SOKAK OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ
İktidarın sokak korkusu, özellikle Gezi ve Kobanê eylemleri ve başka ülkelerde sokak eylemleri ile iktidarların yıkılması sonrasında adeta bir fobiye dönüşmüştür.
Son günlerde sokak yine Türkiye siyasetinin önemli bir gündem maddesi haline geldi. İktidar bloğunun ortaklarından CHP ve İyi Parti’ye herkes bu konu hakkında konuşuyor, yorum yapıyor.
Sokak yani toplanma özgürlüğü; düşünce ve ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü ile beraber gerçek bir demokrasinin olmazsa olmaz bir şartıdır. İnanların fikirlerini özgürce ve hiçbir kısıtlama olmadan ifade edemedikleri; bu fikirler etrafında örgütlenemedikleri ve bu fikirlerini ifade etmek için sokağa çıkmadıkları bir yerde demokrasiden bahsetmenin imkanı yoktur. Ama özellikle açık bir eylem halini ifade eden sokak hakkı, bir yönetimin demokratik olup olmadığı konusunda adeta bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir.
Tersine demokrasinin olmadığı her yerde bu hak ve özgürlükler iktidarlar için bir tehdit olarak görülmektedir. Bu haklar ortadan kaldırılmakta ve bu hakları kullananlar baskılar ile karşılaşmaktadır. Tam da bugün bu coğrafyada olduğu gibi.
Özellikle 15 Temmuz sonrasında, bunu bahane edip ülkeyi yıllarca olağanüstü hal ile yöneten ve daha sonra bu olağanüstü hal durumunu yeni "normal" olarak halklara dayatan iktidar eliyle Türkiye, neredeyse tüm temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı veya fiilen kullanılamaz hale getirildiği bir yer haline gelmiştir.
Bu bağlamda toplanma özgürlüğü özellikle öne çıkmaktadır. 15 Temmuz’dan beri Kürdistan’da valiler neredeyse otomatiğe bağlanmış karar ile her türlü eylem ve etkinliğin yapılmasını yasaklamaktadır. Van’da 1879 gündür yani neredeyse beş yıldan fazla bir süredir kesintisiz süren bu yasak, aslında Türkiye’nin geldiği noktayı çok net bir şekilde özetlemektedir. Akıl, mantık ve hukukla izah edilmesi mümkün olmayan bu yasaklamalar sadece Kürdistan ile sınırlı değildir. Bu yasaklamaların yanı sıra sadece 2021 yılı içinde 371 eyleme müdahale edilmesi ve bu müdahalelerde 3540 kişinin gözaltına alınması da bu toplanma özgürlüğü bakımından gelinen noktanın bir diğer boyutudur.
Tüm bu baskı ve yasaklamalar aslında gücün değil güçsüzlüğün ve korkunun dışa vurumudur. Bir yanda ülkenin her bir hücresine yayılmış adaletsizlik, hukuksuzluk ve keyfilik ile her geçen gün daha da derinleşen yoksulluk ve işsizlik nedeniyle toplumda her geçen gün daha da artan tepki ve öfke; diğer yanda krizler karşısındaki yönetememe krizi nedeniyle iktidarın yaşadığı büyük varoluşsal korku ve kaygı bir arada düşünüldüğünde insanın aslında iktidar korkmakta çok da haksız değil diyesi geliyor.
İktidarın sokak korkusu, özellikle Gezi ve Kobanê eylemleri ve başka ülkelerde sokak eylemleri ile iktidarların yıkılması sonrasında adeta bir fobiye dönüşmüştür. Neredeyse yaptığı, yapmayı planladığı her şeyi varoluşsal kaygıları ve bu fobi belirlemektedir. Tüm devlet aygıtını bu korkusuna göre yeniden şekillendirmiştir. Polise eylemlere müdahalede neredeyse sınırsız bir güç kullanma hakkı tanınmıştı. Sözde darbeye zemin hazırlıyor denilerek 2010 yılında iptal edilen EMASYA (Emniyet-Asayiş yardımlaşma) Protokolü geri getirilmiş ve askerin toplumsal olaylara müdahalesinin önü açılmıştır. Ayrıca askere ve polise çok da güvenmiyor olacak ki iktidar, ayrıca toplumsal olaylara müdahale etmek üzere kendi paramiliter güçlerini de oluşturmuştur. Buna ek olarak, Kobanê eylemleri nedeniyle HDP yöneticileri hakkında açılan dava da, bu korkunun bir göstergesidir. Bu dava, tam da bu nedenden dolayı sadece HDP’ye karşı açılmış bir dava olmanın ötesinde, aynı zamanda tüm muhalefete bir daha sokağa çağrı yapmamaları için verilmiş bir gözdağıdır.
Ama özellikle ekonomik kriz ve derinleşen yoksullaşma ile beraber toplum içindeki biriken tepki ve öfke iyice görünür hale gelmiş olmasından dolayı, iktidarın sokak fobisi son günlerde yine akut bir hal aldı. İktidar adına en alttan en üste kim ağzını açsa bu korku ile toplumu açıkça tehdit etmektedir. Bunlardan en dikkat çekeni, sözde vatandaşlarının haklarını ve özgürlüklerini kullanmaları için var olan devlet aygıtının en başındaki kişinin "Sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün. 15 Temmuz’da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi öyle alırsınız. Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız" diyerek topluma aba altından da değil, açık açık sopa göstermesidir.
Diğer yandan CHP ve İyi Parti’nin başını çektiği muhalefet anlayışı, bu tutumdan hesap sormak yerine maalesef özünde iktidardan çok da farklı olmayan bir duruş sergilemektedir. İktidarın sokağa çıkmayı bir suç gibi gösterip sokağa çıkacak olanları tehdit emesine cevaben, sanki sokağa çıkmak bir suçmuşçasına, eylem yapmak iktidarın provokasyonuna gelmekmişçesine sokağa çıkmayacaklarını ifade etmektedirler. Her platformda halklara açık açık sokağa çıkmama, tepkilerini göstermeme, sandığı bekleme çağrısı yapmaktadırlar.
Ama tarihsel gerçekler çok net bir şekilde göstermektedir ki, sokaksız demokrasi olmaz ve faşizmin işini eylem değil, eylemsizlik, ses değil, sessizlik kolaylaştırır. Bundan dolayı da bu coğrafyaya barışın, özgürlüğün, demokrasinin ve adaletin gerçekten gelmesini isteyen herkes, iktidarın baskı ve tehditlerini umursamadan sokağa daha kararlı bir şekilde çıkmalı, barışçıl bir şekilde tepkisini göstermekten, sesini yükseltmekten çekinmemelidir. Aksi bir durum yani 'provokasyon olur' deyip sokaklardan çekilmek, iktidarın ekmeğine yağ sürmek anlamına gelecektir. Dahası bu tutum, halkta biriken tepki ve öfkenin sönümleneceğinden, iktidara tekrar bir şekilde kontrolü sağlaması bakımından zaman kazandıracaktır.
CİHAN DENİZ
KAYNAK: ÖZGÜR POLİTİKA
YORUM GÖNDER