SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (64.BÖLÜM)
Tarih içindeki gelişimine baktığımızda, Allah tapımıyla birliğe ve güce ulaşılmak istendiği çok açık görülmektedir. Öyle sevgili kulun cennete gitmesi gibi kavramlar, işin fantezi, edebi kısmıdır. Öz, şiddetle ihtiyaç duyulan sosyal ve politik birlikle güçlü yönetim ihtiyacıdır. İdeolojilerin daha çok gelişmemiş, dönemin zihniyetine daha inandırıcı olmak için başvurduğu edebiyat kısmıyla, esasta temel bir toplumsal ve politik ihtiyacı karşılayan özü arasındaki ayrımı iyi görmek gerekir. Aksi halde tarihte içine amaçlı olarak sıkça ve yoğunca düşülen dogmatizmden kurtulunamaz. Her ideolojik örtünün altında, dile getirdiği temel bir toplumsal ve politik gerçeklik yatmaktadır. Bunun da altında, son tahlilde temel ekonomik farklılıklar ve çıkarlar yer almaktadır. Çözümlemeyi bu çerçevede bütünsel kılmadan, yalnız bir alanda sınırlamak, toplumbilim çalışmalarında bilinçli veya kendiliğinden en temel yöntem hatasına düşmeye yol açmaktadır. Hz. İbrahim’in atası olarak kabul edildiği bu büyük ideolojik dönüşüm, Musa ve İsa dönemlerinde daha da geliştirilecektir. Özünde birbirlerine yakındırlar. Zaten tek tanrılı dini gelenek denilmesi de bu anlamdadır. Kaldı ki, İsa’ya kadar yaklaşık bin yıllık bir süreç içinde, kutsal kitaplara göre 124 bin peygamber yaşamıştır.
Bununla, her topluluktaki duyarlı, vicdanlı aydın kişilerin peygamber olarak değer gördükleri anlaşılmaktadır. Temel görevleri geçmişi ve bağlı olunan geleneği canlı tutmak ve bu geleneklerde öngörülen, vaat edilen ülke, hayal edilen cennet veya kurtuluş gününün umudunu diri tutmaktır. Kimi dönem Musa, Davut, Süleyman, Yeremya, Ezra, Yahya, İsa gibi çok önem kazananları ortaya çıktığı gibi, çoğunlukla bir eğitmen gibi olanları da aynı zincirin halkaları durumundadır. Peygamberlik eskinin ata kültü gibi, daha bir incelik ve tanrısallık kazanmış toplumun kutsal geleneğidir. Her zaman temsilcileri vardır, peygambersiz dönem yoktur. İbrahim’den beri, ağır bunalım döneminde en güçlü peygambersel çıkışlara ihtiyaç duyulmaktadır. İkinci derecede kutsal kitapları taşıyanlara ise Musevilik’te kahin denilirken, İsevilikte Patriyark , Müslümanlık’ta Şey - hülislam denilecektir. Bunlar daha çok kitabı ve sünneti olan peygamberlerin yorumlayıcıları ve yazarlarıdır. İşte tam bu koşullarda Hz. Muhammed’in İslam çağı volkan gibi patlayacaktır. İslamiyet’in hızlı gelişimini ve yayılışını salt kılıç gücüyle izah etmek gerçekçi olmamaktadır. Koşullar olgunlaşmadan hiçbir zor, ne kadar şiddetle uygulansa da, toplumsal gelişmelere yol açamayacağı gibi, tahripkar sonuçları doğurmaktan öteye gidemez. İslam’ın şiddeti, çoktan göl ve dereciklerin önünü tutan kum yığınları gibi, çözülmüş bentleri dağıtmaktan öteye başka bir anlama gelmez.
Zaten çözülmüş bu tutucu bentler birkaç darbeyle tümüyle yıkılmakta ve feodal uygarlığın güçlü nehirsel akışına her göl ve derecikten kollar katılarak, akışı önünde durulamaz bir sel haline gelmektedir. Bu büyük devrimsel hamleyle insanlık, en temel merkezlerinde, yeni bir ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal değişimle, uygarlık tarihinin yeni biçimi ve gücü haline gelecektir. Bu tarihi gelişmeyi böyle tanımlarken, şüphesiz onun temel kişiliği olarak Hz. Muhammed’in özelliklerini ve katkısını daha yakından görmek büyük önem taşımaktadır. Belirtildiği üzere doğup büyüdüğü koşullar, çağın üç temel gücü olan Bizans, Sasani ve Habeşistan İmparatorluklarının kesişme noktasındaki Arabistan’ın iç bölgeleri olan mekke, Medine ve Taif üçgeninin koşullarıdır. Bu şehirler üç imparatorluk arasında büyük gelişme gösteren ticarete dayalı olarak kurulmuşlardır. Çöl bedevisi kabile düzenine göre parlak ve zengin bir gelişme, kentleşme anlamına gelmektedir. Kentleşme, Arapça’da Medineleşme, uygarlaşma demektir. Zaten bir şehrin adı Medine’dir. İlk defa Semitik saf Arap kabileleri ticaret yoluyla geliştirdikleri bu kentler etrafında bir uygarlaşma imkanına kavuşur gibidir.
Ortadoğu’nun ideolojik kimliğinde Hz. İbrahim’le başlatılan İbrani gelenek, Sümer ve Mısır uygarlığının birikimine dayanmakla birlikte, onları aşan, dönüştüren ve geniş çöl kabilelerinin uygarlaşma sürecine çeken tarihi bir aşamayı teşkil etmektedir. O, uygarlığın ikinci büyük dalgasının ideolojik bayrağıdır. Büyük toplumsal hareketliliğin gelişen zihniyeti ve ruhsal olarak yeniden şekillenmesidir. Bir yandan ilkel kabile gericileşmesini temsil eden totemik putlar kırılırken, diğer yandan insan biçimli, çok tanrılı, en büyükleri kendini tanrı-kral olarak sunan Sümer ve Mısır, Nemrut ve Firavun düzenlerine de baş kaldırılmaktadır. El’in Allahlaşması, bu tarihi evrimin en temel ideolojik silahıdır. “Allah birdir, peygamber elçisidir” sözüyle kitleselleşen müminler, en büyük propaganda gücüdür. Hz. Muhammed dönemine gelindiğinde, ekonomik ve sosyal koşulların gelişmesi karşısında politik yapılanmalar durgunlaşırken, resmi ideolojiler gericileşip saldırganlaşmaktadır. Ekonomik ve sosyal kurumlaşmalarda kölelik hızla aşılırken, hakim devlet biçimleri tutuculukta büyük bir ısrarı yaşamaktadırlar.
Sümer ve Mısır monarklarının bile gerisine düşmüşlerdir. Doğan yeni ekonomik ve toplumsal ilişkileri karşılamaktan uzaktırlar. Politik yapı, yeni tip üretim ve sosyal güç ilişkileri önünde en temel engel konumundadır. Özellikle Bizans ve Sasani İmparatorlukları, çağını çoktan doldurmuş, işlevini yitirmiş, kölelik kalıntısı devlet aygıtları olarak, uygarlığın yeni hamlesi önünde aşılması gereken bentler durumundadır. İnsanlığın yükselen yeni yaşam tutkuları, hayalleri bu bentlere çarpıp durmaktadır. Bizans’ta Hıristiyanlık yoluyla yaşanan evrim, giderek baskı ve karanlığa yol açan büyük bir tutuculuğa dönüşmektedir. İsa’nın eski saf haliyle ezilenlerin kurtuluş umudu olan Hıristiyanlığın kendisi, bir vicdan ve ahlak dini olmaktan çıkıp, iktidar oyunlarının bir aracı haline getirilmiştir. Hz Muhammed’in yücelme döneminde resmi Hıristiyanlık, iktidar sahiplerinin yayılma ve baskı aracı olarak, özüyle ters bir biçime dönüştürülmüştür. Kitlelerin umudu olmaktan çıkarılmış, bir uyutma aracı olarak kullanılmaktadır. Gelenekteki Mesih (Kurtarıcı) inancı, yeni Mesih’ini, yani peygamberini, Kutsal Ahit’te de geçtiği gibi yeniden arar duruma düşmüştür.
Yeni peygamberin ne zaman ve nerede ortaya çıkacağına dair işaretler artmıştır. Her gün yeni işaretler gösterilmekte ve tartışılmaktadır. Pers-Sasani İmparatorluğu’nda Mani’nin yükselişi, daha başlangıçta (M.S 275) çoktan Zerdüştçülüğü tutucu kılan rahip Kartirler tarafından katliamlarla durdurulmuş, tüm yeniliklere karşı imparatorluk nefessiz bırakılmıştır. Zerdüştiliğin tutucu bir aygıt olmaktan öte rolü kalmamıştır. Daha da ötelerde Çin ve Hint uygarlıkları içten büyük boğuşmaları yaşamakta, feodalleşme sancılı gelişmektedir. İnsanlık, tıpkı Asur İmparatorluğu’nun son dönemlerinde olduğu gibi kurtuluşu, çok yaygınlaşan mistik, gizli tarikat birliklerinde aramaktadır. Yarı dini, yarı felsefi bu mistik kanallar, insanlığın özgürlüğe açık yegane yolları olarak kalmakta, ama bir türlü ana kurtuluş akımı haline gelememektedir. Küçük göl ve dereciklerden bir ana nehre yol açılamamaktadır. Bu kentlerin bir avantajı, üç imparatorluğa göre bir çevre konumunu teşkil etmeleridir. Hiçbir imparatorluk buraları bir türlü sınırlarına tam olarak dahil edememektedir. Çöl, adeta doğal bir savunma denizi rolünü oynamaktadır. Demire, kılıç gücüne ve ata kavuşan Arap kabilelerine hiçbir düzenli ordu gücü dayanamamaktadır.
Burada kılıç ve at, stratejik bir rol oynamaktadır. Devenin bir çöl gemisi olarak ticarette oynadığı büyük rolü ve yeni kavuşulan Arap atları ve kılıçlar çölün doğal savunma gücüyle birleşince, aslında stratejik tarihi aşamanın en temel koşulları olgunlaşmış bulunmaktadır. Her üç imparatorluk da Mekke’ye kadar türlü seferler düzenlemekle birlikte, ağır kayıplarla geriye çekilmekten kurtulamamaktadır. Düzenli ordunun bu koşullar altında yapacağı fazla bir şey yoktur. Ayette geçer; Ebabil kuşlarının Habeş ordusunu attığı taşlarla perişan etme öyküsü, aslında kabile güçlerinin at ve kılıçla savaşmalarının dinsel anlatımıdır.
Üç imparatorluk arasında ticaret olağanüstü bir zenginleşmeye yol açarken, at ve kılıç da çöl koşullarına göre bir gerilla savaş tarzı olarak yeni doğmakta ve olağanüstü başarma imkanlarını beraberinde getirmektedir. Bu çöl gerillasına, halen Büyük Sahra ’da, Fas, Cezayir ve Sudan’daki rejimlere karşı uygulananları da dahil olmak üzere, tarihin her döneminde dayanmak çok zor olmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER