HAKİKAT PENCERESİNDEN KADRO-7.BÖLÜM
Belleksizlik;
Belleksizlik hem toplumsal hem örgütsel hem de kişisel gerçekliğimizde görülen en temel hususlardan biridir. Bizde belleksizlik hakimdir, olanı çok erkenden unutma gibi bir hastalığımız vardır. Halbuki yaşamın dili öyle değildir. Yaşamın dilinde uçup giden, unutulan hiçbir şey yoktur. Öncesi olunmadan mevcut olanın olamayacağı gerçeği, belleğin evrimin en temel bir unsuru olduğunu gösterir. Bu yönüyle bellek oluşturma, bellekli yaşam en hakiki bir olgudur. Öncemiz bizim kendimiziz, o olmazsa biz olmazdık, aynı zamanda gelecek de bugünden oluşturulmaktadır, dolayısıyla gelecek de yine biziz. Bu sadece insan türü için değil, tüm oluş için geçerli bir husustur. An, geçmiş ve gelecek arasında köprüdür. Bu yönüyle andaki ne geçmişten ne de gelecekten kopuktur. Doğanın böyle işleyen mükemmel bir belleği vardır. Tarih bu anlamıyla belleğin ta kendisidir.
Hepimize kendimizi bilmemiz için bir tarihsel-toplumsal bellek gerekir. Oluşu, bağlantılı olarak kendimizi anlamamız ancak böyle mümkün olabilir. Eğer kendini bilmek tüm bilmelerin temeliyse, kendini bilmenin yolu da tüm önceyi bilmekten geçer. Öncesi bilinmeyen şeyin anı da bilinemez ve dolayısıyla geleceği de doğru temeller üzerinde inşa edilemez. Bu yönüyle olumluluk ve olumsuzluklarıyla önceyi bilmek kesinlikle gereklidir. Örneğin peygamberlik geleneği, Marksizm ve versiyonları, tüm toplumsal mücadeleler aynı zamanda bizim tarihimizdir ve bizim yerimize de mücadele yürütmüşlerdir. Olumlulukları bizim olumluluklarımız, hataları bizim hatalarımızdır. Bizim yapacağımız şey, onların temsil ettiği değerlere kendimizi dayandırmak ve yaptıkları hatalara düşmemektir. Eğer bu yapılmazsa hem tarihsiz, dayanaksız dolayısıyla da güçsüz kalınır, hem de ders çıkarılmaz. Sonuçta ortaya çıkacak olan da toplum adına bir kendini tekrar olur.
Tarih fazlasıyla ispatlamıştır ki egemenlerin yürüdüğü patikalardan ezilenlerin; yani toplumun istemlerinin yaşam bulduğu mekanlara varmak imkansızdır. Bizden öncekiler bizim yerimize bunu zaten denediler, ama başarılı olamadılar. Bu durumda bizim de onların yaptığını tekrarlamamız yanlış olur ve onların amaçlarının gerçekleşmesine hizmet etmez. Tarihsel topluma dair bir bellek oluşmadığından içimizde hala “onlar bozuldu ve sistemiçileşti diye, devletleşirsek biz de mi bozulacağız” söylemleri yer yer dillendiriliyor. Bunu söyleten belleksizliktir; yani herkesin ille de kafasını taşa vurması gerektiği şeklindeki dar algıdır. Yani toplum adına hareket edenlerin tümünün aynı hataları tekrarlaması zorunlu değildir, bunu yapmaya mecbur değiliz. Yeter ki bir olduğumuzun bilincinde olalım. Böyle olabilmek için de bencillikten kurtulmak gerekir. Yani kendisinin herkes, herkesin de kendisi olduğunu bilebilmekle bağlantılı bir husustur. Çünkü gerçek bütündür.
Aynı formülasyonu bu defa örgütsel gerçekliğimize de uygulayabiliriz. Örgütsel gerçekliğimize dair bir belleğimiz olmalı ki olumluluk ve olumsuzluklarımızdan gerekli gücü alalım, dersleri çıkaralım. Bellek oluşturabilme kabiliyetinde olan topluluklar, örgütler unutmayan ve gelişen toplumlardır. Nasıl ki bir eyleme giderken, bir mevzi kazarken, Amerika’yı yeniden keşfeder gibi davranmıyorsak, böyle davranmamız abes kaçarsa, olumsuzluklardan da dersler çıkarmamız yerinde olandır. Bu herkesin hareket adına yapılan her şeyi sanki bizzat kendisi yapmış gibi bir algıyı gerektirir. Bizden öncekilerin yaptıkları, hareketin tarihi ve bugünü bizim belleğimiz oluyor. Bir örgütsel belleğimiz olmalıdır ki birilerinin bizim yerimize yaptığı şeyleri tekrarlamayalım. Birbirimizin yerine de yaşadığımız bilinci bizde olmalı ki birbirimizden beslenebilelim. Örneğin Xakurkê ve Çelê olayları tam da bu anlama gelmektedir. Xakurkê şehadetlerinin temelinde düşmanı ciddiye almayan, ne yaptığının farkında olmayan ve gerillanın en asgari şeylerini bile uygulamayan bir tarz yatmaktaydı. Bu tarzın hareketimizin son yıllarda aldığı en büyük darbelerden birini bize yaşattığı bilinmektedir. Yaşanan kayıplara verilen cevap Çelê operasyonu oldu ve gerçek anlamda düşmanı sarstı. Düşmanı dize getiren bir operasyondu. Bununla hareket yepyeni bir süreç başlatıyordu ve yaşanan şehadetler ancak böylesi bir operasyonla ilan edilebiliyordu. Peki, sonuçta ne oldu? Otuz altı arkadaş Xakurkê’de darbe yememize neden olan tarzın kendini tekrar etmesi nedeniyle şehit oldu. Tam da bir nebze de olsa yoldaşlarımızın intikamını aldık derken, yaşanan kayıplar daha da sarsıcı oldu. Ve biliniyor, bu 2011 yılının çok zorlu ve acılı geçmesinde belirleyici oldu. Düşmanda tasfiye edilebileceğimiz yönünde büyük umutlar oluşturdu. Peki, bu neden böyle oldu? Çünkü Xakurkê Çelê için ders olmadı, Çelê Xakurkê tarzını kendi tarzı ve oranın sorununu kendi sorunu olarak görmedi. Yaşananları kendilerinin dışında ve sanki sadece Xakurkê’nin işiymiş gibi gördüler. Bu nedenle de aynısını tekrarladılar ve daha büyük kayıplar verdik. Bu, kendini her şeyin merkezine koyarak düşünmenin, özünde de bencilliğin bir dışavurumudur. Bir olma yoktur, parçalı hareket etme vardır bu duruşta.
Bu örtük olarak herkesin sadece kendi anını yaşadığı şeklindeki postmodern anlayışın bir ispatlanması oluyor. Çünkü kimse kimseyi yaşamıyor, herkes sadece kendi anını yaşıyor, kendi anını yaratıyor. Sanki sadece “kendimiziz” gibi bir algı vardır. Bu yanlıştır ve kendini tekrarın asıl nedenidir.
Bağlantılı olarak bize gerekli olan bir de kişisel bellektir. Bu konuda sorunlu olduğumuz açıktır. Aynı özeleştiriyi onlarca kez vermek ne anlama gelir? Aynı konuda onlarca kez eksiklik yaşadığımız, pişmanlık duyduğumuz az görülen hususlar değildir. Halbuki sadece bir defa o eksiklik üzerinde odaklanırsak, enine boyuna o eksikliği masaya yatırır ve gerekli duruşu sergilersek, o eksikliğin bir daha yinelenmesi söz konusu bile olamaz. O eksikli an tüm yönleriyle çözümlenirse, işte o zaman sorunlara bulduğu çözümlerle kendisini büyütebilen bir duruş ortaya çıkar. Ancak biz sorunlarımızla çok ciddi ve köklü bir hesaplaşma içine girmiyoruz, adına özeleştiri dediğimiz ama aslında eksikliğin dile getirilmesinden başka bir anlamı olmayan bir tutumla üzerinde durduğumuzu sanıyoruz, geçiştiriyoruz, ama sonrasında görüyoruz ki aynı sorun tekrarlanıyor. Dikkat edelim, kendi kişisel tarihimize dair de bir bellek oluşturma çabamız yoktur. Çabuk unutuyoruz, kararlaştığımız, kendimize söz verdiğimiz anlar oluyor, ama sonrasında bunları yapan biz değilmişiz gibi davranarak bunları unutuyoruz. Asla yapmayacağım dediğimiz şeyleri bile yapmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Lanet okuduğumuz anları tekrarlamaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Bu şunu göstermektedir ki o lanet okumalar ve kararlaşmalar güçlü değildir, her yönüyle ele almaktan uzak bir kararlaşmadır.
Tüm bu nedenlerden dolayı bize en gerekli olan bellek oluşturmadır. Bu sağlam bir tarih bilinci edinmek anlamına da gelir. Belleksizlik, tarihsizliktir ki bu da en hafif haliyle cahil kalmaktır, egemenler tarafından sürü gibi güdülmektir. Doğru pratik ve doğru hayat için gerekli olan doğru teori ancak bellekli, tarihli olunduğunda elde edilebilir. Aksi, herhalde düşmanı güçlendirmekten öteye bir sonuç doğurmaz.
XEBAT ANDOK
YORUM GÖNDER