PKK, MEZHEPLER MOZAİĞİDİR
Bizim, PKK bünyemizde zaten başından beri halkların böyle direniş geleneklerini temsil etmek gibi bir özelliğimiz vardır. Partimizin tarihten de gelen, hangi din ve mezheple ifade edilirse edilsin, yine aynı direnişçi geleneklere saygılı olmayı, kesinlikle onlara dar bir yaklaşım içinde olmamayı ve ideolojik olarak onlarla özümsemeyi dikkate alan bir özelliği vardır. Dolayısıyla; hangi halk tabakasıyla ve mezheple -dinle hatta- karşılaşırsak karşılaşalım, en ufacık bir ayrılık görmüyorduk. İdeolojik bagajımız hepsini içine alacak zenginlikte ve genişlikteydi. Hareket, başından itibaren hem halklar, hem mezhepler mozaiğine uygundu, dolayısıyla içimizde böyle bir sorun yok. Tam tersine, toplumdaki sorunu da halletmeye çalışırken, bu doğal özelliğimiz nedeniyle, doğal bir çözümleyici oluyorduk. Şu anda PKK’de her tür mezhepten gelen insanlar büyük bir kardeşliği yaşamaktadırlar. Hristiyan’ı, Ezidisi, Zerdeştisi, dinsizi, dinlisi, Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i hemen hepsi kendisini Parti içinde ifade etmektedir. Ve Partimiz, bu özelliği ile gelişime yatkındır. Dolayısıyla; Alevilik üzerindeki oyunu bozmakta hem epey birikimimiz var, hem de ideolojik olarak siyasi yaklaşım itibarıyla, uygulamaya dikkat edilirse, zorluk çekmeyiz. Geniş bir demokratik uzlaşma tecrübesine de sahibiz. Birçok Türkiye devrimci grubuyla, partiyle olduğu kadar, böylesine toplumsal, sosyal grupların ideolojik değerleriyle de anlaşmak ve ittifaka gitmek bizim için zor değil. Alevilik olayında devrimci geleneğe bağlı ve düzene karşı direnişini sürdürmek isteyen birçok kesim var. Aleviler bünyesinde bir ayrışma gelişti. Sınırlı da olsa bu, önemli bir sonuca ulaştı. Bunu daha da derinleştirmek önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Bilindiği üzere Alevilik, özellikle Türkiye’de, Kürdistan’da daha çok kültür yanı çokça işlenmiş ama siyasi yanı değerlendirilmemiş bir özelliğe sahiptir. İran’daki Şia tamamen siyasal bir olaydır. Dini motifler daha çok siyasal iktidar için kullanılır. Bir Suriye’de bile Alevilik ağırlıklı olarak iktidardadır ve tamamen siyasal bir güce, üstünlüğe sahiptir. Türkiye’deki Aleviliğin siyasetle fazla bir tanışmışlığı yoktur. Daha çok kültürel bir olay olarak, özgür yaşam yanı ağır basan, fakat iktidarla bütünleşemediği için bunu da tam yaşayamayan, dolayısıyla bu sorunu sürekli yaşayan bir özelliğe sahiptir. Şimdi sanırım kültür yanı ağır basan bu derneklerin durumunu siyasal bir kanala akıtmak, en temel bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Eğer salt kültürel bir çalışmayla, kendilerini fazla siyasileştirmeden, dar tutarlarsa kendi içinde yozlaşır ve zaten devlet Aleviciliğinin de yapmak istediği budur. Bu anlamıyla en oportünist bir kesim olur. Düzenin oy potansiyeli olur, sahte bir laiklik demagojisi altında da kendilerini yaşıyorken, düzeni yaşatmış ve böylece de kendi tarihi özleriyle çelişmiş, kullanılmış olurlar. Bu nasıl bozulacaktır? Bu durum kültür Aleviciliğini, siyasi Aleviciliğe dönüştürmekle aşılır. Kültür Aleviciliği şüphesiz değerli olmakla birlikte, yetersizdir. Daha çok kapalı kalmış, yüzyıllardan beri, dağ koşullarındaki gibi özgür olmaya özen göstermiş, ama artık günümüzün gelişen ulusal, toplumsal koşullarında bu yetmiyor. Dikkat edilirse aşınmanın bir yolu, çok kötü bir yozlaşmadır. Türkiye’de laiklik ideolojisi, modernizm, Alevicilikte büyük bir desteğe sahip olmuştur. Niçin? Çünkü o özgürlük özelliği burada yanlış bir kanala akıtılıyor. Tutucu olmayalım, özgürlükçü olalım derken, tam bir yozlaşmaya uğruyor. Tam bir devlet oyunuyla sonuçlandığı ortadadır. Burada siyasi kanal yok, halbuki özgürlük siyasi kanal ister. Özgürlük tam doğru yaşanılmak isteniyorsa, mutlaka siyasal bir amaca ve araca bağlanmak zorundadır. Bireysel Alevilik; işte düzende bugün yoğun olarak yaşıyorlar, ama köledirler ve üzerinde her türlü oyun oynanmıştır. Bireysel tepkileri var, ama hiçbir sonuca götürmemekte. Neden? Çünkü toplumsal muhalefetle bütünlüğü yok. Neden? İktidar sorununa doğru yaklaşımı yok. Tam tersine, karşısında olması gereken iktidarların elinde bir oyuncak. İşte bazı yozlaşmış, kültür değerleriyle alabildiğine karıştırılıyor ve felç edilmişlerdir. Bu anlamda günümüzde eğer buna dikkat edilmezse, bana göre Alevilik bu anlamıyla, nasıl ki Nakşilerin bir tutuculuğu varsa ve devlet bir kanadıyla bunu kullanıyorsa, Alevi tutuculuğu da tehlikeli bir hal almaktadır. Aslında buna dikkat çekmek gerekir. Alevi kültür çalışmaları adı altındaki tutuculuk eğer aşılmazsa, onun özü bir yerde ihanete uğramış olur. Ve nitekim bu kültür, tarihte çok büyük direnişlere yol açmıştı. Türkiye solunun geliştiği dönemde de aslında Alevi kökenli birçok iyi direnişçi vardı. Hatırlıyoruz; örneğin İbrahim Kaypakkaya gibi çok iyi tanıdığım birçok Alevi kökenli militan vardı. Dersim’de yüzlerce, binlercesi var. Devrimle bütünleşirlerse, kahramanlaşabilirler. Hatta bizde en son Zilan (Zeynep Kınacı’ların) gerçekliğinde de bunu görmek mümkündür. Mutlaka bu gelenekle bir bağlantısı vardır, ama bu PKK ortamında olmuştur. Zeynep bir hemşireydi, PKK ortamı olmasaydı, yozlaşıp gidecekti. Zaten o tehlikeyi yaşadığını belirtir. Ama PKK’nin büyük devrimci ideolojisi ve ondaki militan kişilikle birleşince insanlık tarihinde çok büyük ve eşine ender rastlanan böylesi bir eylemin sahibi oldu. Demek ki, burada yozlaşmaya karşı, devrimci çerçeveyi iyi koymak lazım. Eğer bu olursa, büyük bir gelişmeye yol açabilir. Henüz bunun olanakları tümüyle silinmiş de değildir. Düzen bundan çok korkuyor, korktuğu için de trilyonlar döküyor. Naylon örgütlerle, yozlaşmayı özellikle teşvik eden sanat programlarını da müthiş geliştiriyor. Örneğin; bir Müslüm Gürses gibi, bir çok Alevi ozan türemiş. Hatta Arif Sağ ki en büyük ustası geçinir, “Ben gerillayı buraya yaklaştırmadım” diye övünen Erzincan Özel savaş valisi Yazıcıoğlu ile kol koladır. Onların hepsi planlıdır. Özel olarak bunları yanlarına aldılar. Bütün devlet TV ve radyolarında ağırlıklı olarak bunlara program düzenlettiriyorlar. Sanırım onların yarısı bu gelenektendir. Ama devletle bütünleşme içerisinde bulunmaktadırlar. Devlet bunların vasıtasıyla Alevi kitlesi üzerinde yozlaştırma ve özünden boşaltma yaklaşımlarını geliştirmektedir. Önümüzdeki dönemde bu yozlaştırmaya karşı, devrimci mücadelemizin sınırlı olarak temsil ettiği bir geleneği şimdi daha da geliştirmek gerekir diye tartışıyoruz. Bu potansiyel öyle kolay tasfiye edilecek bir potansiyel değil. En başta yapılması gereken; bu dar kültür Aleviciliğini aşmayan çabalar içinde kalmamak, onu aşmak, yozlaşmaya karşı tedbir almak, devrimci kanalı sağlam kurmak ve genel devrimci hareketle birleştirmektir. Bunun imkanları fazlasıyla olduğu gibi üzerinde yoğun ve özenle çalışılması gerektiği de bir o kadar açıktır. Anadolu Aleviliği, Kürdistan Aleviliği, Ortadoğu Aleviliği önemini korumakla birlikte, kendisini devrime tam olarak kanalize etmiş de değildir. Şimdi PKK’yi düşünecek olursak, örneğin biz Ortadoğu Aleviliği ile de siyasal düzeyde bağlantıları geliştirmiş durumdayız. Yine Türkiye’deki Alevilerle de bağlantıları geliştirdik. Kürdistan’daki Alevilik de zaten ağırlıklı olarak bizim için tabandır. Yani PKK, bu konuda en iddialı bir öncü örgüt konumundadır. Dolayısıyla; Alevi hareketinin, PKK öncülüğünde büyük bir destek bulması ve çıkış yapması imkan dahilindedir. Zaten günlük olarak gelişimi de buna yol açıyor ve PKK’nin öncülük ettiği genelde devrimci hareket, özelde kurtuluş savaşımı böyle sahte Alevi partisini, Alevi trilyonlarını ve yine sanat alanında da yozlaştırmaya götüren birçok kişiliği, grubu ortaya çıkarmıştır, çıkarmaya da devam edecektir ve teşhir de etmiştir. Şimdi bunu daha da planlı, örgütlü bir hale getirme görevi vardır. Yaptıklarımızla yetinmiyoruz, daha fazlasını yapmaya da çaba göstereceğiz. Aleviliğin, ulusal bir kökene dayanmasını fazla ayrılık gerekçesi olarak görmemek lazım. Örneğin İran’daki Şialık; Fars ve Azeri uluslarına daha çok dayanmaktadır. Tabii, ulusal köken göz ardı edilmemekle birlikte, fazla bir aykırılığa da yol açmaması gerekir. Fars Aleviliği her zaman iktidara oynamıştır. Hatta Araplarda da, fazla olmamakla beraber, kısmen iktidara oynamışlardır. Suriye’de Alevilik yüzde ondur, ama yüzde doksan üzerinde etkili olabilmektedir. Burada Kürdistan Aleviliği ve Türk Aleviliği arasındaki ayrılık bana göre; ulusal farkından ziyade, Bektaşiciliğin daha Yavuz zamanından beri bir devlet mezhebi -ki ulusun resmi ocağıdır- olarak örgütlendirilmesidir. Dolayısıyla bunu, Türk Aleviliğinin ulus farkından doğan bir özellik olarak değerlendirmek yerine, bizzat siyasal iktidarın, Aleviciliği iğdiş etmesi -içinde Kürt’te olabilir- şeklinde değerlendirmek gerekir, sanırım aralarındaki fark da böyle izah edilmelidir. Bir bu yönü var. Anadolu’da da sanırım Türkmenlerden, Bektaşiliğe aykırı olanlar da bugün vardır. Yani ayrımı, devletin iğdiş ettiği Alevilikle, direnen Alevilik biçiminde yapmak gerekir. Tabii, ulusal farklılıklardan doğan bazı farklar da olabilir. Aleviliğin devrimci özünden boşaltılması, nasıl ki günümüzde diyanet başkanlığı devletin bir kontrol aracı ise, dernekler de, tekkeler de o zaman öyle bir rol oynamış olabilir. Şimdi, Aleviliğin farklı bir doktrin olmadığı açık. Hatta Hristiyanlıktaki gibi; Katolik, Ortodoks, Protestan gibi ayırıma gitmediği de açık. Ama İslamiyet içerisinde yine etkili bir bölünmedir. Sünniliğin, kendi içinde ne kadar mezhebe ayrıldığını bilmemiz gerekir. Aleviliğin de kendi içinde çok kolay ayrılacağı kaçınılmazdır. Bu neden böyledir? Çünkü ulusal ve sosyal farklılıklar çok ileri düzeyde. Yani böyle olmasını beklemek gerekir. Neden birbirine çok benzemiyorlar? İran’ın kendisi bir imparatorluk geleneğidir. Orada Sünni, Emevi ve Abbasi imparatorluğuna karşı, Alevi geleneği ile, Ali geleneği ile, mücadele edecektir. Ama diğer yandan büyük bir devlettir, o devleti esas alacaktır. Dolayısıyla; devlet anlayışına, devlet felsefesine son derece yakındır. Ama Anadolu’daki Alevilikte ise tam tersine, Sünni geleneği devlete hakimdir. Bunun, son derece ezilen ve mistik bir felsefeye dayanacağı açıktır. Kürdistan’da belki daha değişiktir: Zerdüştçülüğe yakın olacaktır ve o geleneklerle ifadesini bulacaktır. Baba İshak’da, Bedrettin’de olsun, daha sonraki birçok isyanda olsun, Kürtlük, Alevilik ve Türkmenlik birbirine karışmıştır. İşte bunda, sınıfsal karakterin yakınlıklarından bahsetmek gerekir. Sanırım hem Selçuklu, hem de Osmanlı döneminden böyle birçok sınıf, tabaka ve hatta başka uluslardan kültürler hızla bir önderlik altında birleşmekten uzak durmamışlardır. Baba İshak ve Şeyh Bedrettin bunun bir örneğidir. Sanırım buna benzer birçok örnek var. Bu direnişlerin hepsi, kendilerine Alevi geleneğini yakıştırırlar, çünkü Sünnilik iktidardadır. Ona karşı geliştirilen her şey de Aleviliktir, ama hepsinin ulusal ve sosyal farklılıkları var. Birbirine benzemeyecekleri de açıktır. Bunları fazla tartışmanın gereği yok, istenildiği kadar tartışılır. Biz, bu konuda yöntemi belirledik. HALKLAR ÖNDERİ |
YORUM GÖNDER