ÖZGÜRLÜĞE VERİLMİŞ BİR ÖMÜR
Böyle olmalı bir komutan. Her an savaşçılarıyla hareket eden, paylaşan, gülen, güldüren, motivasyonu yaratan… Yani Heval Ahmet gibi olunmalı. Doğal ve doğallığı kadar ciddi bir savaş komutanı.
Bu kaçıncı yolcunun gittiğine tanıklığım. Her biri giderken geride bıraktıkları anıları, hikayeleriyle ne de çok bağladı bizi özgürlüğe. Var mı böylesine bağlılığı artıran gidişler başka diyarlarda? Var mıdır bıraktıkları anıları ile güce güç katan? Başka bir diyarda var mı bilmem ama benim tanık olduğum bu topraklar, tıpkı Şehit Ahmet Rûbar gibi özgürlük gerillalarının bıraktığı umutla filizleniyor. Bıraktıkları anılar birer birer yeşeriyor…
Sene 2017, Zap’a bağlı Çemço alanındayız. Önder Apo’yu görmüş, Şam’da eğitim akademisinde kalmış gerilla arkadaşları görüp anılarını tarihe bırakmak için uzun bir yolculuğa çıkmıştık. Hani birçok insan görüp tanırız fakat çok az insan vardır yüreklerde derin izler bırakan ve unutulmayan. Çok paylaşmaya da gerek yoktur aslında, insanları sevmek ve saymak için. Bir de özgürlük uğruna yola koyulmuş hakikat izinde yürüyenler söz konusu oldu mu o insanların bir bakışı, gülüşü bile anlam dolu anılar bırakır. İşte bende o izi bırakan özgürlük gerillası, yiğit komutanlarından biri olan Ahmet Rûbar’dı.
ÇEK BARİ, TARİHE KALSIN
İlk başta bakışlarını kaçırdı benden. Biliyorum elimde kamera olmasa aslında açacak yüreğinden akanları… İkna olmuyordu… “Önderlik ile anılarımı paylaşayım seninle ama kamera önünde olmasa olur mu?” diyor. Gülümsüyorum! Olmaz diyorum inatla, çünkü sen bu tarihin bir parçası olacaksın. Çünkü sen ve senin gibiler görülmeli, okunmalı, bilinmeli diyorum. Tekrar gülümsüyor ve “İyi, çek bari tarihe kalsın. Belki ileride o da bir anı olarak kalır” diyor. Bir anda yerde duran hafif sararmış yaprağa daldı. O anı hiç bozmak istemedim, çünkü devamında güzel şeylerin geleceğini hissediyordum. Gözleri gülüyordu ve büyük bir heyecanla söze başladı: “1997 yılıydı… Önderlik sahasında eğitim amaçlı bulunuyordum. Benim için en anlamlı zaman dilimlerinden biriydi desem yerinde olur.”
ÖNDERLİK İNSANI SEVİYORDU
Daha programa başlamadan söze başlamıştı. O anda yüreğime arşivliyordum sözlerini… Gözlerimi hiç kaçırmadan pür dikkat dinliyorum. Karşımda duran Ahmet Rûbar, Önder Apo’yu anlatırken adeta yüreği yerinden çıkacakmış gibi bir his uyandırıyordu. Bu nasıl bir bağlılık, nasıl bir sevgidir, diye soruyorum içimden. Hiç görmemiş olsam bile gerilla Ahmet’in anlatışıyla görmüş olduğu bilgeliğe hayran kalıyorum.
O, söze devam ediyor: “Önderliği ilk gördüğümde beni en çok doğallığı etkilemişti. Yarattığı atmosferle her kesimden insanı etrafında topluyor, örgütlüyor ve bağlıyordu. Bu doğalında gelişiyordu. Önderlik insanları seviyordu. İnsanlarla ilgilenmeyi, eğitmeyi seviyordu. Çünkü Önderlik değer veriyordu; insana dair ne varsa. O yüzden bir insanı gördüğünde onu asla unutmazdı. Yıllar sonra bile o insanla karşılaşsa gözlerine bakıp ismini söylüyordu. Bir insanın gözlerinin içine bakarken ona dair bir yaşamı düşlüyordu. Özgür bir yaşamı…”
TECRİDE TAHAMMÜLSÜZDÜ
Özgür bir yaşamı düşlemek! Aslında Şehit Ahmet Rûbar, bunu söylerken kendi düşünü, umudunu dile getiriyordu. Agirî’nin asil topraklarında bu düşle yola koyulmuştu. Özgürlük düşünü ekmişti kendi yaşamına. Böylesine anlam dolu bir yaşamın savaşçısı olmanın sevincini o kadar güzel yansıtıyordu ki etkilenmemek elde değildi. Önder Apo üzerindeki tecride değiniyordu. Onu her an ne kadar etkilediğini, en büyük savaş gerekçesinin bu olduğunu söylüyordu: “Önderlik hakikati zirvede yaşayan ve bunu İmralı gibi bir yerde başarmış bir insan. Ne olursa olsun Önderliğin fiziki özgürlüğü bizim için büyük bir savaş gerekçesi olmalıdır. Özgür bir insanın işkence dolu bir yerde olması bizim tahammül edemeyeceğimiz bir durum. O yüzden mücadelemin son anına kadar da bu iddiayla savaşacağım.”
BÖYLE OLMALI BİR KOMUTAN
Program bittikten sonra da o ortamda bulunan genç gerilla arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Sohbet arasında gerillalardan biri, komutanları olan Ahmet Rûbar’dan bahsediyor bize ve “Böyle olmalı bir komutan. Her an savaşçılarıyla hareket eden, paylaşan, gülen, güldüren, motivasyonu yaratan… Yani Heval Ahmet gibi olunmalı. Doğal ve doğallığı kadar ciddi bir savaş komutanı” diyor. Bunları söylerken yanındaki savaşçılarda başlarını sallayarak destekliyordu. Komutan Ahmet Rûbar’ın savaşçılarını ne kadar etkilediğine, onların yüreğinde iz bıraktığına tanık oldum. Aslında sadece savaşçılarına karşı değil, bilge insandan öğrendiği insana değer verme özelliğini belli ki benimsemişti. Bizlere karşı duyarlılığı, davranışları, insana karşı ilgili olduğunu gösteriyordu.
GOVENDÊ DAĞI’NA SEVGİSİ
Bir ara beraber kameriyede çay içerken bizim ekibe Govendê Dağı’nı anlatmaya başladı. Aslında konumuz yazı üzerineydi. Ben, hiç yazıyor musun, yazdıklarını paylaşıyor musun, diye sormuştum. O da “Çok yazmadım aslında ama Govendê üzerine uzun uzun yazdım. Govendê’yi duydunuz mu bilmiyorum ama görülmesi gereken bir yer. Cîlo ve Çarçela’nın hikayelerine tanıklık etmiş insanların izidir Govendê! Govendê bir anadır. Gerillayı yıllarca bağrında saklamış, kucak açmış bir ana! Keşke görseydiniz” diyor.
Şehit Ahmet, Govendê’yi anlattıktan sonra bir gerillanın dağa olan sevgisini o kadar içten hissettim ki. Daha sonra Govendê üzerine de araştırma yaptım. Gerçekten bahsettiği kadar da vardı. Sanki her bir kayasında orada yaşayan gerillanın yüreği kaleme alınmış gibi bir duygu uyandırıyor. Belki de o yüzdendir gerillanın dağlara bu kadar benzemesinin nedeni. Dağlar gibi asil, dağlar gibi kucak açan ve sırt çevirmeyen ve asla teslim olmayan.
SON GÖRÜŞME
“Heval, savaş gittikçe derinleşiyor. Artık kameralarınızı alıp asıl hakikatin olduğu yerleri, hakikat için savaşanları çekmeye gelirsiniz” deyip gülümsüyor. Aslında bize diyordu ki; çekin, çekin ki insanlar umuttan asla vazgeçmesin. Çekin ki, bu dağların yürekli çocuklarını kimseler unutmasın. Çünkü unutmanın ihanet olduğunu söylemişti Bilge.
Sonu gelmeyen bir patikaya girerken arkamızda şehit Ahmet Rûbar’ı bırakıp anılarını yüreğimize ekiyoruz. Anıları yüreğimizde yaşayacak…
JIYAN TÊKOŞÎN (BEHDİNAN)
YORUM GÖNDER