. Provokatör artık o kadar iyi at oynatabilir. Bir Provokatörün örgüte dayattığı budur.
Eğer bir örgüt adamı olarak ben de örgütü örgüt yapan, örgüt yaşamında önemli olan bir ilkeyi doğru işleletmezsen, yani rapor sistemini doğru işletmezsem, bu,örgütsüzlüğe yol açar. Burada benim devrimci olup almamam,niyetimin iyi olup alması hiç önem taşımaz. Parti Önderliği provokatörlük diye değerlendiriyorsa, bu tutumumun yol açacağı sonuçla, bir provokatörün yol açacağı sonuçlar aynı olduğundandır. Burada benim göreve yaklaşımım ortaya çıkıyor, 'zamanında yapsam da olur, yapmasam da . Tam da yapsam olur, eksik de.' Görev anlayışım bu. Bu görevi Parti Önderliği, bir üst kurum vermiş. Bu görevi zamanında yapmamakla üst kurumu da ciddiye almama durumu ortaya çıkıyor. Bunun anlamı budur. Oradaki gibi benim göreve yaklaşımım gibi, Önderliğe yaklaşımım da ortaya çıkıyor. Partiye yaklaşımım ortaya çıkıyor. Bütün bunlar, dağılmaya, örgütsüzlüğe yol açar. Örgütü felç etmeye yol açar. Bir provokatör de buna yol açacağı için provokatörlükle değerlendirildim. Hele hele taktik önderlik düzeyinde, taktik önderliğin de en üst düzeyinde böyle bir görev alırsa o zaman o örgütün hali ne olur? Buradan o sonucu da çıkarmak gerekli, çünkü en üst düzeyde diyelim örgütü örgütlemekle görevli, yaşatmakla görevli, örgütün güvendiğini yaşatmakla görevli ama en üstte örgütsüzlüğü dayatıyor. Bu, örgütü ölüme götürür. Bizim örgütsel sorunlarımız çözülemiyorsa, örgütsel gelişme ortaya çıkamıyorsa, örgüt bir türlü oturamıyorsa, nedenini böylesi bir tutumda aramak gerekir. Yapının önüne çıkmaman nedeni, bu durumu yapıya mal etmeyi istememdi. Biliyordum ki, yapıda örgüt olayında oldukça geri yapının eğitilmesi gerek. Bu durum, yapının eğitilmesi için önemli bir fırsat teşkil ediyordu. Burada, madem bu sorumsuzluk içine düşülmüş, o zaman bu sorumsuzluğu gidermek gerekiyor. Yapıyı bu temelde doğruya çekmek doğru donatmak gerekiyor. Onun için yapının önüne çıkıp, özeleştiri verdim.
Halbuki yönetimdeki diğer arkadaşlar, 'Yönetimde nasıl olsa özeleştiri verdin, Parti Önderliği 'ne de verdin. Yeterlidir,' dediler. Hayır, Parti Önderliği'nin benim özeleştirime ihtiyacı yoktur, o yönetimin de belki yoktur. Ama en çok da Akademideki yapının öz eleştirime ihtiyacı var. Onun için vermek gerekiyordu. O zamanda yönetimdeki arkadaşların yaklaşımını eleştirdim. Sorumsuzca bir yaklaşım. Nedir? Biraz da bireysel kaygı var. Orda da anlaşılıyor ki benim yerime o arkadaşlardan biri olsaydı, herhalde yapının önüne çıkma gücünü gösteremeyecekti. Niye? Özeleştiri vermeyi zayıflık olarak görüyor. 'Yapı beni şöyle değerlendirebilir,' diyip, kendi gerçeğini gizlemek istiyor. Bu bir örgüt adamının tutumu olamaz. Örgüt adamı olmak demek, tüm örgüt yapısına kaşı, üste olsun, alta kaşı olsun, sorumlu davranmak, sorumlu yaşamak demektir. Sadece üste özeleştiri verip, alta özeleştiri vermemek bir örgüt adamının tutumu olamaz. Ve hele hele senin mücadele arkadaşların seni bilmek, tanımak zorunda. Sen nesin, kemsin? Sana ne kadar güvenebilir? Seninle ne kadar yürüyebilir? Nasıl ki sen bir örgüt sorumlusu olarak, arkadaşlarını tanımak istiyorsan, tanıyorsan, onların da seni tanımaya hakkı var. Bir örgüt adamı bunu da bilir. Bu noktada kendisini gizleme gereği duymaz. Kendini gizleme gereği duymak demek, o arkadaşları, o insanlara, o örgüte, o partiye güvenmemek demektir. onun anlamı da odur. O zaman güvenmediğin bir örgütte ne diye bulunuyorsun? Güvenmediğin insanlarla ne diye yaşarsın? O zaman bunu da senin başka hesaplarının olduğu ortaya çıkar. İster olsun, ister olmasın. Örgüt böyle ele alır, örgüt adamı böyle yaklaşır.
Şimdi özeleştiri vermekle bitmez. O, işin bir yanı. Bir de bu özeleştirimin ne kadar kavranıp, kavranmadığı önemli. Orada bir amaç var. Yapının örgüt bilinciyle donatılması. Acaba gerecekten ne kadar bu özeleştirinin verilmesi amacına ulaşmıştır. Bir de bunun kontrol edilmesi gerekir. Onun için bir gün sonra yönetime bireysel raporlar geliyordu. Yönetime gidip baktım. Ne kadar kavranmış? Bazı arkadaşlar tanımlanan sorunu tam yaşıyordu. Bazıları eksik yaşıyordu. Belli ki eksik yaşayanlar o özeleştiriden bir şey çıkamamışlardı. Zaten sorduğumda da çıkarmadıkları otaya çıktı. Niye eksik getiriyorsunuz? 'Yetiştiremediler, yarın getireceğiz,' izahları bu. O zaman tekrar neden özeleştiri verdiğimi ve kendi durumlarının da benim durumumdan farksız olduğunu bir kez daha onlara anlatmak zorunda kaldım. O zaman kavradılar işte. Eğer ben sadece özeleştiri vermekle yetinseydim, bunun kavranıp kavranmadığını denetlemeseydim, o öz eleştiri amacına ulaşmayacaktı. Demek ki burada bir sonuç çıkıyor. Devrimci mücadelede 3 temel esas vardır. I- düşünmek, düşüncede sonuca ulaşmak. 2- Ulaşılan sonucu hayata geçirmek. 3- Bunun sonuçlarını denetlemek. Devrimci çalışmada bu esastır. Buna bağlı çalışan biri kolay hataya düşmez. Hataya düşmeden önce, hatasını görebilir, hatadan çıkış yapabilir. Ve genellikle de başarılı olur. Çünkü sürekli düşünüyor, vardığı soncu hayata geçiriyor ve hayatta da denetliyor. Düşüncesi ne kadar doğru? Doğru mu, değil mi? Bunları görüyor. Ama bunu gözetmeyen, bu esaslarla çalışmayan biri, ne kadar başarılı sonuç yaratabilir? Nerde hata yapmıştır, yanlışa düşmüştür, bunu ne kadar görebilir? Bunu göremeyeceği açık. Böyle bir devrimcinin başarılı olamayacağı da açıktır. Bir çoğunuz eğer başarılı olamıyorsak, biraz da burada aramak lazım. Ne düşünme, ne de uygulama var, uygulamanın sonuçlarını denetleme var. Kendimize göre çalışıyoruz, çalıştığımızı, partiyi uyguladığımızı sanıyoruz. Partiye göre değil, kendimize göre uyguluyoruz.
Sonuçta da bir bakıyoruz ki, örgütü öyle bir yere getirmişiz ki uçurumun kenarındayız. Orada da paniğe kapılıyoruz, suç işlemişiz, oradan da büyüklük göstermiyoruz, çıkış yapamıyoruz, bu gücü gösteremiyoruz. Ne yapılıyor? Kaçış !... İşte birçok kişi eğer saflardan kaçıyorsa, biraz da nedeni odur. Suçlu pratiğinden ötürü kaçıyor. Yoksa, art niyetli olduğu için, ajan olduğu için değil. Belki tek tük çıkabilir ama genellikle böyledir. Yani görevler üzerinde yoğunlaşmıyor. Görevleri yerine getirecek bir devrimciliği kendinde yaratmıyor, onun için de görevlerin altında kalıyor, hakkını veremiyor, çıkmazda kalıyor, tıkanıyor, bunalıyor. Suçlu duruma düşüyor, bu duruma düşen bir insanın bu durumdan çıkabilmesi için gerçekten çok güçlü bir devrimci olması gerekiyor ki bu durumdan çıkabilsin, başka türlü zor. Zaten o durumlara düşen devrimcilerde, zayıf devrimciler, devrimcileşmemiş, partileşmemiş kişiler oluyor. Dolayısıyla bu duruma düşenler bir deha kalkamıyor. Ve ihanetin yolunu seçiyor. Demek ki örgütsel yaşamda bunlar son derece önemli oluyor. Şimdi, örgütsel yaşamı gözetmeyen ,örgütsel yaşamı kendiside yaratmayan elbette ki örgüt yaşamında ısrar edemez, örgüt yaşamını güçlendiremez. Neyi dayatacaktır? Örgüt yaşamına çeşitli anlayışlar dayatacaktır. Sonuçta da örgütün canına okuyacaktır. Bu örneği onun için verdim. Yani, insanının ajan olup olmaması, provokatör olup olmaması o kadar önemli değil. Bir devrimci olarak da değme bir ajanın, provokatörün veremeyeceği zararı insan rahatlıkla verebilir. Verdiğimiz örmekteki pratiğimle bunu rahatlıkla görmek mümkün. Yine Avrupa'ya gittiğimde, Avrupa'dan da bazı örnekler vermek istiyorum. Daha Avrupa'ya gider gitmez, ikinci gün, Avrupa merkezinde çalışan biri beni mağazaya sokmak istedi, bana elbise almak istedi. Ayakkabı, elbise. Ben hiç tanımıyorum bu insanı. Sadece ismini duymuştum. Avrupa merkezinde çalıştığını biliyorum. Biz fotoğraf çekmeye gitmiştik, beni mağazaya soktu. 'Niye?' diye sorduğumda 'Sana elbise ve ayakkabı alacağız,' dedi. Üzerimdeki elbiseye baktım, yırtık değil.
Dedim ki, 'Niye bana elbise alacaksın? Benim elbisem yırtık değil. 'dedi iyi değil.?' Niye iyi değil Avrupa'dan arkadaşlar giyip gelmişti, ben de giydim geldim. dedim. 'iyi değil.' dedi. 'Almayacağım, çıkalım. Ben çocuk değilim, bana elbise gerekse, almasını bilirim. Bir çocuk ancak elbise ye ihtiyacı olduğunda büyükleri ona alır.' Ve çıktık. Kaldı ki onun bu yaklaşımı onun gerçekliğini kavratmaya yetti de arttı bile. Birçok arkadaş diyecek ki, bundan ne çıkar? Çok şey çıkar. Ve inanıyorum ki, benim yerimde kim olsaydı, birçok arkadaş diyecekti ki, 'Ben ülkeden gelmişim, arkadaşlar beni seviyor, bana değer veriyor, bana elbise alıyor. Böyle yaklaşacaklardı. Ve hatta bundan memnun olacaklardı. Bu bir örgüt adamının giremeyeceği bir tutumdur. Birazcık örgüt bilinci olan bir kişi, olaya böyle yaklaşmaz. Daha çok farklı yaklaşır. Bu yaklaşımın, hiç de öyle sevgiyle, saygıyla, değer vermeyle, yakından uzaktan alakası yoktur. Tam tersine insanı eşek yerine koymadır. Ben onu hemen anladım. Yani, bu adam bana değer vermiyor, tam tersine beni eşek yerine koyuyor. Bir bu, ikincisi bu adam örgütün parsıyla bu elbiseleri bana almak istiyordu. Yani örgüt parasıyla bana ağalık yapmak istiyordu. Şimdi, örgüt parasıyla bana ağalık yapan acaba kedisine ne yapar insan hemen bunu düşünüyor. Çünkü bu para onun babasının parası değil. Örgüt parasını böyle harcıyor. Yani örgüt parasıyla ağalık yapma. Diğer husus, neden daha gelir gelmez buna ihtiyaç duydu? Belli ki adamın durumları var. Bu durumların ortaya çıkmaması için işi baştan sıkı tutmaya çalışıyor. Derler ya, bir parmak bal insanın ağzına sürme. O mesele . Biraz elbise alacak bana tamam. Bunu yapmak istiyor. Bunları anlamak mümkün değil. Belli aslında. Bunları anladığım için durumunun ciddi olduğunu ördüğüm için ses çıkarmadım. Tabi ki o fark etmedi. Bir müddet, iki, üç ay bunun pratiğini izledim. Ortaya çıktı ki bu adam her türlü oyun içinde, Fransa'da sorumlu olmasına rağmen Hollanda'da telefon açıyor, ben Paris'teyim diyor. Ama Hollanda'da örgüt arabası var. Örgütün hizmetinde çalışması gerekirken, başka şeylerde kullanıyor. Adam türlü karanlık işlerin içinde.
Adam örgütün kampanya paralarını hem kendisi için harcamış, hem bazı ahbap – çavuşları için. Örgütün kampanya paralarını götürüp Ahbap-çavuşlarına vermiş. Adamlar kendilerine dükkanlar, iş yerleri açmış. Bunu yapıyor. İşte bütün bunların otaya çıkmaması için o yaklaşımı gösteriyor. Bunlar ortaya çıktıktan sonra kendisini çağırdım, dedim ki, 'Git evinde otur,' Bunu söylediğimde, 'Sen ne hakla bana otur diyorsun? Ben devrimciyim, sen beni oturtamazsın' dedi. Durumunu açıkça ortaya koyunca, ağlamaya başladı, 'Ben yaptım sen yapma, ben PKK'siz yaşayamam.' Doğru yaşayamaz. PKK gibi bir çiftliği nerede bulacak? Ne babasında ne sülalesinde, ne de cennette bulabilir. PKK'siz niye yaşamadığı açık. Dedim. 'Önce PKK'siz yaşamayı öğren, ondan sonra.' Bunu şunun için anlattım, birçok arkadaş pratiğinde bir elbiseye bir güzel yemeğe örgütü satıyor. Bu çokça yaşanıyor. Adam bakıyor, zayıflığı nedir. Bir elbise midir, yemek midir? veriyor. Ondan sonra onun üzerinde egemenlik kuruyor. Onu yedeğine alıyor. Onun şahsında örgütü yedeğine alıyor. Örgütü kedisi için çalıştırıyor. Veya yine bazıları bir yemek, şu, bu uğruna bir grubu rahatlıkla tehlikeye atabilir. Diyebiliriz ki ülkede biraz daha farklı. Bu Güney sahasında biraz da parti bu kadar dejenere olmuşsa, bu kadar başkalaşıma uğramışsa, biraz sınıf tarzı değişmişse nedenini burada aramak gerekiyor. Burada bizim sözde çalışan birçok kadromuz halkın içine faaliyetlere gittiğinde bazı zenginler, varlıklı tipler var, PKK'siz zaten yaşanamıyor burada, PKK'nin güçlü bir itibarı var. Bu insanlar sınıf karakterleri itibariyle ne partiden kopmak istiyorlar, nede partiye göre gitmek istiyorlar. Tam tersine partiyi kendi hizmetlerine sürmek istiyorlar. Bunu nasıl başarıyorlar? Bizim kadromuza iyi bir yemek vererek, biraz elbise ve benzeri veya saat şu bu hediyeler alarak onu hatır gönüle boğuyor. Kendisine bağımlı kılıyor. Ve bakıyorsun örgüt falan adamın elinde kalıyor. Çok gizli bir tehlike. İşte bu konuda örgüt çizgisine bağlı olmak gerek. Örgütü yaşamak demek çizgi adamı olmak demektir. Tümüyle örgütü yaşamak demektir. Örgütü esas almak demektir kendini değil.
İşte bu tipler zaten kendini esas alan tiplerdir. Örgüt adamı kendini esas alan adam değildir. Elbise iyi olmuş kötü olmuş o kadar önemli değil. Yırtık olmadıktan sonra yeterlidir. Ama bazıları örgütün sırtından günlük elbise de giyiyor, günlük. Kendisi öyle oluğu gibi sülalesini de öyle yapıyor, ahbap – çavuşlarını da öyle yapıyor. Bugün bizim örgütümüze de gerçekten böyle ağalar türemiş. Örgüt değerleriyle sağa sola ağalık yapıyor. Dedim ya adam bana yaptı. Bana yapan adam çevresindekilere hayde hayde yapar. Bunu yutmamak gerekiyor. Bunu yutmamak tabi biraz örgüt adamı olmayı gerektirir. Başka türlü mümkün değil. Biraz insanın duygularına, zevklerine hitap et, sora tepe takla götüı. Bu durumlara düşmemek gerekir. Ben söyleyeyim, Benim 87'den bir mendilim, tarağım var cebimde 84'ten beri. O tarakla Avrupa'ya gittim. Bazıları gördü. Bu da tarak mı? Ayıptır. Al, sana yenisini alalım. kabul etmedim, ' Yok, daha yeni dedim.' Şimdi demiyorum herkes öyle olsun. Belki benim ki biraz aşırı fakat bu da bir ahlak. Ben bunu babamın evinde mi aldım? PKK'de kazandım. Tutumlu olmayı PKK'de öğrendim. Değer nedir, değer nasıl yaratılır, emek nedir, emeğe saygı nedir? Bunları biraz PKK'de öğrendiğim için, - tam öğrendiğimi de söyleyemem- fakat biraz genel anlamda bildiğim için, ahlaksızlık yapmak istemiyorum. Emeğe saygısızlık, değere saygısızlık yapmak istemiyorum. Ben kendim için yaşamıyorum. Ben bir halk için yaşıyorum, Bir örgüt için yaşıyorum. Bir halk nasıl yaşıyorsa bende öyle yaşarım. Ondan farklı yaşayamam. Ama birçok arkadaşta ortaya çıkan durum nedir? Kendini iyi yaşama. Biraz imkan oldu mu bu imkanlar kendisi için iyi kullanma, iyi yaşama. Avrupa'da gördüm, bizim örgüt çalışanlarımız, her gün elbise aldırtıyor. Hem de en iyi mağazalardan aldırtıyor. Almazsa da kavga ediyor. Bu insanlarımız ülkesini, evini terk etmiş, oralara gelmiş insanlar. Orada nasıl bir yaşam içinde oldukları da belli. Hangi vicdanla sen bu insanlara gidip, kendin için elbise aldırıyorsun? Ve hem de iyi mağazalardan aldırıyorsun.
Hangi hakla, hangi yetkiyle? Alırsa iyi, almasa kötü. Bunlar bu örgütü nereye götürür, bu halkı nereye götürür? İnsan bunu biraz düşünmek zorundadır. Bunlardaki ölçü nedir? Kim bana iyi yemek verdi, o iyi bir insandır kim bana biraz hediye aldı, o iyi bir adamdır. Ölçü bu, kendisini ölçü almıyor. Kendisine hizmet ettiği için, elbise aldığı için, iyi yemek verdiği için iyidir. Ölçü bu. Ne ortada parti ölçüsü var, ne insani ölçüler var. Kendi ölçülerini esas aldığı için bir çok yerde, çalışmalarda, çalışmaların ölçüleri önemli, onunu için de örgüt, örgüt olmuyor. Bugün bundan ötürü polis, birçok örgütümüzü işlemez kılıyor. Özellikle metropollerde, örgütlerimiz, polisin yedeğine düşüyorsa nedeni budur. Özel savaş bu noktadan vuruyor. Mafya - polis içi içe çalışıyor zaten. Hatta bazı alanları ekonomik olarak ta finanse ediyor. Bunlar ekonomik imkanlar açıyor gidenlere. Bu biçimiyle onları yozlaştırmaya çekiyorlar ve bitiriyorlar. Hele birazda küçük - burjuvalığı varsa, biraz elbiseye , şık gezmeye, lükse özenti duyuyorsa, tamda polisin istediği adam. Rahatlıkla onu orada doyurabilir. Ve orada düşürebilir. Bir çoğunu da böle düşürür. Onun için örgütlenme metropoller de örgütlenme olmuyor. Satın alınıyor. Gerçekten satın alıyor. Yarın devlette satın alır. Doyurur, bir takım şeyler verir. Ondaki karşı - devrimcilik ve proleterya dışı anlayışları hortlatır. Oradan rahatlıkla satın alabilir, rahatlıkla kendisine çalıştırabilir. Yani basit, küçük görmemek gerekir. Bir elbiseyle başlar sonra bir ülkenin satımına kadar gider. Önu alınmazsa. Reel sosyalizm neden kaybetti? Biraz da bunlardan kaybetti. Oradan da sonuç çıkarmak gerekir. Yine benim Avrupa çalışmalarında, benim sorumluluğum altında biri vardı. O da Avrupa merkezin de, bir eyaletinde sorumlusu. Bunun verdiği bazı bilgiler vardı. Ben bu bilgileri Parti Önderliği'ne iletim. Niye? Merkezde çalışıyor, bir eyaletinde sorumlusu, biraz güvendiğimden ötürü, iyi niyetle yaklaştığımdan ötürü, arkadaş herhalde tutup yanlış bilgi vermez deyip, gelen bilgiyi aktardım.
Fakat daha sonra üzerinde durdum ki verilen bilgiler doğru değil. Ama ben bu bilgileri bir kere iletmiştim. Yaptığımız Avrupa genişletilmiş toplantısında, ben durumumu ajanlık olarak nitelendirdim. Bazı arkadaşlar, kendime haksızlık ettiğimi söylediler. Mesele, kendime haksızlık edip etmediğim değil. Bir ajan bir örgüte sızmışsa ne yapar? Örgüte yanlış adım attırmak için, yanlış karar talimat çıkartmak için, yanlış bilgilendirme yapar. Çünkü talimatlar neye dayanır, gelen bilgiye dayanır. Ajan örgütü yanlış yere saptırmak için yapıyor. Eğer sende bir devrimci olarak örgütüne yanlış bilgi ulaştırırsan, senin de ajandan farkın kalmaz. İster ajan ol, ister olma. Örgüt, o bilgile dayanarak bir talimat çıkarırsa, vay o örgütün haline. Bundan kim sorumlu olur. Talimatı veren mi sorumlu olur? Hayır. Bu bilgiyi ulaştıran sorumlu olur. İşte bunun için ben tutumumu ajanlık olarak değerlendirdim. Ki gerçeği de o. Benim ajan olup olmadığım önemli değil. Çünkü yol açtığım sonuç biri ile bir ajanın yaptığı aynı. Aynı sonuca yaratıyor. Burada ajanlık denir. Ama çoğu arkadaş en değme ajanların yapamadığını yapıyor, örgüte her türlü zararı veriyor. Ama buna ajanlık demekten çekiniyor. Niye? Derse feodal gururu gider, küçük - burjuva gururu gider. Şimdi sen, feodale, küçük - burjuva gururunu da koysan, otaya çıkan sonuç bellidir. Sen istediğin kadar kendini gizle. Kendini gizlemenin bir anlamı yok. Bu nokta da kendini gizlememek daha tehlikeli. Bu sonuçlara yol açan biri, yol açtığı sonuçlar hakkında kendini sorumlu tutmazsa, onun örgüt adamlılığından da, onun insanlığından şüphe duymak gerekir. İsterse ajan olmasın ona ajan demek yerindedir. Şimdi ne ajanlıktır, ne değildir? Onu da bilmek lazım. İlle de sübjektif anlamda ajan olmak gerekmiyor. Bir devrimci olarak ta değme bir ajanın yapmadığını yaparsın, zarar verebilirsin. Biz ajana niye ajan diyoruz? Örgüte zarar verdiği için, bir anlamda. Yani örgüte değil de, karşı tarafa hizmet ettiği için, başkasının hesabına çalıştığı için, ona hizmet ettiği için ajan diyoruz.
Sen de yaptığınla PKK'ye değil de , düşmana hizmet ettiysen, bu nedir? Buna ne diyeceğiz Ajanlık diyeceğiz. Başka bir şey denmez. Burada şu savunmada var, - birçok arkadaşın yaptığı gibi - bu bilgiyi falan verdi, ben de ilettim. Benim burada suçum yok. Örgütte adama derki, sorumluluğunda çalışan biri, örgüte yanlış bilgi veriyor sen bu bilginin doğru veya yanlış olduğunu bilmiyorsun . Sen ne biçim örgüt temsilcisisin? Neyin temsilcisisin orada, örgütün mü temsilcisisin? Bunu ispatlayabilir misin? Hayır. İspatlayamazsın. Örgütü temsil eden insan, gelen bilginin doğru ve yanlış olduğunu bilen insandır. Eğer bilirse örgütü sağlam olabilir. Yoksa o örgütün temeli oyulur, örgüt gider sen havada kalırsın. Böyle örgüt temsil edilmez. Böylesi bir temsilcilik örgütün en üst düzeylerinden yer alırsa, o örgütün başına neler gelir. Oradan düşünmek gerekir. Eğer her gün başına belalar getiriyorsa, her gün bir yeri çökertiyorsa nedeni söylediğim devrimciliktir. Partileşemeyen, partiyi iliklerine kadar yaşamayan devrimciliktendir. O bunu yaşatır, buna yol açar. Bu sonuçlara gider. Eğer birazcık parti olayı doğru yaşansa, güven meselesi ayrıdır örgüt meselesi ayrıdır. Gelen bilginin doğru olup olmadığını bir örgüt adamı kontrol eder. Doğruysa verir, değilse bu bilgiyi kim, ne için vermişti? Bu adam art niyetli olduğu için mi bu bilgiyi veriyor? yoksa adamı aynı durumda olduğu için mi bu bilgileri veriyor? İşte o zaman ajan mıdır veya örgütü başka yöne kanalize etmek için başka türlü mü? Örgüt o zaman sağlam olur. Ama biz örgütte yaşananlara dikkat ediyormuyuz, insan nasıl çalışıyor, ne yapıyor, görevini yapıyor mu, tam mı, eksik mi yapıyor? Boşa mı çıkarıyor, dikkat etmiyoruz. Mevki sahibi olmak bizi mest ediyor. Böyle sorumluluk, yöneticilik, particilik olmaz. Böyle yöneticilik oldu mu o yöneticinin sorumsuzluğu altında örgüt tükenişe, bitişe, çöküşe gider.
CEMİL BAYIK ( HEVAL CUMA) 13.BÖLÜM
YORUM GÖNDER