ÇÜNKÜ SESİN BÜTÜN BU ZAMANI DOLDURUYOR (16.BÖLÜM)
Beni Bağışlayın...
İnanmayacaksın ama sesini duyuyorum bu karanlığın içinde. Ve bir büyü gibi bedenimi saran sesine tutunuyorum buza kesmiş vadinin uçurumlarından geçerken. Sözlerini hiç bir zaman öğrenemediğim o ezgi nereden gelip yerleşmiş bu vadiye. Karanlığın içinde görmek artık imkânsız. Sadece duyarak yürüdüğüm bu vadide sözlerin değil, ezginin gerçek olduğunu bir kez daha hissediyorum. Sesin ve ezgin öylesine bütün, öylesine derinden ki, hemen ayaklarımın ötesinde uzanan nehrin çıldırışını bile duymuyorum. Karanlığa her adım atışımda kalbim ağzıma geliyor, göğsümün içine sığmıyor, parçalanırcasına atıyor. Tutunduğum kayalara yapışıyor ellerim. Düşme korkusu bütün bedenimi sarmış. Bu kayalıklarda yürümüyor, sürünüyorum, ama düşünmeden edemiyorum. Ellerim, ayaklarım, bütün her şeyimle sarılıyorum kayalara. Hemen önümde ve ardım sıra yürüyen arkadaşlarımın cesaretinden sessizce kendime bir parça cesaret çalıyorum. Bu ince, bu dar, bu buzlu kayaların üzerinde onların yürüyüşlerine bakarak yürüyorum.
Gözlerim bir tek, bu kez kış olmayacak, kar yağmayacak diyen gencecik gerillayı görüyor. O, en önde yürüyor. O biricik kuryemiz, kılavuzumuz. Önümüzde uzanan vadinin sağında ve solunda yükselen uçurumdan nasıl geçileceğini bir tek o biliyor. Her kayanın dönemecinde bir pusu var gibi davranıyor. Çünkü kar izleri kapatmak için yağar, çünkü fırtına kaçak aşıkları saklamak için eser. Biz söylenecek bütün her şeyi söyledik. Kendimizi bu kadar açıkladık da, kayaları buza saran bu ayaz nereden çıkıp geldi bir tek onu anlayamıyorum. Bir an için önümde yürüyen arkadaşların durduğunu fark ediyorum. Hemen ileride ne olduğunu anlamak için ileriye bakıyorum. Ama önüm sıra yürüyen on yedi gerillanın hepsi dönmüş, gözlerini kocaman açmış, sessizce arkaya bakıyorlar. Genç kılavuzumuz grubu durdurmuş. Bir an içimden bir ürperti geçiyor. Hemen arkamı dönüyorum. Arkadan gelen arkadaşlardan biri uçuruma yuvarlanmış olabilir mi, diye bakıyorum. Beklemeye koyuluyoruz. Durduğumuz yer durulmayacak bir yer. Ne tutunacak bir çıkıntı var, ne de ayağımızı basacak bir kaya aralığı. Zor bela bir zaman bekliyoruz. Ama arkadaki grup bir türlü gelmiyor. Geride kötü bir şey olmadığını fark edince biraz ferahlıyorum. Bir yol ayrımına ulaşmışız. Kılavuzumuz arkadakilerin yanlış patikaya girmemesi için onları bekleme kararı almış. Beklerken vadiyi görmeye çalışıyorum. Müthiş görünüyor. Öylesine yorgun, öylesine uykusuzum ki… Buna rağmen bu gece, bu yürüyüş hiç sonlanmasın, sabah hiç olmasın istiyorum… Kılavuzumuz daracık patikanın en önünü tutmuş kimseyi bırakmıyor. Koskoca gerillalar onu beklemek zorundalar. Çünkü bu yolculuğun komutanı gencecik yaşına, henüz çıkmamış bıyıklarına ve çocukça sesine rağmen O dur ve O benim sözlerini çaldığımdır. Yorgunluk ve uykusuzluk tahammül sınırlarını zorluyor. Yol ayrımında hata yapmamaları için arkadan gelenleri beklemeye koyuluyoruz. Beklerken vadiyi görmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımın tartışmaları kulağımdan usulca siliniyor. Yine karanlığın içinden gelen sesini ve o eşsiz Kürt ezgisini yakalıyorum. O gencecik gerillanın defterinden gizlice çaldığım sözleri kendiliğinden okuyorum.
Bu gizli yazar şöyle yazıyor defterine “Seni düşünmem için yalnız kalmam gerekmez, Seni düşünmem için kalemi elime almam gerekmez, Seni düşünmem için yola koyulmam gerekmez… Çünkü sesin bütün bu zamanı dolduruyor.” Hemen ayaklarımın dibinden düşmekte olan uçuruma bakıyorum. Aşağıda delice akışını göremediğim nehrin soğuğunu tenimde hissediyorum. Yükseklik ne kadardır, tahmin etmeye çalışıyorum. Rüzgâr tenimizi kesip geçiyor. Ama kuryemiz bir türlü hareket etmiyor. Keşke kalbim öylesine büyük olsaydı da, önümde yükselen uçurumların hepsine bırakabilseydim bedenimi. Soluğum öylesine derin olsaydı da, akıp giden bütün akarsulara atlayabilseydim. Ve keşke kollarım gelip geçen bütün rüzgârları yakalayabilseydi ve ben bütün yönlere yol alsaydım. Belki bu akşam, bu yolculuk onun zamanıdır. Belki kuryemizin bizi durdurduğu bu uçurumun kıyısı ona bir işarettir. Usulca sırt çantamı çıkarıyorum. Önce ellerimi kayalardan çekiyorum. Sonra ayaklarımı buzun üzerinde usulca çeviriyorum. Bu uçurum, bu nehir, bu rüzgâr beni bekliyor. Sesin beni çağırıyor. Genç gerilLanın defterinden bir cümle daha okuyorum. Diyor ki, kişi zamanında ölmelidir. Şimdi kendimi sessizce bıraksam, arkadaşlarımdan hiç biri fark etmeyecek. Ancak sabah noktaya ulaştıklarında öğrenecekler olmayışımı. İlk çaylar dağıtılırken sıcacık bardağı uzattıklarında anlayabilecekler yokluğumu. Bir anda telaşlanacaklar. Heyecan yayılacak sabaha. En son beni nerede gördüklerini bir birbirlerine soracaklar. Birisi patikanın kıyısında bıraktığım çantamı hayal meyal anımsayacak. Sonra telaşla hazırlanacaklar ve tam kalkıp koşuşturmaya başladıklarında nehirden çıkıp geleceğim sırılsıklam. Onları şöyle bir selamlayıp ateşin başına oturacağım. Önce kızacaklar ama demli bir çayda uzatacaklar. Nerede kaldığımı hırsla soracaklar, ben anlatmaya başlayınca da usulca yanı başıma oturup dinleyecekler. Kulaklarımdan silinmeyen sesini, uçurumu, rüzgârı ve nehri anlatacağım onlara. Kendilerinin içinde yaşadığı ve gerçek sandıkları bu masalı, uzak diyarların masallarını dinler gibi dinleyecekler. Kendimi boşluğa bırakıyorum. Kayalar hızla akıyor gözlerimin önünden. Hayatımı görüyorum kayaların yüzünde. Bu uçurumdur işte. O sırada soğuk bir havanın beni kucakladığını hissediyorum. Rahatça açıyorum kollarımı, bütün bedenime dokunuyor. Buda rüzgârdır. Buz gibi bir örtüye çarpıyorum ve örtünün altına geçiyorum. Her şey sessizleşiyor. Bu da nehirdir. Biraz önce yukarıdan dinlediğim soğuk nehir sıcak akıyor. Güçlü akıntının içinde sessizce akmaya başlıyorum. O an orada bir tek melodi ulaşıyor kulaklarıma, o da sesindir. Buda hayattır işte…
Bir anda güçlü bir sesle irkiliyorum. Bizim genç kılavuzun sesine benziyor bu… Oraya gelirim, seni suya atarım… Sanırım bana söylüyor… Heval sağır mısın… Neden yürümüyorsun… Donmak mı istiyorsun burada… Arkama bakıyorum. Herkes gelmiş, beni bekliyor. Kurye herkesi daracık uçurumun kenarından geçirmiş. Bir ben kalmışım, bir de arkamdakiler. Mahcup oluyorum. Usulca kuryenin yanına ilerliyorum. Onun kayalarda gösterdiği yerlere tutunarak geçiyorum. Tekrar yola koyulmadan önce bana Ne düşünüyordun orada? diye soruyor ve bir cevap bekliyor… Onun sadece yüzüne bakıyorum ve bir türlü kendimi ele verip, defterinden gizlice çaldığım sözlerin beni nasıl etkilemiş olduğunu ona söyleyemiyorum… Kısa bir zaman daha bekliyor. Cevap alamayacağını anlayınca dönüp yola koyuluyor.
ŞEHİT HALİL DAĞ
YORUM GÖNDER