PARTİ TARİHİ (1.BÖLÜM)
PARTİ TARİHİ (1.BÖLÜM)
0 Yorum
2953
15-09-2021

Sizler PKK'li olmaya gelmiş insanlarsınız. PKK'li olmak için PKK'ye gelen insan, PKK gerçekliğini kabul eden insandır. Bu gerçekliği kabul ederek gelmiştir. Bu gerçeklik 20 yıllık mücadelenin sonucuyla ortaya çıkan bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin ortaya çıkartılmasında milyonlarca insanın emeği vardır, çabası vardır, çok değerli yoldaşlarımızın kanı vardır. Ve bütün bunların bileşkesi olan Parti Önderliği'nin çok büyük çabaları, beyni, yüreği vardır. Bu gerçeklik böyle ortaya çıkarılan bir gerçekliktir.

PKK'li olmak isteyen insan bu gerçekliği kabul eden ve PKK'ye böyle gelen insandır. bu gerçeklik ışığında kendi gerçeği nedir? PKK'li olmak isteyen her insanın kendi gerçekliğini bu gerçeklik ışığında ortaya koyması gerekir. Eğer PKK'lileşeceksek ancak böyle PKK'lileşebiliriz. Yani, PKK gerçekliği nedir? Benim gerçekliğim nedir? Hangi yönümle PKK ile bütünleşiyorum, hangi yönümle PKK'den ayrı kalıyorum? Hangi yönüm hizmet ediyor, hangi yönüm zarar veriyor veya zarar verir? İşte bunları iyi cevaplamak gerekiyor. Eğer bu tarzda yaklaşırsak PKK'lileşmek mümkün. Yoksa birçok arkadaşın 'PKK'ye geldim oldum PKK'li' veya 'PKK'nin şu veya bu düzeyinde yer aldım oldum mükemmel PKK'li' anlayışı kesinlikle doğru olmayan bir anlayıştır. Bir çoğumuzun PKK gerçeğini kavrayamaması, PKK'nin düzeyine ulaşmamasının nedenlerinden biri oluyor. Büyük bir yanılgı, burada var. Ki parti tarihini işlediğimizde sanıyorum birçok arkadaş bu gerçeği daha iyi kavrayacaktır. Yani PKK'li olmak ne PKK'ye ulaşmakla mümkün, ne de PKK'nin herhangi bir mevkisinde yer almakla mümkündür. Hatta merkezinde bile yer alabilir. Yine PKK'nin özelliklerini kazanmak gerekiyor. PKK'nin kabul ettiği şeyler vardır, kabul etmediği şeyler vardır. PKK'ye ait olan şeyler vardır, olmayan şeyler vardır. Eğer bunlar yeterince bilince çıkarılırsa, PKK'nin ruhuna ulaşılırsa, eğer düşmanın kazandırdığı ruh kazılıp atılırsa PKK'lileşmek mümkün olur. Bu açıdan bu ders önemli bir derstir. Bu dersi almak demek kendini terbiye etmek demektir, parti terbiyesinden geçmek demektir. Parti terbiyesinden geçmeyen bir insan elbette ki partili olamaz. Parti terbiyesini almak demek, kendini PKK gerçeği ışığında ameliyat masasına yatırmak demektir. İşte PKK'lileşmenin yolu biraz bundan geçer. Yine bu ayrı bir ders konusu olabilir.

PKK tarihini ele alırken daha çok pratik yönleri ve onun yarattığı sonuçlar itibarıyla ele alacağım. Bunu bu tarzda ele almanın nedenleri var; parti tarihi, Parti Önderliği tarafından siyasal, örgütsel, tarihsel boyutlarıyla çok çarpıcı bir biçimde, oldukça kapsamlı olarak çözümlemelerinde işlenmiştir. Ondan daha fazla işlemek mümkün değil. Fakat bunlar yeterince kavranmıyor. Bunların kavranabilmesi açısından pratik yönlerini biraz işlemekte yarar var. Eğer pratik yönleri biraz açımlanırsa, PKK gerçekliği biraz kavranabilir ve Parti Önderliği'nin çözümlemelerde Parti Tarihini işleyişi de biraz kavranabilir. Başka türlü, kavramakta yetersizlik ortaya çıkıyor. Oldukça yüzeysellik ortaya çıkıyor. Bu açıdan da pratik yönlerini ele almakta yarar var. Onun için bu dersi daha çok pratik yönleriyle ele alacağım, bir bu. İkincisi; PKK tarihi genelde 3 aşamada ele alınıyor, birincisi, PKK'nin doğuş aşaması ki bu kaba taslak olarak '70 ile 80 yılları arasındaki aşamadır. İkincisi, '80 -90 dönemini kapsar. Ki bu da PKK'nin gençlik dönemidir. '90 sonrası da PKK'nin olgunluk dönemini kapsar. Şüphesiz her dönem yine kendi içerisinde dönemlere ayrılır. '70-75 kendi başına bir dönemdir. '78-80 bir dönemdir. Yani kısacası her dönemi kendi içerisinde ele almak mümkün.

Yine parti tarihini ele alırken, diğer bir yönü daha var. Doğuştan 3. Kongreye kadar, yani '86'lara kadar ki süreç. Bu, PKK'yi yaratmaya ve tüm özellikleriyle şekillendirme, gerçek kimliğine kazandırma mücadelesi. '86'ya kadar ki mücadelenin esası budur. 3. Kongre ile kimliğine kavuşan PKK'nin o tipteki militanı yaratma mücadelesi dediğimiz dönem başlar. Tüm çabalar biraz bu noktada odaklaşır. İşte '86 sonrası geliştirilen bütün çözümlemeler ki hala devam ediyor bütün bunlar PKK'nin militanını yaratma mücadelesidir. PKK tarihini ele alırken bir de bu yönüyle ele almak gerekir. PKK'yi yaratma mücadelesi bir de PKK'nin militanını yaratma mücadelesidir. PKK'nin tarihi aynı zamanda önderliksel gelişiminin de tarihidir. Bu önemli bir husustur. Çünkü halkımızın tarihi, Önderliksizliğin, örgütsüzlüğün yaşandığı bir tarih. İlk kez çağdaş anlamda kendi önderliğini yaratan bir halk gerçeğiyle karşı karşıya geliyoruz. Ondan önce Önderlik adına sergilenen, öndersizliktir. Ki bu da zaten köleliktir ve yok oluştur. PKK'nin çıkışı aynı zamanda önderliğinin de çıkışıdır. PKK'nin gelişimi, onun önderliğinin de gelişimidir. PKK'nin önderliği ile PKK genel anlamda aynı şeylerdir, ayrı şeyler değildir. PKK'yi kabul etmek, Önderliğini kabul etmemek veya önderliğini kabul edip PKK'yi kabul etmemek oldukça tehlikeli bir durumdur. Bunu şunun için söylüyoruz, bazıları 'Önderliği kabul etmiyoruz ama PKK'yi kabul ediyoruz' diyor. Veya bazıları -ki hala içimizde var- PKK'yi kabul etmiyor ama Önderliği kabul ediyor. Mesela bazı arkadaşlar diyor 'Önderlik dışında ben kimseye güvenmiyorum' bunu iyi niyetle de ifade etse, aslında yürüttüğü şey ABD'nin ve Avrupa'nın çokça PKK'nin üzerinde yürütmek istediği ve sonuç almak istediği bir politikadır. Onlar yıllar yılı PKK ile Önderliğini ayırmak istediler, PKK'nin işini bitirmek açısından. Birçok arkadaş bilerek veya bilmeyerek aslında bu politikayı uyguluyor, PKK ortamında. Çok tehlikeli tabii ki. Yani, PKK'nin kendisiyle PKK Önderliğini birbirinden ayırmamak gerekiyor, birbirine karşı koymamak gerekiyor. Halbuki PKK'nin özelliği Önderliğin özelliğidir. Yani, Önderliğin özellikleri PKK'nin özellikleri oluyor. Bunları doğru kavramak gerekir. Eğer bunlar doğru kavranmazsa elbette birçok şeye alet olmak mümkün. Geçmişte bazılarının alet olduğu gibi.

Bizim açımızdan tarih denince akla biraz da PKK tarihi gelir. Halkımızın -anladığımız anlamda tarihi PKK'nin çıkışı ile başlayan bir tarihtir. Bundan önceki tarih, fazla sahip çıkılacak bir tarih değildir, lanetli bir tarihtir. Öyle pek olumlu bir yanı olan tarih değildir, çok az olumlulukları olan bir tarihtir. Bu açıdan biz tarihten bahsederken PKK'nin çıkışıyla birlikte birazda halkımızın tarihini ele alıyoruz. Ki gerçek anlamda tarih bununla başlıyor. Bunun için böyle ele alıyoruz. Ondan öncesi başkalarının yazdığı tarihtir. Başkalarının yazdığı tarih kölelik tarihidir. Bu bizim tarihimiz olamaz. Bizim tarihimiz kendimizin yazdığı tarihtir. Bize ait olan bu tarihtir. Bu açıdan tarihi ele alırken, tarihimizi biraz da PKK'nin çıkışıyla başlatıyoruz. Bu da önemlidir. Bu noktanın da çok iyi kavranması gerekir. Madem ki PKK'nin tarihi, halkımızın gerçek anlamdaki tarihi oluyor, yine PKK'nin tarihi Önderliksel çıkışın da tarihi oluyor; halkımızın aynı zamanda önderliğe kavuşma tarihi oluyor, bu önemli bir olay. Bugün bu Önderliği birçok güç ister dost, ister düşman bu kadar inceliyor, üzerinde duruyorsa, bunun da bir nedeni vardır. ki bizler bu Önderlik altında savaşmak isteyen insanlarız. Herkesten çokta bizim bu Önderliği kavramamız gerekiyor. Ama şurası da bir açık gerçek ki, bu Önderliğin en çok anlaması gereken bizlerken en az anlayanlar bizler oluyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, bu ateşkes sürecinde son basın toplantısı oluyordu. Gelen gazetecilerin Parti Önderliği ile görüşmeleri olmuştu. Toplantı öncesi ki hemen basın toplantısına girdi, ondan sonra yine bir çoklarıyla görüşmeler yaptı.

Bu gazeteciler görüşmelerin sonucunda birbirleriyle, şu konuşmayı yapıyorlar, 'Bu Apo denilen kişi nasıl bir adam? Bu kadar yoğun çalışıyor, temposu ilginç bir tempo, iradesi çok güçlü, yorulma nedir bilmiyor, konulara oldukça egemen. Bu kadar görüşme yaptı, biz konuşacak hali kalmadı sanıyorduk. Hatta sıkıştırırız, belki bazı şeylerde yakalayabiliriz. Fakat mümkün mü?' Bu tip değerlendirmeler yapıyorlar. Bunlar dışımızdaki güçler. Hatta bazıları diyelim bize karşı olan güçler. Ve bir günlüğüne bir basın toplantısına gelmiş, bir günlüğüne inceliyor, anlamaya çalışıyor ve birçok gerçeğe de ulaşıyor. Şimdi onlar bir günde diyelim bu tip değerlendirme ve sonuçlara giderken, bizim yıllar yılı bu Önderliğe bağlı olduğumuzu söylememiz, bu Önderliğin emrinde çalıştığımı söylememize rağmen, bu Önderlikten fazla bir şey anlamadığımız gerçeği var. Biz bu Önderliği kabul etmişiz, bu Önderliğe bağlı olduğumuzu söylüyoruz, bu önderlik altında savaştığımızı söylüyoruz. Şimdi, bu Önderliği bizler düşman kadar kavrayamazsak, bizim PKK'liliğimiz tartışma konusu olur, bizim PKK'liliğimizden şüphe duyulur. Duymak da gerekiyor. Neden bu kadar dostu ve düşmanı olan PKK'nin, bu dostu ve düşmanları PKK'nin Önderliği üzerinde bu kadar duruyor? Çünkü, biliyorsunuz, dünyanın kabul etmediği bir halk. Dünyanın, hakkında 'öldü, işi bitti' dediği bir halkın ayağa kaldırılması var. Bu halk kendiliğinden ayağa kalkmadı. Halkı, ölümün eşiğinden bitişin eşiğinden ayağa kaldırmayı gerçekleştiren bir Önderlik var. Elbette ki herkes bu önderliği anlamak ister. Nasıl bir Önderlik? Bunun nasıl başarıyor? Bu Önderliğin gücü nedir? Çünkü burada bir halkın gücü de ortaya çıkıyor. Geleceği de ortaya çıkar. Dikkat edin, ister karşı devrim, ister devrimci güçler bir hareketi tanımak için, onun önderliğine bakarlar.

Çünkü bir halkın geleceği, onun önderliğinde temsil edilir. Bir halkı tanımak istiyorsan, onun önderliğini tanıman gerekiyor. Eğer tanıyorsan, o halkın, o hareketin ne yapıp ne yapmayacağını rahatlıkla tespit edebilirsin. Eğer birçok güç Önderlik üzerinde bu kadar duruyorsa; bu durumda olan bir halkı ayağa kaldıran bir önderliğin sıradan bir önderlik olmayacağı, bunun anlaşılması gerektiği ve bu Önderliğin bu halkı nereye götüreceğini az çok kestirmek içindir. Ve düşmansa diyelim, buna göre kendisini geliştirmek için öğreniyordur. Boşuna üzerinde durmuyor. Şimdi bunlar bu kadar üzerinde durup incelerken, bizim bu hareketin mensubu olarak, bu Önderlik altında savaşa giden bireyler olarak, bu önderliği bunlar kadar anlamamamız gerçekten üzerinde durulmaya değerdir.

Bu Önderlik sıradan bir önderlik değil. Bu Önderliğin çıkışı ki birazdan bunu biraz inceleyeceğiz öyle sıradan bir çıkış değil. Çıkış, biraz da biliyorsunuz yürüyüşü belirler. Genel anlamda tabii. Bu açıdan önemlidir. Yine öldü, bitti denilen bir halkı ayağa kaldırmak, onu tarih sahnesine koymak, sadece onunla da yetinmemek, bugün bir sistemi zorlamak elbette ki sıradan bir önderliğin başaracağı iş değildir. Ve bugün ABD'sinden tut, Avrupa'sından tut birçok güç PKK'ye karşı tutum geliştiriyorsa, bu nedensiz değildir. Çünkü, PKK'nin geliştirdiği mücadele, Türkiye Hükümetini, rejimini ve o rejimin içinde yer aldığı sistemi zorlar bir düzeye gelmiştir. Eğer tedbir alınmazsa bu rejim gerçekten gidebilir. bu rejimin gidişiyle birlikte sistemde gedik açılabilir. Bu gediğin açılması Ortadoğu'da ve dünyada değişikler yaratabilir. Eğer bu kadar tedbir alınıyorsa nedeni budur, nedensiz değildir. Yoksa Tansu Çiller'in istemiyle hareket ettiklerinden değildir. Bu kadar gelişmelere neden olan bu Önderlik nasıl çıktı, hangi koşullarda ortaya çıktı? Bunu anlamak gerekiyor. Bunu anlamak için şu noktayı da izah etmekte yarar var; Neden PKK denilen olay daha önce Kürdistan'da ortaya çıkmadı? Böylesi bir olayı ortaya çıkaran, şekillendiren Başkan Apo gibi biri veya Başkan Apo'nun kendisi daha önceki koşullarda ortaya çıkmadı da, '70'ten sonra ortaya çıktı? Bu bir tesadüf müdür? Şüphesiz değildir. Veya Başkan Apo istediği için mi çıktı? Öyle de değil. 

Çıkışın nedenleri var.

Tarihsel, siyasal, örgütsel, sosyal nedenleri var. Yoksa Başkan istediği için bu hareket çıkmamıştır. Başkan'ı ortaya çıkaran, bu hareketi ortaya çıkaran nedenler var, çok güçlü nedenler var. 1970'ler öncesi Kürdistan, eğer iyi incelenirse, bizim anladığımız anlamda proleterya önderlikli bir hareketin, bir önderliğin gelişme şansı, koşulları yok. Bunun için böylesi bir hareket, böylesi bir Önderlik ortaya çıkmıştır. Ne zaman ki Kürdistan'da objektif koşullar ortaya çıkmışsa, olgunlaşmışsa, sübjektif planda da buna cevap veren gelişmeler ortaya çıkmıştır. '60'lar süreciyle birlikte Kürdistan'da kapitalizm gelişir. Bunun sömürgeci tarzda da olsa yarattığı sınıflaşma olayı var. Her ne kadar bu sınıflaşma bağımsız olmasa da Türkiye'deki sınıflaşmanın bir karikatürü biçiminde de olsa, yeni sınıfların oluşumu ortaya çıkıyor. Şu biliniyor; her sınıf kendi ideolojisiyle, kendi politikasıyla tarih sahnesine çıkar. Kürdistan'da modern sınıfların oluşumu objektif koşullar dediğimiz koşullardır. Her objektif gelişme, peşinden sübjektif anlamda koşulların olgunlaşmasını, olgunlaştırılmasını teşvik etmektedir. Objektif gelişme, sübjektif gelişmeyi peşinden davet eder. Bir bu, bir de zaten Kürdistan halkının haklı davası var ortada. Bütün bu nedenler çıkışı olgunlaştıran nedenlerdir. Objektif plandaki gelişmeler, sübjektif planda cevap veriyor. Bunun için '70'ler sonrası ortaya çıkılır. Yani tarih Kürdistan sorununun çözümünü gündemleştirdi. Bunun için '70'ler sonrası ortaya çıkılır. Ve buna Başkan Apo sahip çıkar. Böylesi bir çıkıştır, yani tarih haklı davalar kendi adamlarını yaratırlar. Başkan Apo çıkmışsa, böyle çıkmıştır.

Başkan Apo'nun Kürdistan'a, Kürdistan devrimine sahipliği hangi koşullarda gelişiyor? Bunu iyi anlamak lazım. '70'ler ortamı nasıl bir ortam? Emperyalizmin yumuşama sürecine girdiği bir dönem. Yani reel sosyalizmin önemli ölçüde tıkandığı ve giderek kapitalizmle bütünleşmeye adım attığı bir dönem. Bunun için sosyalizmde ciddi karışıklıkların, sapmaların, Parti Önderliğinin deyimiyle; 'sapkınlıkların ortaya çıktığı bir dönem.' Bilimsel sosyalizm nedir. Üzeri örtülmüştür. Ne sosyalizmdir, ne değildir; bunu anlamak bile güçtür. Çeşitli merkezler oluşmuş, her biri kendisini sosyalizmin merkezi olarak görüyor. Bunu kabul edeni sosyalist görüyor, kabul etmeyi karşı-devrimci görüyor. Yani sosyalist hareket kendi içinde parçalanmış. Bin bir sorunla boğuşur durumda,ve bu sorunların içinde boğulma tehlikesi ile karşı karşıya. Bu reel sosyalizmin Kürdistan'a bakışına bakalım; Kürdistan diye bir sorunu yok. Ne böyle bir ülkeyi, ne böyle bir halkı tanıyor, ne de bu halk adına mücadeleyi kabul ediyor. Emperyalizmin Kürdistan politikası zaten biliniyor. Bu anlamda reel sosyalizm ile emperyalizmin Kürdistan politikası, inkar politikasıdır. Yani bu halkın işinin bittiğidir. Artık böyle bir halk yoktur, böyle bir sorunu gündemleştirmemek gerekir, gündemleştirmek tehlikelidir. Yaklaşımları, politikaları budur. Şimdi Türk devletine bakalım. Türk devletinin politikası belli. Zaten Kürdistan denen bir olay yoktur. Geçmişte vardı, ancak betonlaşmıştır ve artık yeşermez. Bu sorun bitmiştir. Bakışı, politikası, uyguladığı budur. Türk solunun tutumuna bakalım; her ne kadar Kürt dense de Kürdistan gerçeğini, onun halk gerçeğini, ulus gerçeğini, bağımsızlık gerçeğini, özgürlük gerçeğini en az Türk devleti kadar, en az emperyalizm kadar kabul etmeyen bir Türk solu gerçeği ile karşı karşıyayız. Yani sosyal-şovenizm egemen, Kemalizm egemen, resmi ideoloji egemen. Dolayısıyla bunlar açısından da Kürdistan diye bir sorun yoktur.

Emperyalizmin politikasını anlamak mümkün, bir anlamda reel sosyalizminkini de anlamak mümkün, Türk devleti, zaten mümkün ve sömürgeci devletlerinkini, Türk solunu da anlamak mümkün. Anlaşılması zor olan Kürdistan halkının kendisi. Öyle bir halk ki, gerçekten kendisi de kendisini kabul etmiyor. kendisi de artık işinin bittiğini söylüyor. Sadece dünya demiyor, 'Bu iş bitti.' Halkımızın kendisinde direnme takadı görmüyor. Artık yok olmayı doğal bir süreç gibi görüyor, bu sürece de girmiş. En zor olanı, en anlaşılması gerekeni de bu. İşin zorluğu da biraz buradan kaynaklanıyor. Dünya insanı kabul etmese buna anlam verilebilir ama insanın kendisini kabul etmemesi çok farklı. '70'lerde yaşanan durum budur. Dikkat edilirse hiç kimsenin kabul etmediği bir halk gerçekliği var. Bu halkın da kendi kendisini kabul etmemesi durumu var, kendisi ile çelişki içinde yaşaması durumu var, başkasının hesabına yaşama durumu. Böylesi durumlarda bir halka sahiplik öyle kolay bir şey değildir. Bu halk gerçekliğini ortaya çıkarmak, bu halkı ayağa kaldırmak, bu halk adına bir mücadele geliştirmek öyle herkesin başarabileceği bir iş değildir. Zorluk buradan geliyor. Zorluk sadece bununla sınırlı değil tabii. Kürdistan gerçekliğini kavrayıp ortaya çıkarmak, gelişen bu baş aşağıya yok oluş sürecini tersine çevirmek. İşin neresinden başlamak gerekiyor, nasıl başlamak gerekiyor. Bunu cevaplamak da oldukça zor ve herkesin cevaplayabileceği bir soru da değil.

Bu dönemde Türkiye'deki devrimci hareketin ezilmesi, faşist ordunun iktidarda olması, faşizmin ordu eliyle örgütlendirilmesi halkta, devrimciler de umutsuzluğu alabildiğine geliştirmiştir. Yine Sovyet Çin Arnavutluk tezlerinde olduğu gibi tartışılması da var. Yani böyle bir dönemde doğru nedir, yanlış nedir, neye sahiplik yapmak gerekiyor, neyi red etmek gerekiyor? Bunu bile bulmak oldukça zor. Bunu bulmakta yine herkesin başarabileceği bir olay değil. Bu dönemde dikkat edilirse koşullar hep aleyhtedir, pek lehte koşul yoktur. Böyle dayanabileceğin, güvenebileceğin güçlü veriler de yok. Böylesi bir dönemde Parti Önderliği, Kürdistan gerçeğini sahiplenmek istiyor sahipleniyor. Bu dönemde tektir. Ankara'da üniversite öğrencisidir. Bir arayış içerisindedir ve bu arayışında da kendisine destek olacak kimse yoktur. Tek başına bütün bu sorunların altından kalkmaya çalışır. Kurtuluşun ancak sosyalizmde olduğunu, başka bir ideolojinin buna cevap vermediğini görür. Neden? Çünkü daha öncesi de vardır. Parti Önderliği yaşamını çeşitli yerlerde dile getiriyor. Daha çocukluktan itibaren arayış içindedir. Düzenle çelişki içindedir, bu çelişkiyi çözmek için çabaları vardır. Dinde arar, memurlukta arar, birçok şeyde arar. Bulamaz, en son sosyalizmde bulur. Fakat sosyalizmin de özü kirletilmiştir, örtülmüştür. O özü yakalamak bile başlı başına bir meseledir. Parti Önderliği'nin bu dönem üzerinde durduğu, yoğunlaştığı; sosyalizmin özünü yakalamaktır. Sovyet, bilmem Arnavutluk, Çin çizgilerinden bağımsız, onların etkilerini de kendini kapatarak, sosyalizmi bizzat sosyalizmde öğrenmeye çalışır. Tabii ki bu zor olur ama başarır. Yani sosyalizmin özünü, bilimsel özünü yakalar. Bu, devrimci tarza ulaşmadır. Daha işin başında kendine güveni esas alır. Bu Parti Önderliği'ndeki önemli ve güçlü bir özelliktir.

Tarihsel bir sorun vardır. Madem varolan tarih kabul edilmiyor, reddediliyor, o zaman tarihi değiştirmek için tarihi de çok iyi bilmek gerekiyor. Bu gerçekliği yakalayan Parti Önderliği tarihi inceler. Yöntemi tarih bilincidir. Tarih bilincini iyi yakalamak, tarihi iyi kavramak gerekiyor. Parti Önderliği bunu başardığı için, insanlık tarihinden Türk tarihini aydınlatıyor, oradan Kürdistan tarihini aydınlatıyor. Kürdistan gerçeğini böyle ortaya çıkarıyor. Onun sömürge gerçeğini, nasıl bir sömürge gerçeğini yaşadığını ve buna dayatılması gerekenin ne olduğunu böyle ortaya çıkarır. O dönemde böyle kitap yoktu, Kürdistan kelimesinin geçtiği tek bir eser yoktu. Ama Kürdistan gerçeğini aydınlatıyor, neye dayanarak? Bilimsel sosyalizme dayanarak, bilimsel sosyalizmin de tarih bilincine dayanarak, tarihi çok iyi yorumlayarak. Bu şekilde insanlık tarihinden Türk tarihini, ondan sonra da Kürdistan tarihini aydınlatıyor. Kürdistan gerçeği böyle ortaya çıkıyor. Bu herkesin başarabileceği bir olay mıdır? Olmadığı çok açık. Bizim önümüzde 20 yıllık mücadelenin bu kadar tecrübesi var, hepsi yazılı, çizili Parti Önderliği'nin kendisi bunları bize veriyor biz bunları bile almasını bilmiyoruz. Bırakalım ki dünyanın hiç kabul etmediği, hakkında tek kelimenin konuşulmadığı, halkın bile kendisini kabul etmediği, aleyhinde veya lehinde tek bir şeyin yazılmadığı bir halk gerçekliğini ortaya çıkaracaksın.

Burada bu Önderliğin nasıl bir Önderlik olduğunu anlamak gerekiyor ve herkesin, bırakalım herkesi, normal bir önderliğin bile göremeyeceği bir olay olduğunu görmek gerekiyor. Bu kadar kıt olanaklar içerisinde -ki, olanak denilirse olana- bir halkın gerçeğini yakalıyor aynı zamanda. Bu konuda kendisine yükleniyor. Başka yerden yardım istemiyor, istese de zaten yardım edebilecek ne bir yer var, ne bir kurum var. Bu dönemi yoğun bir araştırma, inceleme ile geçiriyor. Adeta kendisini parçalayıncaya, eritinceye kadar, yüklendikçe yüklenir. İşte 'Kendisini yaratma' diyor, Parti Önderliği buna. Kendisini de böyle yaratır, kendisine yüklenerek yaratır, kendisine yüklenerek bir gerçeği ortaya çıkarır. Dünyayı tabi ki kendisine zindan eder. Yaşamı bizim bildiğimiz anlamdaki yaşamı kendisine zindan eder. Bu gerçeği böyle yakalayıp ortaya çıkarır. Zaten başka türlü de ortaya çıkarmak mümkün değil. Demek ki daha PKK'nin ortaya çıkışında zorluklarla boğuşması söz konusu. Zorlukları esas alması, zorluklarla yaşamayı bilmesi, savaşmayı bilmesi ve yenmesi söz konusudur. Bu PKK'nin bir özelliğidir, Önderliğin bir özelliğidir. Anlaşılacağı gibi PKK'nin özellikleri, Önderliğin özellikleridir. Eğer PKK'li olacaksak bu özelliklere ulaşmak zorundayız. PKK, zorlukları yaşayan, zorluklarla savaşan ve yenmesini bilen bir hareket olacak, biz onun mensupları olarak zorluklardan kaçacağız, rahat yaşama iyi yaşama göz dikeceğiz. Ve PKK'li olacağız, olabilir miyiz?

PKK rahatı reddeden bir harekettir. Her şeyi zorluklarla savaşarak kazanan bir harekettir, özelliği budur. PKK'li biri de tutup rahat yaşamı, rahat devrimciliği seçemez. Bunu seçen, PKK'li olamaz, ters düşer. Demek ki PKK'nin çıkışı, şekillendiği koşullar oldukça zor koşullardır. Zorluklarla boğuşa boğuşa bir çıkış, bir doğuş gerçekleşiyor. Çünkü denilebilir ki Kürdistan sorunu dünyanın en ağır sorunudur. Kürdistan'a sahip çıkmak adeta dünyayla savaşmak demektir. Kürdistan sorunu böyle bir sorun, uluslararası düzeyde bir sorun. Yaratacağı sorunlarla uluslararası düzeydedir. Şimdi, sorunun düzeyi buysa, sorunu çözecek önderliğin de bu düzeyde olması gerekiyor. Soruna bu düzeyde yaklaşmayan bir önderlik bu sorunu çözemez. Kürdistan'da en ufak bir gelişmeyi açığa çıkaramaz. Eğer PKK gelişmiş, bu düzeye ulaşmışsa, bu kadar gelişmeye yol açmışsa ve bugün tüm dünyanın hesaba kattığı bir hareket olmuşsa, sıradan bir olay değildir, sıradan bir önderlikle başarılabilecek bir olay değildir. Bunu da iyi anlamak gerekiyor. Demek ki PKK'nin çıkışı böylesi zor koşullarda gerçekleştirilen bir çıkış. Parti Önderliği bunun için 'biz hiçbir şeyi kolay kazanmadık, her şeyi zorla kazandık' diyor. Bu bir gerçeğin çok çarpıcı dile getirilmesidir. Çünkü düşman Kürdistan Halkını yenmiştir, her şeye el koymuştur, her şeyi kazanmıştır, insanını da kazanmıştır. Gerçek budur. Parti Önderliği'nin düşmanın kazandığı bu halka sahipliği vardır, kazanılan bu insanı düşmandan koparma vardır, bu ülkeyi koparma vardır. Bu öyle kolay bir şey değil. Ve hala -mücadele bu düzeye ulaşmış- düşman ruhunu kendimizde alt edemiyoruz. Yer yer kendisini ortamda konuşturabiliyor. Geriliklerimiz, düşmanın kazandırdığı ruh, özellikler yer yer kendini konuşturabiliyor. PKK ile düşman adeta kazanmak için yarışıyor. İnsan şunu şimdi daha iyi anlıyor; Türk devleti neden bu kadar rahattı? Niye 'betonladım, artık bu topraklarda bir şey yeşermez' diyordu? Nedensiz değil, gerçekten o duruma getirmiş. Yani Kürdistan'da, Kürdistan Halkının çıkarlarını temsil edecek, Kürdistan gerçekliğine dayalı bir hareketin gelişme şansını hemen hemen ortadan kaldırmış, bunun için rahattı. Hala da 'Böyle bir gelişmenin olmaması gerekir, bu hareket nasıl gelişti?' diyor, bunu anlamaya çalışıyor. Gerçek biraz böyle. İşte bu dönemde böylesi yoğun bir inceleme araştırmayla Kürdistan gerçeğini ortaya çıkardı.

Bu dönemde, tek başına. Daha sonra Haki ve Kemal arkadaşlarla tanıştı. Birlikte kaldılar ve o tanışma sonuna kadar devam etti. Bu da çok önemli bir olaydır, Parti Önderliğinin ilk yol arkadaşlarının Haki ve Kemal arkadaşlar olması anlamlıdır. Neden ilk yol arkadaşları Kürtler değil de Türkler oluyor? Öyle olsa da yine bunun anlamı farklıdır. Bu iki önder arkadaş da Türkiyelidir, Türk’tür. Hiç kimsenin cesaret etmediği dönemde Parti Önderliği ile yol arkadaşlığı yapan insanlardır. Parti Önderliği de bu iki insanla yola çıkar, bu nokta iyi kavranmalı. Bu, yeni doğan bu Önderliğin, doğarken enternasyonalist bir önderlik olarak şekillendiğini gösterir. Bu, Önderliğin bir özelliğidir. Bu iki arkadaşla Parti Önderliğinin birlikteliği, iki halkın en üst düzeyde, eşit koşullarda birliğini temsil ediyor, yine bu Önderliğin nasıl bir önderlik olduğunu ortaya koyar. Bu Önderliğin salt Kürdistanla sınırlı olmadığını, salt Kürdistan'da bağımsızlığı hedeflemediğinin, özgürlüğü hedeflemediğini burada görmek gerekir. Şekillenen önderliğin bir uluslararası nitelik taşıdığı, somutta Kürdistan'da üstlense de, esasta tüm insanlık sorununa çözüm getirmek için yola çıkan bir Önderlik olduğunu ilk şekillenmesinde görmek mümkün. Bu iki arkadaşın Parti Önderliği ile arkadaşlık yapmaları yine bu iki arkadaşın gerçekliğini ortaya koyuyor. Evet, dünyada birçok enternasyonalist devrimci vardır ve bunlardan saygı ile bahsedilir. Dikkat edin, bu devrimciler, mücadelenin beli bir düzeyinde bu mücadeleye katılan devrimcilerdir. Hemen hemen hepsinde durum böyledir. Haki ile Kemal arkadaşların durumu farklıdır; Kürdistan'da en ufak bir gelişmenin olmadığı, hatta böyle bir gelişmenin olacağının en ufak bir belirtisinin olmadığı durumda ve hiçbir Kürdistanlının Kürdistan gerçeğine sahip çıkmadığı bir dömende böyle bir soruna sahiplikleri vardır. Bu arkadaşların büyüklüklerinin burada yine görmek gerekiyor, yine, Başkan Apo ile yol arkadaşlıklarının iyi anlamak gerekiyor. Bu arkadaşlar neden -o dönemde Türk solunda bir sürü örgüt varken- Parti Önderliği ile yol arkadaşlığı yaptılar? Kemal arkadaş daha sonra, Diyarbakır Zindanlarında, mahkemelerde dile getirecektir. PKK'de zaferi gördüğü için, PKK'de sosyalizmi gördüğü için, PKK'de insanlığın kurtuluşunu gördüğü için, Kürdistan Halkının, dolayısıyla Türkiye Halkının kurtuluşunu gördüğü için PKK'yi seçtiğini söyler ve doğrudur bu.

Bu iki arkadaş en ufak gelişme imkanının görünmediği dönemde Parti Önderliği ile yol arkadaşlığı yapmışlarsa, bu Parti Önderliğinde çok şeyi gördüklerini ortaya koyar. Yani sosyalizmi Önderlikte gördükleri için, Türk Halk gerçekliğinin kişiliğini burada yakaladıkları için -ki onlar kendi gerçekliklerini burada yakalıyorlar- yol arkadaşlığı yapıyorlar. Bu buluşma anlamlıdır, manevi açıdan Parti Önderliğine büyük bir destektir. Bu iki arkadaşın desteğini alır. Bu arkadaşlık, daha sonraki yıllarda da Önderliği en iyi anlayan, Önderlik çizgisine baştan giren devrimciliği dönüşür. Çevresinde kimse yoktur. Manevi anlamda da destek verecek kimsesi yoktur. Değerli bir araştırma, inceleme döneminden sonra, Kürdistan Devrimi teorisini kaba taslak da olsa ortaya çıkarır. Bununla yetinmez şüphesiz, daha da derinleştirme, bir yandan da ortaya çıkardığı gerçekleri başka insanlara verme biçiminde çalışması başladı. Bu dönemde benim tanışmam var. Beni tanıştıran Kemal Pir arkadaştır. Bir anlamda beni bu harekete kazandıran bu arkadaşa bazı şeylerimi borçluyum. Esas anlamda da Önderliğe borçluyum. Parti Önderliği ile tanışıncaya kadar Kürdistan gerçekliği gibi bir gerçeği bilmiyordum, kendimi de bilmiyordum, kendimi de bilmiyordum. Benim doğuşum, bu mücadeleyle birlikteliğim ile başlar, Önderlikle tanışmamla başlar. Bu yüzden insanlığımı da, her şeyimi de Önderliğe borçluyum. Tabii ki Kemal arkadaşın şahsında Önderliğe borçluyum. Ben tanıştığımda küçük bir gruptu. Kürdistan Devrimi teorisi yaratılmıştı, yaratan da Önderliğin kendisiydi. Önderlik, bu düşünceleri çevresindeki insanlara veriyordu. Hem kendi eğitimiyle uğraşıyor, hem bir halkın geleceğini aydınlatıyor, hem de bunun yoğun çalışması içindeyken, yanındaki arkadaşları da en az kendisi kadar eğitmeye çalışıyordu.

Burada, PKK Önderliği'nin bir özelliğini daha belirtmekte yarar var; bir kere insanı esas alır. İnsanı ele alış tarzı vardır. İnsana yüksek bir değer verişi vardır. bunun iki nedeni var; bir, PKK sosyalist bir hareket, Başkan Apo bilimsel sosyalizmi esasa alan bir önderdir. Bilinir ki sosyalizmde esas öğe insandır. Eğer reel- sosyalizm kaybetmişse, bir de bu yüzden kaybetmiştir. Yani insanı esas almadığı için, insana gerekli değeri vermediği için kaybetmiştir. Biz kaybetmeyiz çünkü PKK'de insan esastır. İnsana gerektiği değeri vermeyen, insanoğlunun yarattığı hiçbir değere değer vermez. Reel-sosyalizm insana değer vermiyordu, insan oğlunun yarattığı değerlere değer vermeye çalışıyordu. Daha çok da onun tekniğine değer vermeye çalışıyordu. Bu, sosyalizmle bağdaşmayan bir durum. Çünkü sosyalizmde insanlık, en üst aşamasına ulaşmıştır. Sosyalizm, diyelim insanlık tarihinin en üst evresi oluyor, en olumlu özellikleri kazandığı düzey oluyor. Bu açıdan bir kere insanı esas almak gerekiyor. İkincisi, Kürdistan Halkının adına bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi yürütülüyor. Buna kazandırmak denir. Parti Önderliği'nin tarzı budur. Bu kadar görev arasında her arkadaşla azami ölçüde ilgileniyor. Onun gerçekliğini tanımak için, ona güç, enerji, moral vermek için, onda gelişmeyi sağlayabilmek için gerektiğinde hayatını bile tehlikeye sokabilmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir önderliğe rastlamak mümkün değil. Yani bir devrimin liderliği bu kadar insanla hasır-neşir olmadı. Hemen hemen bütün devrimlerin tarihinde, örgütlerin tarihinde önderlere bakıyorsun, belli düzeylerdeki insanlarla ilgilenmişler.

Dünyada Başkan APO kadar insanlarıyla ilgilenen bir önder yoktur. Bu da bu önderliğin insanı esas alma ve her şeyin üzerinde tutma özelliğini ortaya koyuyor. İnsana bu kadar değer vermeyene, insanla bu kadar ilgilenmez, insana bu kadar ilgi duymaz. Eğer PKK'li olacaksa, bizim de bu özelliği kazanmamız gerekir. Madem PKK insana bu kadar değer veriyor, bizim de bu tarzı esas almamız gerekir. Başka türlü PKK'lileşme olmaz. PKK, insanı ayaklandıracak, yükseltecek, sen PKK adına insanın moralini bitireceksin, insanın savaşma, çalışma istemini kıracaksın, hatta savaş dışı bırakacaksın. Ve PKK'li olacaksın, hele hele bir de yönetici olacaksın. O zaman neyin yöneticisi olacaksın? PKK'nin yöneticisi olabilir misin? Hayır! olsa olsa TC yöneticisi olabilirsin, PKK içinde TC'nin yöneticiliğini yapmış olursun. Çoğumuzun pratiklerinde bunları oldukça görmek mümkün. Eğer PKK'lileşeceksek her gün, her saat kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor; 'PKK nedir, ben neyim? Hangi yönüm gerçekten PKK ile bağdaşıyor, hangi yanım ayrıksı kalıyor?' Bu soruyu sürekli sorup cevaplandıran kişi sanıyorum PKK'yi, PKK'nin düzeyini yakalar. İşte, çıkışında bazı özelliklerle şekillenen, giderek yeni özellikler kazanan bir önderlik. Bu dönemde, en az Kürdistan sorunuyla uğraştığı kadar, Türkiye Halkına karşı da sorumluluğunu yerine getiren bir önderlik. Önderliğin enternasyonalist özelliğini görmek mümkün. Kendisini salt Kürdistan sorunuyla sınırlamıyor, en az onun kadar Türkiye Devriminin sorunlarıyla da uğraşıyor, Türkiye Devrimci Hareketinin örgütlenme sorunlarıyla da, ideolojik sorunlarıyla da uğraşıyor, sorumlu davranıyor. Bu dönemde Türkiye solu ile yaptığı tartışmalar var. Türk solu o dönemde ezilmiş, örgütsüzdü. Kalan kesimlerle tartışma yürütülüyordu. Tartışmaların özü şuydu; Kürdistan gerçeğini onların gündemine, doğru koymak istiyordu. Bununla da Türk solundaki egemen sosyal-şoven anlayışı, kemalist ideolojiyi aştırmak istiyordu.

Çünkü bunları aşamadan Türkiye Halkına karşı görevler yerine getirilemezdi. Sol, sol olamaz, adım atamazdı. Bu gerçeği o günden bilen Parti Önderliği Türk solunu bu çıkmazdan kurtarmak için, ona güç bir kimliği kazandırmak için ve solun gerçekten Türk Halkına layık bir sol olabilmesi için bu tartışmaları yürütüyordu, amacı buydu. Fakat Türk solunun tutumu bunu dıştalayan bir tutumdu. Bırakalım Kürt sorununa yaklaşımı, Parti Önderliği'ni vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Hatta sağdır da. Bugün Dev-Yol'da olan Mahsum ve o ekip -o zaman THKP-C idi- ile yapılan tartışmalardı bunlar. Türkiye solunda en olumlu görünenler onlar oluyordu, onların tutumu da buydu. Onların söylediği şuydu; 'Ölen bir halktır, bu işten vazgeç, sen ölü bir insanı mezardan çıkarmaya çalışıyorsun, ölen insan mezardan kalkar mı? Kürdistan meselesi ölmüş, bitmiş bir meseledir, boşuna bu işle uğraşma. Eğer devrimcilik yapmak istiyorsan gel bize katıl, birlikte yapalım'Yani caydırmaya, sosyal- Şovenizme çekmeye çalışıyorlardı. Tabii ki ısrarla bu tutumlarının doğru olmadığını, bu tarzda fazla yürüyemeyeceklerini kavratmaya çalışıyorduk. Ama onlar da bunu bir türlü anlamak istemiyorlardı. Kısaca, bu tartışmalardan sonuç çıkmadı. Daha o zaman iki halkın ortak düşman denen düşmana karşı mücadelede birlik nasıl sağlanacak, iki halkın potansiyeli devrim kanalından nasıl akıtılacak sorularını çözmek istiyordu. Yanaşmadıkları ve oldukça olumsuz bir konum sergiledikleri için bu tartışmalardan fazla sonuç çıkmadı. buna rağmen Önderlik sorumluluklarını her koşul altında yerine getirdi. Siyasal’da Mahirlerin onayı alınmadan toplantı yapıldı. Bu toplantılarda, bunlar harekete geçirildi. Okullarda belli bir örgütlenme yapıldı- ki bizim grubumuz hemen her okulda örgütlenmenin başını çekti- Belli bir örgütlülükten sonra o dönemler belli bir toplantıya zorlandı. O toplantıda buna rağmen TSİP'liler çoğunluktaydı. Bazıları çeşitli yöntemlerle dışarı çıkarıldı, çoğunluk sağlandı. O derneğin yönetim kurulu genişletildi. Tüm devrimci örgütler onun yönetimine alındı. Böylelikle TSİP'den kurtarıldı, zaten amaç da gençliği, devrimci hareketi onların tekelinden kurtarmaktı Çünkü kan dökenler başkalarıydı. Başkaları işkence görmüş, kan dökmüştü. Başkalarının, hele hele TSİP gibi reformist bir örgütün bunun üzerine konması devrimcilik açısından kabul edilemezdi. Parti Önderliği bunu kabul etmedi, devrimci onuruna yediremedi.

En çok yedirmemesi gereken THKP, THKO'lular iken, bunların kılı kıpırdamadı. Tabii, Önderlik olaya el atıp belli bir örgütlülük oluşturuncaya kadar. Ve 74'te ADYOD'ün bildiğiniz yönetimi oluşturuldu. Bu yönetim altında yeniden devrimci gençliğin örgütlendirilmesine girişildi. Bu yönetimde bizden Önderlik ve Haki arkadaş vardı. Grubun tüm üyeleri de buna bağlı olarak faaliyet düzenliyordu tüm okullardan. Bu dönem Türkiye'de devrimci gençlik hareketinin örgütlendiği dönem oldu. 12 Mart döneminde faşistler, polis desteğinde birçok okulda egemenlik kurmuştu. Bu dönemde, birçok okulda faşist işgaller kırıldı, okullar devrimcilerin egemenliğine girdi. Bunun başarılmasında Önderliğin çabaları büyüktür. Bizzat faşist işgallerin kırılması için örgütlendirilen grupların başında okullara gitmeler söz konusudur. Bir Beşevler'de -ki faşistlerin merkezi- 5000 kişi ile oraya girme var. Bu mücadelenin sonucunda birçok okul faşistlerin egemenliğinden kurtarıldı, devrimciler egemen olmaya başladı. Tabii ki bununla birlikte o dernek yönetiminde Kürdistan meselesinin de tartışılması söz konusu oluyor, gündemleştiriliyor. Amacı, yine Kürdistan sorununu tartıştırarak, bunları doğru bir tutuma çekmekti. Demek ki bu dönemde bir yandan araştırma incelemeler sürdürülürken ve onun sonuçlarını grup üyelerine verirken, bizzat onun eğitimi ile uğraşırken, bir yandan da Türkiye Halkına karşı görevlerini yerine getiriyor. Parti Önderliği böylesi bir çalışmanın içinde bulunuyordu. O dönemde yine T-KDP'sinin temsilcisi olan Sıraç Bilgin, yine bugün PSK'nin genel sekreterliğini yapan Kemal Burkay'la- ki o zaman TSİP'de yer alıyordu- görüşme oldu. Kemal Burkay'ın öyle Kürdistan örgütlemesi yoktu. Kürdistan sorununa 'Doğu Sorunu' olarak bakıyordu, bir kültür ekonomi sorunu olarak bakıyordu. Önderlik o zaman kendisiyle konuştuğunda ciddiye almamış, hatta 'Gel bize katıl' falan da demişti.

Parti Önderliği'nin bunlarla konuşmasının amacı neydi? Bunlar Kürdistan'la dolaylı da olsa biraz ilgileniyordu, bunları doğru hatta çekmek istedi. Tabii bunlar yanaşmadı. Sıraç'ın durumu biraz daha farklıydı ve o zaman şunu söyledi; 'Kürdistan Halkının gerçek katili M-L'dir. Kim bu ideolojiyi Kürdistan(a taşırsa onların ayaklarını kıracağız.' Ki bu boş bir şantaj değildi ve daha sonraki gelişmelerde zaten bu ortaya çıktı. Onların yaklaşımı buydu. Yine Dr. Şivan hareketinden arta kalanlar-Barzani, Dr. Şivan'ları katletmişti ve bazı kalanlar vardı- geldi Emek mahallesinde onlarla görüşmeler başladı. İsimleri Zerruh'tu- daha sonra DDKD'li oldu, diğeri de Ahmet Zeki Okçuoğlu'ydu. - DDKD'den ayrılıp Kawa'yı kuran adam-Bunlarla konuşulduğunda ' Hayret! Biz bunları şimdiye kadar nasıl göremedik? Bak Dr. Şıvan hayatıyla ödedi'demişlerdi. Bazı imkanlarının olduğunu ve bu imkanları birleştirmek istediklerini söylemişlerdi. İmkanlar parti ve silahtı. Ve bu ilişkiyi bir dönem sürdürmek istediklerini söylediler. Daha sonra ortaya çıktı ki, bunların niyetleri gelişmeleri önlemekti, hareket henüz küçükken denetim altına almaktı. Yani, silahımız var, imkanımız var diye ek- bizim imkanları da biraz biliyorlar-kendi denetimlerine almak ve böylece daha doğmadan hareketi bitirmek istiyorlar. Fakat bu konuda başarı elde edemeyeceklerini anladıklarında daha farklı bir tutuma girdiler ve daha sonra niyetleri tümüyle ortaya çıktı. Bunların şunun için belirtiyoruz; daha doğarken, sadece TC değil başka güçler de ilgisiz kalmıyor. Bunların o zaman ilişkileri biraz Talabani'yleydi. Onlardan habersiz bizimle ilişkiye geçmeleri düşünülemez. Biliniyor ki Kuzey Kürdistan'da oluşan hemen hemen bütün hareketler ya Talabani patentlidir, ya KDP patentlidir. Kürdistan'ın genelinde bunların dışında bir oluşuma genelde müsaade etmiyorlar. Ya bizzat kendileri oluşturur, ya da oluşmuşsa denetim altına almaya çalışırlar. Eğer olmazsa daha değişik yönelimler denerler, bu da bir gerçek. PKK ile o zaman da bir ilgilenme var. Ki bunu hiçbir zaman terk etmeyecekler. Her dönemde, mutlaka PKK'yi ya yedeklerine alma, ya bitirmek için birçok yol izleyecekler.

Bu dönemde tabii ki grup artık duyuldu. Yani bu ADYÖD meselesinde, gençlik örgütlenmesi meselesinde, okullardaki boykotlar, direnişler, kavgalar, bu kavgalarda grubun en önde yer alması, böyle bir grubun varlığını herkese hissettirdi. Tartışılmaya başlandı, dolayısıyla böyle bir grubun varlığından haberdar olundu. Fakat grup nasıl bir grup, o bilinmiyor. Tabii ki devlet buna kayıtsız kalmaz hele bir de Türk devleti olunca. Bu grubu anlamak denetim kurmak istiyordu. Bunun için daha o dönemde saflara sızdırılan ajanlar var. Abdurrahman'dır, Pilot'tur, Fatma'dır. Abdurrahman SBF'de öğrenci. Önderlik orada olduğu için okuldaki faaliyetlerden ötürü Önderliği tanıyor, ilişkiye geçiyor ve daha sonra da grupta yer alıyor. Bunun gelişi böyle oluyor. Pilot'u ise Abdurrahman'ın kendisi getiriyor. Yani o tanıştırdı, o getirdi ve getirdiği tek kişidir. Tarihimizde bir Abdurrahman tek kişi getirmiş, bir de Kesire, Nadire diye bir bayanı - aslen Yugoslav'dır o da o zaman Türkiye'de öğrenciydi- getirmiştir. İkinci bir kişi getirmemesi önemlidir. Kesire ise ADYÖD çalışmaları sırasında bizimle ilişkiye geçiyor. O zaman THKP-C'de, onlarla birlikte. Bizi tanıdı ve ilişki geliştirdi. Devlet, bunlarla hem denetim kurmak, hem de bu hareketin gerçeğini öğrenmek istiyor. Gerçekten, çıkış öyle bir çıkış ki, ne bir Türk hareketine benziyor, ne de bir Kürt hareketine benziyor. Düşmanı biraz şaşırtan da buydu, onun için uzun süre kestiremedi, tespit edemedi. Bakıyor, bu grup Türk hareketlerine de, Kürt hareketlerine de uymuyor; bazı şeylerle Kürt, bazı şeylerle Türk özellikler gösteriyor. Bir türlü anlayamıyorlar. Aslında bu, Önderliğin bu dönem bilinçli geliştirdiği bir şeydir. O zaman ADYÖD örgütlenmesinde, tüm Kürt grupları gitti, DDKD kuruldu. Biz, ona tavır aldık ADYÖD'de kalmayı savunduk, yani oraya gitmeyi doğru bulmadık. Bu tip şeyler devleti yanılttı, tabii. Mesele sadece yanıltmak değildi. PKK doğru tutumu alıyordu, doğruyu esas alıyordu. Fakat, devlet bunlarla yanılıyordu. 'Madem Kürt, DDKD'de yer alması gerekirdi ama almadı. Demek ki, bu bir Kürt hareketi değil'Yani anlayamadı. Bu sızdırdığı ajanlarla anlamaya çalıştı fakat bu şekilde de fazla başarılı olamadı. Neden başarılı olamadı? Yine Parti Önderliği'nin aldığı tedbirler sonucu başarılı olamadı.

Önderlik sadece genel tedbirler geliştirmedi, bunun yanında özel tedbirler de geliştirdi. Eğer PKK boğulmadıysa, her dönemde MİT'in, Özel Harp Dairesinin çabalarını boşa çıkardıysa, bugüne gelebildiyse bu tedbirlerde aramak gerekir. Parti Önderliği'nin tarihi bilincinin yüksek olduğnu ve bunun önemli olduğunu belirtmiştik. Çünkü tarihi bilmeyen, tarihi yorumlayamaz, tarihi değiştirmeyi hiç mi hiç başaramaz. Kapkaranlık bir tarihi değiştirmek isteyenlerin, tarihi çok iyi bilmesi gerekir. Tarihi bilmeyen adam, tarihle oynayamaz, yön veremez, değiştiremez. Önderlik, tarihi bildiği ve esas yöntemi uyguladığı için, insanlık tarihini, insanlık tarihinin ulaştığı düzeyi bunun sonucunu çok iyi görüyor. Bunu değerlendirerek Türk ve Kürt tarihini aydınlatıyor. Devlete muhalif olan her hareket ya yok edilmiş, ya bölünüp parçalanmış etkisiz kılınmış, ya da yedeğine alınmış. Böylece tüketilip, ciddi bir tehlike olmaktan çıkarılmış. Bir Mustafa Suphi'lere bakalım, TKP'ye öyle bir tezgah kuruyorlar ki, bolşevizmin etkisini, Komünist Partinin etkisini Türkiye'de yok etmek için ve başarıyorlar da. Bir yandan sahte komünist partisi kuruyor, bir yandan Mustafa Suphi'leri davet ediyor. Diğer yandan karşı-devrimci gösteriler örgütlüyor, 'Suphi'yi böyle karşılayın' diyor. Sonra da Mustafa Suphi'ye 'Halk seni şöyle linç edecek, gel seni kurtaralım' diyor ve hepsini denizin dibinde bitiriyor. TKP'yi daha sonra TKP'lilerle de bitiriyor ve adeta devletin bir kolu gibi çalıştırıyor. Bir Çerkez Ethem olayına bakalım. Gerillayı ilk örgütleyen adamdır. Hain ilan ediliyor, Yunanlılara sığınıyor ve canını öyle kurtarıyor.

Yine 71 dönemi devrimci hareketinde Mahir Kaynak, bilmem İlyas. Hep bitiriyor bunlarla. Günümüze bakınca Dev-Sol'u biraz iyiyken ne hale getirdi. Yani karşısında en ufak bir güç bırakmıyor. Üstelik bu konuda oldukça usta. Dikkat ederseniz, Kenan Evren 12 Eylül'de ABD'ye bile öneride bulunuyordu; 'bizim teröristlerle, örgütlerle muhalefetle mücadelede uyguladığımız taktiklerden herkes yararlanabilir'Bunu boşuna söylemiyor, gerçekten de bu konuda ustalar. Kürdistan kesimine bir bakalım, hemen hemen her isyan liderinin yakını-amcası, oğlu, kardeşi... hep satın alınmıştır. Bu isyanlar hep bölünmüş, parçalanmış, düzenleyenler birbirlerine vurdurulmuş. Şeyh Sait'te, Dersimde, Seyit Rıza Hareketinde, Ubeydullah'ınkinde, Bedran Paşa'nınkinde görülen hep budur. En son diyelim T-KDP örneği, Sait Elçi ile Sait Kırmızıtoprak, ikisi candan arkadaşlar ama ikisini birbirine nasıl vurdurtuyorlar. Ve ondan sona Dervişê Sado'yu KDP'nin üstüne getiriyorlar. KDP'yi nasıl MİT'in bir yan kolu haline getiriyorlar. Bu konuda MİT ve Özel Harp Dairesi gerçekten başarılıdır. Parti Önderliği bu tarihi iyi biliyor aslında, Kürdistan gibi bir ülkede hareket geliştirilecekse, bunun tedbirlerinin alınması gerektiğini, yoksa doğar doğmaz bitirileceğini çok iyi biliyor. Çünkü tarih ortada, ister Türk, ister Kürt, bunu iyi biliyor. Bunun sonucunda, Türkiye'de, Kürdistan'da MİT kuşatmasını yırtan tek hareket PKK oluyor. Diğer hareketlerin hepsi orada boğulmuştur, etkisiz kılınmıştır. Genel tedbir ve yönelimlerle Türk Özel Harp Dairesinin ve MİT'in taktiklerini, yönelimlerini boşa çıkarmak mümkün değil.

Ancak genelle birlikte özel tedbirler geliştirilirse, bunu başarmak mümkündür. MİT, PKK'de başarısız kalmıştır ama bu, şu anlama gelmiyor, PKK'yi kendi başına bırakmıştır. Hayır! bırakmaz da. İşte biz Kesire ile ilişki kurduğumuzda, Kesire'nin aile durumunu biliyorduk. Dersim isyanında, bu ailenin babasının bir katil olduğunu çok iyi biliyorduk. Bir sürü insanın katliamında yer almıştır. Onun için biz dedik ki; 'Bu ailenin çocuğudur. Biz bunu saflarımıza almayalım, alırsak bizim açımızdan iyi olmaz'Hatta o zaman kendi düşüncem şuydu; 'Bu bir ajanın kızıdır. Kürdistan'da bir ajanın kızı da ajan olabilir. O zaman bundan uzak durmak gerekir'Tabii ki bizim yaklaşımlarımız, değerlendirmelerimiz yüzeyseldi ve dardı, oldukça da geriydi, bilimsel olmaktan uzaktı. Daha çok tepkisel duygusaldı. Yaklaşımımız belki bir yönüyle doğruydu. Devrimciler olaylara, olgulara, böyle dar, yüzeysel yaklaşmaz. Önderliğin o koşullarda Kesire meselesine yaklaşımı farklıydı. Neydi? Bir, 'Evet, bu aile hain bir aile ama bir Kürt ailesi. Türk devleti bu aileyi hainleştirerek halka karşı kullanmıştır, bu ölçüde yararlanmıştır. Bizimse, bu ailenin bir ferdini kazanarak durumu tersine çevirmemiz gerekir. Onlar bir Kürt ailesini kazanıp, böyle kullanmışlarsa, biz neden bu ailenin bir çocuğunu kazanıp, bu aileye karşı kullanmayalım? Bu ailenin zor durumda bırakılması TC'nin de zor durumda bırakılması anlamına geliyor'İkincisi, 'Bu, Kürdistan'da bir kişi değil, sınıftır'Biz kişi olarak bakıyorduk. Bizim düzeyimiz buydu. Ama Önderlik kişi olarak bakmıyor, 'Kürdistan'da işbirlikçi, hain bir sınıftır' diyor. Ve, 'Eğer proleterya Kürdistan'da zafer elde edecekse, bu sınıfı alt ederek elde edecektir' diyordu. 'Bu sınıfı yenmeyen bir hareket zafere gidemez. Onun için bunu bir kişi olarak değil, bir sınıf olarak görmek ve öyle hareket etmek gerekiyor. Bu sınıfı yenersen Kürdistan'ı bağımsızlaştırabilirsin.

Bu açıdan bu bunu mücadeleyle yenerek, kazanmak gerekir'Diğer bir yaklaşım, 'Bu aile kirli olabilir ama her insan kendisiyle değerlendirilir, ailesi, soyu, sopu ile değerlendirilmez. Babası böyle iken kendisi dürüst olabilir. Yani, bir insan salt ailesiyle, geçmişiyle değerlendirmemek gerekir'Diğer önemli bir şey de şuydu; 'Bu aile devletin güvendiği bir ailedir. Eğer biz bununla ilişki kurarsak, devlet -bu temiz bile olsa ki olup olmadığını bilmiyoruz- bu aile vasıtası ile en azından denetim kurmak isteyecek veya en azından bir takım umutlar besleyecektir. Bu bizim işimize yarayabilir, eğer doğru değerlendirirsek yararlanabiliriz' Önderliğin bakış açısı buydu. Doğru, bilimsel bir bakış açısı. Aslında tarihi, gerçeği iyi bildiği için, tarih değiştirmek istediği için, yaklaşım özenle ele alıyor. Tabii o dönem tarihten çıkardığı derslerle ne yaptığını biliyor. Fakat bize de her şeyi izah etmiyor, gerek de yok. Neden? Çünkü bizim toyluklarımız o kadar büyük ki, her an bunları açığa vurmak mümkün. Demek ki Kesire olayı böyle bir olaydır ve bu ilişki mücadeleye hizmet eden bir ilişki olmuştur. PKK biraz da bu tip tedbirlerle o dönemi kurtarmıştır. Eğer bu tip tedbirleri almasaydı, bir kaşık suda boğulurdu. TC sadece Ankara'yla da yetinmemişti. Grup, Ankara'a da henüz oluşum halindeyken, nasıl ki bir ahtapot gibi bunlarla sarmak istediyse, grubun ülkeye adım atması döneminde de buralarla boğuşuldu. Ülkede, girilen her yerde bazı aileler örgütlenmiş ve bu aileler hemen bizimle ilişkiye geçirilmişti. Antep'te Terzi Cemal, Ali çetiner aileleri; Dersim'de Kıymet ailesi, Diyarbakır'da Hıdır Akbalık ailesi; Batman'da Şener ailesi. Bunlar, MİT'in örgütlediği aileler, ilişkiler. Daha Kürdistan'a girer girmez, girdiğimiz her yerde en üst düzeyde bizimle ilişkiye geçiyorlar bize imkanlar açıyorlar, böylece denetim kuruyorlar. Hatta diyelim Dersimde Kıymet -Dersim'e ilk giden arkadaş Fuat'tır- Fuat'la duygusal bir ilişkiye girerek, oradaki çalışmaları en üst düzeyde kontrol altına almak istedi. Gerçi buna müsaade edilmedi, kabul edilmediği için de pek çok sorun yaşandı. Daha sonra Seher'in gündeme gelmesi de böylesi bir olaydır. Fuat arkadaşın bunu kavrayamaması ve buna tepki duyması durumu da vardır. Ve Fauat arkadaşın parti tarihindeki kör-topal yürüyüşünün de nedeni budur.

Demek ki MİT öyle sanıldığı gibi basit bir olay değil. Gerçekten, nereye gidilmişse, orada kuşatmayla yüz yüze gelinmiş ve çok sonraları yarı bilinçli, yarı bilinçsiz- yine Parti Önderliği'nin müdahaleleri ile- mücadele edilerek bu kuşatma hareketi yırtılır ve PKK nefes alıp gelişme gösterebilir. Bunun da bilinmesi de yarar vardır. Ki Pilot olayı '77'lere kadardır, ondan sonra '86'lara kadar Kesire vardır, '86'larla birlikte Kesire'nin durumu ortaya çıkınca Şener devreye girer. Böylesi önemli bir süreçtir. Pilot'un görevi neydi? Daha çok Önderlik'le görevliydi. Amacı, Önderliği kontrol etmekti, kontrol dışına çıkmasını engellemekti. Bir de Önderliğin çalışmalarını, gerçeği ortaya çıkarmaktı. Esas bununla görevliydi. Bununla birlikte, diğer bir görevi de, hareketin ileri gelen kadrolarını eylemler içerisinde tüketmekti. Birçok devrimci aslında bu yolla tüketiliyor. Aynı şey bizim de başımıza gelecekti ancak Parti Önderliği bunu engelledi. Yoksa biz de aynı hezimete uğrayacaktır. Pilot'un görevi Parti Önderliği olduğu için, Önderlik başta bilmiyor ancak süreç içinde endişeleniyor. Neden endişeleniyor? Çünkü ölçüler var, bilimsel ölçüler var. O ölçülere göre hareket ediyor. Bu şekilde Pilot'un durumunu ortaya çıkarıyor ve biraz endişe duyuyor. O dönem tüm yönleriyle ortaya çıkarılmış değil, bazı yönleriyle çıkarmış, onun için de tedbirli. Mesela yaklaşımlarına bakıyor, Önderliğe yaklaşımı farklı, ileri düzeydeki arkadaşlara yaklaşımı farklı, diğer arkadaşlara daha farklı. Harcamalarına bakıyor, aldığı maaştan daha fazla. Kendini eğitmiyor, bunlar önemli şeyler. Bir kere bir hareketin safında saygı denen olay farklı gelişmez. Yani üste şöyle şuna şöyle, alttakine şöyle saygı; bunun devrimcilikle bağdaşmadığı, ikiyüzlülük olduğu, sahtekarlık olduğu çok açık. Ne yazık ki -diyelim Pilot kendi mesleği icabı bunu sergiliyordu- biz devrimcilik adına bunu sergiliyoruz. Bu tutum birçok arkadaşta egemendir. Üsttekine karşı saygı adına aslında en büyük saygısızlığı yapıyor. Alttakine zaten saygı denen bir olay yok. Kısmen despotluk da yapıyor, hatta hiç ciddiye bile almıyor. Bu PKK'nin ahlakı değil, PKK'nin saygı anlayışı değil. Bu, düzenin kazandırdığı ve saflarımızda sürdürülmek istenen saygı anlayışıdır. PKK'de üste karşı hangi yaklaşımı gösterirsen, alta karşı da aynı yaklaşımı göstermen gerekir. İnsana saygılı olmak gerekiyor, sevgide, saygıda farklı biçimler geliştirmemek gerekiyor. Sahtekarlık, dalkavukluk yapmamak gerekiyor. Ne dalkavukluk, ne öyle ağalık, ne de bastırmacılık.

Yine kendini eğitmemek PKK'de en büyük suçtur? Çünkü PKK en büyük özgürlük hareketidir, kendini eğitmemek ise köleliktir, köleliği kabul etmektir. Özgürlük hareketini

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

PARTİ TARİHİ (1.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (2.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (3.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 4.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 5.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 6.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 7.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (8.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (9. BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 10.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (11.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 12.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (13.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 14.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 15.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ 16.BÖLÜM

PARTİ TARİHİ (17.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (18.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (19.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (20.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (21.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ (22.BÖLÜM)

PARTİ TARİHİ 23.BÖLÜM (SON)

BÜYÜK ÖLÜM ORUCU DİRENİŞ GERÇEĞİ