APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (1. BÖLÜM)
ÖNDERLİKSEL GELİŞME TÜM GELİŞMELERİN AYNASIDIR
Parti tarihimiz bize şunu çok açıkça gösteriyor ki, PKK‟lileşmenin en temel bir sorunu da, yeterince bir türlü merkez ve giderek her düzeyde bir yönetim gücü haline gelmeyi bilememek oluyor. Halk olarak da en temel sorunumuz, kendi kaderimiz konusunda bir yönetim gücü teşkil etmemek ve hep yönetilmeyi beklemektir. Halkımızın, hem de en barbar işgalcilere kendini bu nedenle teslim etmesinin etkileri olduğu gibi partimizin içine de yansımaktadır. PKK militanının gelişmemesinin en can alıcı yanı, kendini yönetmekten aciz olması ve bunu bütün parti çalışmalarına çok kötü bir tasfiyecilik, yönetim tasfiyeciliği biçiminde yansıtması oluyor. Hiç şüphesiz yönetim, her şeyden önce kendini örgütlü ve denetimli tutmaktır. Yönetim, düşmanın dolaylı veya direkt etkilerini, kendi çıkarları doğrultusunda size istikamet vermesini, sizi kendi düşünce ve politik tarzına göre örgütlendirmesini, size bu biçimde iş yaptırmasını önlemektir. Sizin düşmana karşı göstermeniz gereken yönetim ise, sizin buna karşı durmanızı, kendi öz çıkarlarınızı ifade eden düşünce gücüne ulaşmanızı, bu düşünceyi bir politik çizgiye dönüştürmenizi ve bunu örgütlü bir güçle kendi yolunuzda yürütmenizi teşkil ediyor.
Militan, öncelikle bunu yapmak durumundayken, ki daha çok da sadece düşmanı önlemek değil, kendi iç geriliklerini, kendi gerçeği konusundaki düşüncesizliğini, her türlü körlüğünü, tembelliğini, verimsizliğini aşmak ve bu konuda da kendine gereken yönetim gücünü kazanmak zorunluluğundayken, bütün bu konularda lakayt kalıyor, kendini işlevsiz, hatta son derece hareketsiz bırakarak esen rüzgara göre hareket ederek sözümona kolayı seçiyor. Halkın yaşadığı bu durumun en çarpık bir biçimi PKK kadrolarında gözüküyor. Yıllardır büyük bir savaş verdik. Bağımsız, özgür düşünen bireyimizi ortaya çıkarmak için Önderlik olarak çok büyük çabalarla bir gelişmeye ulaştığımızı iddia ediyoruz. Ne yazık ki PKK kadrosu bir türlü bu Önderliksel gelişmeyi görmek istemiyor. Görmek bir yana, onu uğraştırmak, onun üzerine basit oynamak, onu işlemez duruma getirmek neredeyse kadronun temel bir görevi haline gelmiş. Kadro ve en önemlisi de merkez, hatta en yakın yardımcılarım sanki başka görevleri yokmuş gibi, düşmanla veya iç gericilikle savaşma yerine, zor bela geliştirdiğimiz Önderlik gerçekliğini uğraştırmak, çarpıtmak, ortaya çıkardığı olanağı çarçur etmek ve yarattığı bütün önemli tarihi fırsatları heba etmekle uğraşıyor. Bütün bunlar inanılmaz bir şey, ama gerçek.
Bu önderliksel gelişme, bu halkın tarihindeki ilk ciddi olaydır. Artık dost da, düşman da bunu görüyor. Siz önde gelen militanlarımız da biraz görün ve bu durumdan önemli sonuçlar çıkarın. Böylelikle namusunuz ve onurunuzla kendinizi de anlamlı hale getirirsiniz. Ve en önemlisi de bu, sizin için çok ciddi bir yaşam gücüdür. Ey PKK militanı, sen de biraz dürüst ve gayretli ol, yaratılan imkanı doğru değerlendir. Zaten düşecek kadar düşmüşsün, biraz kendine gel, biraz onurlu ol ve hiç olmazsa bu aşamadan sonra kolay kaybetme. Bunu yıllardır söylüyorum, ama buna karşı sizin dayattıklarınız, her geçen gün daha da derinleşen bir oportünizmi ifade ediyor. Sizler, “ben merkezileşemem, ben kadrolaşamam, ben yönetemem, ben ancak işleri bozarım” diyorsunuz. Neden böylesiniz? Neden böyle çok çarpık bir tarzı sürdürüyorsunuz? Örgüt içi savaşım derken, işin en çarpıcı bir yönü de burada karşımıza çıkıyor. Önderliksel gelişmeye merkezin ve yönetim gücümüzün tehlikeli bir tasfiyeciliği dayatması söz konusu. Bunu kasıtlı mı yapıyorsunuz? Hayır. Bütün kişilik mantaliteniz burada kendini ele veriyor. Önderliksel gelişme tüm gelişmelerin aynasıdır. Bu ayna herkesin boyunun ölçüsünü gösterir. Önderlik gerçeğinin gereklerine ulaşamamak, ona cevap teşkil etmemek ve bunun yerine onu uğraştırmak neyi kanıtlıyor? Bütün bunlar sizin çapsızlığınızı, özgürlük düzeyinizin geriliğini ve gerçek değerlere ne kadar az bağlı olduğunuzu gösteriyor. Size, Önderliksel gelişme aynadır diyorum. Maalesef sizin orada gördüğünüz ise; nasıl yapılıp edilemeyeceği, nasıl yönetilemeyeceği, nasıl merkezileşmeyeceği ve hazır kazanılmış bir savaşın bile nasıl boşa çıkarılacağıdır. Güney‟de muazzam bir savaş verdik ve savaşta da askeri olarak üstün duruma geçtik. Bu savaşın sonuçlarına bakıyorum; “falan kapı bize kapalı, bir türlü erzak temin edemiyoruz ve çok ciddi sıkıntılar olabilir” deniliyor. Tabii bu durum beni düşündürüyor. Bana göre bu savaşta bütün kapılar açılmıştı. İstediğimiz noktalarda irtibat birimleri kurabilirdik. Ancak bir grubumuz geldiğinde “geçiş kapılarında karakol kurmuşlar. Zor bela geçtik, çatışma çıktı” diyor.
Yine haykırıyorum, burada bizim bir birimimiz yok mu? Tam tersine savaştığımız güç oradaki bütün kapıları tutmuş, orada bizimkilerin esamesi bile yok. İşte köylü kurnazlığı veya savaşının sonuçlarının ne olduğuna dair bir düşüncesi olmayan bir yönetimle tekrar karşı karşıyayız. Bir Habur yolu var ki, Güney Savaşının üzerinde cereyan ettiği bir yoldur, mutlak bizi ilgilendiren bir yoldur. Savaşın temel gerekçesi de o yol denetimi ve o yol üzerindeki düşman hareketliliğini engellemekti. Ancak yine tek bir irtibat birimi bile teşkil edilmiyor. Halbuki o yol üzerindeki denetim savaşımın temel amaçlarından birisiydi. Bunun düşüncesi bile yok, eğer düşünce olsa, “biz düşündük, ama engeller vardı” denilebilir. Ancak engellerden önce düşünce yok, akıl edemiyorlar. Sözümona o kadar “politik”, “askeri kadrolarımız”, “önderlerimiz” var, ancak bunu akıllarına bile getirmiyorlar. Bırakalım onları, bin bir emekle ellerine verdiğimiz maddi değerleri bile sıradan köylüye verip kaptırıyorlar. Hatta sıkılmadan şunu söylüyorlar; “biz olmazsak burada ticaret yürümez!” Köylüler en karlı ticareti bizimle yapıyorlar. Utanmadan bir de gelip bunu bizim yanımızda anlatıyorlar. Yani doğru-dürüst bir ticaret mantığı bile yok. Köylülerin kandırdığı bazı PKK karargahları bile var ve köylüler bir çok malzememizi de çalmışlar. Bunu hepinize soruyorum; onur bunun neresinde? Ciddi parti yönetimi bunun neresinde? Kendinize nasıl saygınız var? Binlerce kadrosunuz, kazanılmış olanakları bile böyle görmezlikten gelirseniz, kendinizi ne yapacaksınız? Bu gerilikler, bu tedbirsizlikler, bu düşüncesizlik ayıp kaçmıyor mu? Ben bir-iki örnek gösterdim, herhalde siz binlercesini şimdi daha iyi düşünebilirsiniz.
Çünkü biraz düşüncenin yolunu açtım. Bunlar karşısında hayretler içinde kalıyorum ve bunları çok tuhaf buluyorum. Peki yıllardır orada ne yapıyorsunuz? Bir şahini bir kayanın üzerine koy, bin bir tane avını gözetler ve bir kaç tanesini yakalar; bir kurt koy oraya, aç kalırsa saldırır ve yine istediği kadar avlar. Bir köylüyü, bir çobanı oraya koy, arkasında değil böyle bir güç, beş tane adam olsun orayı haraca keser. Bir eşkıya Hamido‟yu beş tane fedai savaşçımızla bu dağlara bırak, bin bir olanak ortaya çıkarır. Peki, nerede kaldı bizim bu militanların adı, şerefi? Neredeyse arazinin fazlasını kontrol edeceğiz, ama ilişkilerde, yollarda ciddi bir denetimimiz bile gelişemeyecek. Tam tersine köylüler, “en iyi para getiren yer PKK karargahlarıdır, onlarla yaptığımız ticarettir” diyorlar. Artık kendinize gelmeniz gerekir. Bir türlü kendini merkezileştiremeyen, PKK‟lileştiremeyen, yönetim gücü haline getiremeyen zavallı devrimcilik, kendini bilmez devrimcilik son bulmalıdır. PKK‟lileşmenin, Önderliğin ne olduğunu anlamayan, anlar gibi gözüküp de yaşamı başka tür olan ve şimdiye kadar baş belası kişilik dediğim olay budur. Bu durumlarınız sizin hoşunuza gidiyor. Bu dağlarda bu kadar büyük direnme içinde kal, bu kadar şehit kanı dök, ama buna rağmen bir tek dağda bile doğru yaşam biçimi ne olmalıdır sorusunu soran bir komutan çıkmasın. Durum böyle olursa bu dağda ne kadar etkili olabiliriz? Bir başarı hesabı olan komutan yoktur. Hepsi ucube gibi. Etkinlik için savaş verdim, düşmanda yarattığımız korku, buna karşılık bizzat dayandığımız sıkıntılar var. Bizzat kendi çabalarımıza, kendimize saygımızın gereği burada bir gelişme politikasına sahip olmalıydık. Yıllardır söylüyorum; eğer bir karış toprak için bile bu kan dökülmüşse, sen onun politikasını yapacaksın. Hiç bunu soran bile yok. Çünkü hesapları kitapları yok. Halbuki düşman oldukça disiplinlice karış karış kendi etkinlik alanını da örgütlüyor, savunuyor. Oysa siz böyle ağır sorunlar yaşıyorsunuz. Tam da başıma bela dediğim bu oluyor. Bebek hastalığı dediğim durum budur ve bunun kanıtları da çok açıktır.
Politika, olanaklar içinde en elverişli olanı elde etme veya en zoru başarma sanatıdır. Ancak bizde hazır olanı kaybetme sanatı haline getirilmiş. Bu durumda kendinizi ne yapacaksınız? Tam da bu noktada “biz düşünme gereği duymuyoruz” diyorsunuz. Oysa politika, düşüncenin yoğunlaşmış biçimidir. Ekonomik, ticari, hatta bilimsel, sosyal gelişme düzeyinin en yoğun ifadesi, yani en gelişmiş biçimi politikadır. O da düşüncenin ta kendisidir. Sen çok ağır bir ulusal politika içinde olacaksın, ama düşünme gereğini bile duymayacaksın. Bölük-pörçük bir kaç eveleme-geveleme dışında kendini hazırlayamayacak, ondan sonra da dağa çıkacaksın! Size yazık oluyor. Hele merkezimiz, ağzındaki lokmayı bile sıradan bir köylü koparabilir ve zaten alıyorlar da. Ellerinde muazzam mevziiler, olanaklar var, ancak onları ellerinden çalsan bile farkında olmazlar. Aslında burada merkezileşmeye gelememek, yani buna sahip çıkmamak var. Bunun anlamı şudur: “Bizi ancak yönetirler, bize bizi yöneten yabancılar gereklidir!” Yani eski kölelik mantığı, “biz adam olamayız, üstümüzde ya ağamız olur ya da paşamız. Biz kendi kendimizi yönetemeyiz. Bırak beyim, bu iş elimizden gelmez.” İşte bu hem ilkel köylü hem de bir köledir. Her tür yönetime alışmış. Düşünmeyi neden gereksiz buluyorsunuz. Neden böyle oluyor denildiğinde, “aklımıza gelmedi” diyorsunuz. İlk söylediğiniz cümle bu. Taktikler konusunda sorumlu olan bir çok kadro var. Onlara soruyorum, yine “aklımıza gelmedi” diyorlar. Peki düşüncesiz kişinin koyundan, keçiden ne farkı vardır? Veya deliden farkı nedir? Ondan sonra da ağlarlar veya küserler. Onurları o zaman akıllarına gelir.
Düşünce gücü olmadan nasıl savaşacak, savaşın sonuçlarını nasıl değerlendireceksiniz dediğimizde de yutkunurlar. Sizin kendinize hiç saygınız yok mu? Böyle çözümsüz kalacağınıza, gidip başka bir yerde uşaklık yapsanız daha değerlidir. Özgürlük savaşçıları hiç böyle olur mu? Merkezimize bile bir iş yaptırmak istediğimizde, en hazır lokmayı bile yine “değerlendiremedik, ön göremedik; gördüysek bile onun tedbirini, onun koparılması için gereken çabayı gösteremedik” diyorlar. Canları sıkılmış, “boş ver olmasa da olur” diyorlar. Politika boş mantığı hiç affeder mi, böyle zevzekliğe yaşam hakkı tanır mı? Politika denilen sanatı hiç anlayamayacakmısınız? Sigara kültüründen, “biz adam olamayız, boş ver” kültüründen kurtulamayacak mısınız? O kendi basit dünyanızı, fırsat buldukça en değme ağadan daha kötü konuşturacak, buna da “ben adam oldum” diyeceksiniz. Bizim toplumumuzdaki o komik ağalar bile sizden daha değerli ağalardır. Bunu da size açıkça söyleyeyim; sizin yönetim adına sergilediğiniz tutumlar, ancak en değme filme konu olabilir. Korkuyorsunuz, onun için de kendinizi sürekli örtbas ediyorsunuz. Politik sanata hakkını vermeyişiniz, sizi böyle provokatif çizgilerde tutuyor. Çünkü kendinizden korkunuz, endişeniz var. Ben de yıllarca bu korkuyu, endişeyi taşıdım. Ama bunun çare olmadığını düşündüm ve ilk işim, cesaretle politikayı iyi özümsemektir, en azından kendini yaşatacak kadar politika gereklidir dedim. Yıllardır saflardadırlar, ancak bir çobanın sürüsüne gösterdiği ihtimamı bile kendi birliklerine gösteremiyorlar. Yıllardır en üst komutanlıklarımıza, etrafını biraz ayarla, etrafını düzenle, bir takım gücü doğru üslendirirsen; bunun için biraz da günlerini, aylarını iyi geçirirsen o dağlarda beş bin kişi gelse dahi sana bir şey yapamaz diyorum.
Ancak bir bakıyorum ki, işbirlikçi güç geliyor, Anakarargahı ele geçirecek kadar sinsice yaklaşıyor, bizimkiler ise bundan kıl payı kurtuluyorlar. Veya en değme karargahımızın etrafı bir kaç sefer kuşatılıyor. Zaten birincisinde teslim oldular, diğerinde de imhalık duruma geldiler, biz zor bela bazı yönetim tedbirleriyle nihai tasfiyelerini önledik. Tehlike gelmiş gözlerine girmiş, ancak burunlarının ötesini bile görmüyorlar. Tam tersine, son ana dek sıradan bir köylü gibi yaşamak hoşlarına gidiyor. Düşman geldi, yine köylerini boşalttı, talan etti. Binlerce silah, malzeme ellerinden alındı. Ondan sonra da utanmadan, bunun vicdani muhasebesini yapmadan, küserek, ağlayarak, provokasyonu derinleştirerek işin içinden sıyrılmak istediler. Kimi bireyciliğe sığındı, kimi “üzerime varma, ben daha da kötü yaparım” dedi ve en ucube birinin tavrına girdi. Böyle davranmayı adam olma bellediler. Parti içinde ancak böyle etkili olabileceklerini sandılar, büzüldüler ve ilkelleştiler. Şimdi bütün bunlar olsa olsa yüce bir sanatta en kötü tarzı dayatma, en yüce işlere pisliklerini sürme anlamına gelir ve bunlar da kişiye hiçbir şey kazandırmaz. Hatırlıyorum, 15 Ağustos Atılımı olmuştu, 1984‟ün sonu 1985‟in başıydı, merkezileşme şurada kalsın, merkezileşmenin gelişmemesi için, bir anlam ifade etmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. O zaman ben “Bahar Talimatları” adıyla derli toplu bazı perspektifler geliştirdim. Şunu söyledim; insan bir kişilik savaşımı yapar da sizin gibi yapmaz. Yenilgisi, başarısızlığı çok açık ortaya çıkmış dayatmalarda neden ısrar ediyorsunuz? Yiğitlik, gurur böyle mi gösterilir? İnsan yoldaşını böyle zorlar mı? Bir Önderliksel gelişmeye böyle bela olunur mu? Ben sana o kadar saygılı olacağım, senin esenliğin için, senin onurun için her şeyimi ortaya koyacağım, sen ise “etkili kişiyim, merkezim” diye gelişmelerin canına okuyacaksın.
Doğru-dürüst konuşmayı beceremeyecek, hazır olanı dağıtacak, kendini bile koruyacak tedbiri geliştirmeyerek etrafındaki insanları bile dağıtmaktan öteye bir rol oynamayacaksın. Bu, tek kelimeyle utanılacak bir durumdur ve sizlere de yakışmaz. En başta bu kadar şehidin kanı senin sorumluluğun altında olmuştur. İnsan bir vicdani muhasebe yapar. Köylüler bile, bir ailede bir insan vurulursa yıllarca onun intikamı peşinde koşarlar. Ailenin kültürü odur. Senin yanı başında, hem de senin sorumluluğun altında böyle yüzlerce yoldaşın şehit düşmüştür. Bu duruma karşın sen oralı bile olmayacaksın. Ve bunun maskesi de düşünememe, dogmatizm, kendini şişirme, genel değerlendirmelere sığınma; subjektif niyetlere, duygulara boğma olacak. Böylece de gerçeklerden kaçılacak! Bu, en sahte ve en iflah olmazların yoludur. Devrimci onuru olanlar hiç bu yola sapar mı? Bu yaklaşım vicdansızlıktır. Öyle çok genellemeci bir tarzla oldu bitti demek olur mu? Hiç kimse bir yol arkadaşını kaybettiğinde böyle davranmaz. Bu sahtekarlığın açığa çıkarılmasını istiyorum. Kendini değerler karşısında sorumlu görmeyen, bunu kendisine sorun yapmayan kişiliğin ortaya çıkmasını istiyorum. Kendinizi daha fazla örtbas edemezsiniz. İlkelliğe sığınarak, düşüncesizliği metot, alışkanlık haline getirerek, politikleşmemeyi marifet sanarak kendinizi daha fazla gizleyemez ve savunamazsınız. Bu sanatı bırakmanız gerekir. Merkezimizden tut manga yönetimine kadar hiç kimse bu tutumlarla kesinlikle onur kazanamaz. Bu eleştiriler bile size az gelir. Yarın mahkemeye çıkarılırsınız, devrim sizi affetmez.
Devrimlerin böyle bir mantığı vardır. İlkelliğe, dogmatizme verilecek karşılık serttir. Çünkü burada bir ulusun onuruyla, en yüce değerlerin kutsallıklarıyla oynanıyor. Bu affedilmezdir. Bu değerlere sahip çıkacaksınız. Yaşamın bu kadar yabancısı olamazsınız. Hiçbir gerilla hareketinde bu kadar değer çarçur edilmemiştir. Kendinizi bu kadar ilkelliğe terk edemezsiniz. Bu can sizin de olsa böyle kolay kaybedemezsiniz. Buna da hakkınız yok, çünkü bu canı da yaşatan partidir, Önderliktir. Canını en ucuzundan pazarlayanlar bile kendilerini bu kadar bırakmazlar. Can, yaşam kutsaldır; silah kutsaldır, hatta yiyecek malzemeleri bile değerlidir. Çünkü köylüler bile bir çuval un üzerine savaş yürütmüştür. Binlerce un torbasını neden toprağın altında çürütelim! Yüz binlerce mermiyi ve binlerce silahı niye bir hiç uğruna düşmana kaptıralım! Hangi gerilla ordusu, komutanlığı bunu kabul eder? Bundan hepiniz sorumlusunuz. Örgütü işletememek, düşünceyi geliştirememek, kurallar savaşımını, yetkiler savaşımını doğru yürütememek bunu doğuruyor ve bunda da gerekeni yapmayarak en esaslı rolü siz oynuyorsunuz. Ondan sonra hastalıklı bir kişilik yığını haline gelerek kendinizi Önderliğin üzerine atıyorsunuz. Halbuki kutsal amaçlarımız, şanlı bir direnişimiz ve gerçekten değer verilirse, büyük yaşama yol açacak her şeyimiz var. Bunlar sizin öz çabanızla yaratılmayabilir, bu değerleri şehitlerin vasiyeti olarak size teslim ettik. Emeklerimizi sizin hizmetinize sunduk. İnsan değer takdir etmez olur mu. Bir kahvenin bile kırk yıllık hatırı var derler. Biz bir kahve değil, bütün yüce yaşam olanaklarını size sunuyoruz. Siz halen bunu takdir edemiyorsunuz. Ondan sonra da delilik, her türlü duygusallık numaralarıyla, çok gergin, provokatif kişilik yaklaşımlarıyla işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsunuz. Bilmelisiniz ki bu değerler, bu kişilikleri affetmez. Bunu aklınıza kazımanız gerekir.
Bu halkla çok oynandı. Düşman yüzyıllardır halka her türlü rezilliği dayattı, hatta halka dışkı bile yedirildi. Halkımız düşman tarafından bu duruma getirilmiştir, fakat biz de buna karşı bir direnme hareketiyiz. Düşmanın yaptıklarını kabul etmeyecektik. PKK‟nin bu özelliğini kim inkar edebilir? Bütün yaşam alanlarında direnişler var, büyük zindan direnişleri var. Bunları politika yapmayacak, bunlar için düşünce gerekli değil diyecek ve bunun için edep, terbiye denilen bir gelişmeyi yaşamayacak, ondan sonra “ben yaşıyorum, ben PKK‟liyim, ben komutanım” diyeceksiniz. İnsan hiç yüzü kızarmadan bunu söyleyebilir mi? Zaten bunun nedenlerini araştırıyorum. Bu tutumlarınızın altında bizi bu hale getiren sahte gururu ve bir de iktidar deliliğini görüyorum. Bunları bırakacaksınız. Kişiyi ne sahte gurur, ne de erken iktidar hastalıkları kurtarır, aksine daha da batırır. Politikada düşüncesizlik, üslupsuzluk olmaz. Bu şekilde ağa bile olunmaz. Açık söyleyeyim; Kürt ağaları sizin gibi değil, sizinki bambaşka bir şey. Eşi benzeri görülmemiş bir hastalık. Dünyadaki diğer parti tarihlerinde, siyasi savaşım tarihlerinde bir çok hastalık ortaya çıkmıştır, ama sizinki yeni bir örnektir. Her gün yeni bazı hastalıkların ortaya çıkması gibi bir politik hastalık durumu. Bunu insanlığa bulaştırmadan ortadan kaldırma görevimiz var. Kaldı ki, bu hastalık bizi felç eder ve bu hastalığa öyle fazla dayanacak halimiz de yok. Bu hastalık düşünmeme, politikleşmeme, yönetmeme hastalığıdır.
Düşünmemenin, yönetmemenin, politikleşmemenin sonucu ikinci gün dört dörtlük düşmanın pençesine girmektir. Bu en kof oportünizmdir. PKK içinde bu kendini nasıl açığa çıkarıyor? Söylendiği gibi, “sen misin bizi böyle yüce bir işe kaldıran, sen misin bize politikayı öğreten, sen misin bizi yüceliklerde dolaştıracak olan. Al, biz de sana bunları yaparız, dayanabilirsen dayan.” Bu tutumlar fesat köylünün, düşmüş, pisliğin her türlüsüne bulaşmış ara tabakaların, hatta işbirlikçiliğin her türlü alışkanlığını edinmiş kişiliklerin saldırısıdır. Terbiyesizliğin alasını görmüşlerin veya zavallı çaresizlerin saldırısıdır. Yücelerde seyretmek, sizi müthiş rahatsız ederek iki türlü sonuç ortaya çıkarttı: Birincisi, yukarıdan aşağıya güm diye düşmek; ikincisi de kendini yücelerde kaybetmek. Fakat politikayı böyle değerlendiremez, bana da bu biçimde kabul ettiremezsiniz. Bu konuda kendimi savunmaya devam edeceğim. Açık söyleyeyim, sizden korkacak halim yok. Bu işe bu kadar çaba harcamış birisi olarak sizin bu dayatmalarınıza karşı direneceğim. Belki geldiğiniz yerdeki aşiret, kabileler içinde saldırılarınızın bir anlamı olabilirdi, ama parti içinde bu saldırıların hiç bir anlamı yoktur. Size bu konuda fırsat tanınmayacaktır. Merkezileşmeyi bilmemek, omuz üzerindeki başı inkar etmek demektir. Yönetim olmayı bilmemek, elden ayaktan yoksun yaşamak demektir. Tüm bunları nasıl dayatabilirsiniz.
Bu en ilkel yaşam sınırlarında, son nefes alış-veriş çırpıntısında kalmak demektir. Bunu nasıl kabul edersiniz. Tarihin bütün görkemli dönemlerine bakın; orada kudretli yöneten güçler vardır. Büyük beyinler, büyük yürekler vardır. Halen o dönemin sanat eserlerine hayranlıkla bakarsınız, çünkü orada kutsal ruhlar vardır, çok büyük güzellikler söz konusudur. Tarih hep bunu söyler, tarih budur. Bizim tarihimiz böyle değildir, çünkü bizim tarihimiz düşmüşlerin tarihidir. İşte bugün bize dayattıklarınız, yaşadığınız tarihtir. Aslında bu tarihsizliktir. Tarihsizlik demek de, insanlık gelişiminden yoksun olmaktır. Bu sizi sarsmıyorsa, kesinlikle bitmişsiniz demektir. Tarihsizlik size büyük acı vermiyorsa, yüce değerler sizi etkilemiyorsa, sizin yeriniz PKK değildir. Bu basit kişiliğinizle PKK‟nin ruhuna, onuruna sıradan bir biçimde ortak olmak bile asla kabul edilemez.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER