HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN İMRALI'YI ANLATIYOR -7.BÖLÜM
Koşullar ne kadar ağır da olsa dayanmaya çalışacağım. İmralı yaşamımda sabır, anlam ve cesaret üretmek benim için zor olmayacaktır. Fiziki zorluklar iradem dışıdır.
Bir barış arayışının benim için savaşı geliştirmekten daha değerli olduğunu, İmralı süreci öncesinde de çeşitli vesilelerle göstermiştim. Defalarca bu hususları belirttim. İmralı sürecinde barış üzerinde daha da yoğunlaştım.
Bunu herhangi bir taviz karşılığında değil, insani ve siyasal bir görev olarak belledim. Barışın teori ve pratiği, en az savaşın teori ve pratiği kadar gereklidir. Barış eğer sınırlı da olsa özgürlük çıkışlarına açıksa, en büyük kazanım sağlayan savaşlardan daha öncelikli olarak tercih edilmelidir. Barışın duygu, bilinç ve iradesinin daha soylu ve güçlü olduğuna da inanıyorum. Barışını özgürce sağlamış bir halkın her zaman örgütlü ve bilinçli olduğuna ve haklarını barış içinde daha rahatlıkla elde edebileceğine inanıyorum.
VATAN-BAYRAK-DEVLET DEMAGOJİK İFADELER
Barışın zayıflık değil, güçlülük olduğundan kuşku duymuyorum. Milliyetçi dogmalara esir düşerek, 'kutsal vatan-bayrak-devlet' adına sergilenen demagojik ifadeleri faşistçe yalanlar olarak değerlendiriyorum. En tutarlı yurtseverliğin tüm kültürel varlıklara saygı gösterilmesinden geçtiğine inanıyorum. Ulusuna en çok yararlı olmak isteyenlerin bunu ancak kendi kültürleri kadar tüm halkların kültürlerine saygı göstererek gerçekleştireceklerinden de eminim. 21. yüzyıl Kürt barışına tanık olacaktır.
ÇABALARIM BELİRLEYİCİ OLMUŞTUR
İmralı yaşam sürecim şüphesiz barış olgusunu derinliğine düşünmemde katkıda bulunmuştur. İmkânlar dahilinde bunun sonuçlarını dışarıya yansıttım. Son iki yıldır Türkiye ortamının yumuşamasında bu çabalarımın rolü belirleyici olmuştur. Özellikle siyasal elitten, parlamento ve hükümetten beklenen adımların atılmaması daha fazlasına yol açmasına ve daha kalıcı bir barış şansına fırsat vermemiştir. Ben ölümden korkarak bu tavra girmiyorum. Bunun fayda getirmeyeceğini ve çare olmayacağını da biliyorum. Ancak ideolojik kimliğimin gereği olarak adımlar atmamın da yanlış yorumlanmamasını ve üstüne yanlış hesaplar kurulmamasını önemle belirtme gereği duyuyorum.
Bana uygulanan bir çürütme sistemidir. Zaten ne tür bir komployla buraya alındığım bilinmektedir. Komplocuların geleneksel Anadolu, Mezopotamya ve Türkiye üzerindeki emellerine daha fazla fırsat tanımamak, siyaseti kan ve savaş üzerinde yürüten gerici şoven kesimlere daha fazla fırsat vermemek için tüm Türkiye halkının yararına olan barış ve özgür birliktelik tavrımı sürdürmekte kararlıyım.
HER GÜCÜN BİR PLANI VAR
Ayrıca benim imhamın yalnız şahsımla sınırlı olmadığını, böyle olsaydı fazla açmayacağımı ve mesele yapmayacağımı belirtmiştim. Fakat halen yürürlükte olan komplo nedeniyle imhamın zincirleme tüm yoldaşlar, dostlar ve dürüst, bağlı yurtsever halkımızdan on binlerin imhası için bir başlangıç olarak kullanılacağını çok iyi bildiğimden, böyle bir olasılık gündeme girdiğinde ve bir tehlike olarak ortaya çıktığında topyekûn hazırlık, ayağa kalkma ve meşru savunma düzenine çekilme zorunluluk arz etmektedir. Barış için en makul adımları bile atmayanlardan her şey beklenebilir. Komployu boşa çıkarmak daha çok çaba istemektedir. Çürütme tarzının nereye götürmek istediğini iyi hesaplamak gerekir. Bana başta intihar etme biçimi dayatılmıştı. Benden sonrası birçok alanda planlanmıştı. Talabani'ninki sadece bir tanesidir. Barzani'ye bağlı olan planlar da vardır. Her ilgili ve iddialı gücün bir planlaması vardır. Bu planlar ortadan kalkmadı, zamana yayıldı. Türkiye'nin çözüm tarzının ne olduğu hiç bilinmemektedir. Ama çürütmeye çalıştığı, zaman içinde lehine olan en uygun alternatifleri kolladığı açıktır.
BARIŞ BİLE GÜÇLÜ MEŞRU SAVUNMA KUVVETİ GEREKTİRİR
Bizim tavrımız bilinmektedir. Meşru savunma güçlerinin dört komşu devlet içinde barış ve demokratik birlik çözümünü sağlayacak nicelik ve nitelikte olması şarttır. En mütevazı barış bile en sağlam ve en güçlü bir meşru savunma kuvveti gerektirir. Hangi devlet veya devletler saldırırsa saldırsın, hepsine karşı yetkin plan, hazırlık ve üslenmeleri tüm derinlik ve genişlikte olmak durumundadır. Barış ve demokratik çözümün şansı ancak arkasında her tür saldırıya dayanabilecek bir meşru savunma düzeni olduğunda olabilir.
Tekrar ediyorum: Meşru savunma dört devlet için de geçerlidir. Bu temelde geniş bir sivil toplum çalışmasına ve demokratik çözüm güçlerinin ittifakına dayalı bir siyasal çalışmaya ihtiyaç vardır. Barışı ve demokratik çözümü esas olarak sivil toplum çalışmaları ve demokratik ittifak güçleri sağlayacaktır. Yurt dışının ve meşru savunma güçlerinin ancak bu çalışma ve ittifakları güçlendirmesi oranında gelişmeler olumlu ve hızlı olabilir.
YÜKÜN YÜZDE 90’INI BEN KALDIRIYORUM
Koşullar ne kadar ağır da olsa dayanmaya çalışacağım. İmralı yaşamımda sabır, anlam ve cesaret üretmek benim için zor olmayacaktır. Fiziki zorluklar iradem dışıdır. Daha da olumlusu, hem genel tarihi hem de Özgürlük Hareketi’nin tarihini İmralı'daki duygu ve düşünce gücümle sık sık değerlendireceğim. Bazı edebi çalışmaları planlayacağım. Şunu belirtebilirim: Duygu ve düşünce gücümün İmralı aşamasını kavramak olağanüstü önemde ve güçte olmaya götürür. Tarihsel büyüme ve büyüklük, benim İmralı'daki gerçekliğimi paylaşmaya ve temsil etmeye şiddetle bağlıdır.
Tarihin ve güncelliğin bu kadar amansız ve yoğun yaşanması, benim gibi bir yapıda bunu gözlemleyip sonuç çıkarmak, kendine güvenenler için büyük güç verdiği gibi büyük görevler yükler. Kendimi abartmayı sevmiyorum. Ama kıyaslamalar için İsa, Paulus, Muhammed, Lenin, Stalin vb. sonrası örnekleri sık sık gözden geçirmede yarar vardır. Bu savunma tarzı çözümlemenin birçok ufuk açıcı, düşünce ve duyguyu zenginleştirici etki yaratacağına ve ihtiyaçlara önemli oranda cevap vereceğine inanıyorum. Ama eğer kendileri için onurlu bir barış ve özgür yaşam istiyorlarsa, herkesin olağanüstü bir dönemin koşullarına has çabalarını katmalarına ihtiyaç vardır.
BÖYLESİ DÖNEMLER YÜZ YILI BELİRLER
Halen devletin, PKK'nin ve halkın yükünün yüzde 90'ını ben kaldırıyorum. Bunu kendim için onur biliyorum. Ama yük kaldıramayanların yücelme ve büyüme şansları da pek yoktur. Onun için özverili, cesur ve başarılı tarza alabildiğine yüklenme ihtiyacı vardır. Böylesi dönemler bir iki yüzyılı belirleyecek ağırlıktadır. Bunun böyle değerlendirilmesi yüzyılların cüceleşmesini aştırır; tarihe layık diyebileceğimiz dönemlerin, soylu güçlerin varlığına ve kişilikleşmesine yol açar. Bu şansın kullanılmamasından kendi adıma değil, herkes adına üzüntü duyuyorum.
Cennetin yaratılabileceği bu topraklar böyle ilkel, molozlar yığını halinde kalmamalıydı. Umudumun büyüklüğü her zamankinden daha güçlüdür. Yetersiz paylaşmayı ve temsil etmemeyi yoldaşlar ve hatta anlayış sahibi tüm insanlar adına bir kayıp ve üzüntü kaynağı olarak görüyorum. Ben bu kadar doğruların, özgür yaşam tutkularının ve güzellik peşinde olanların üstün başarmamalarına hiç anlam vermedim. Dolayısıyla her zamanki başarı ve çözüm beklentilerim yüksektir.
Objektif olarak savaşın her iki tarafınca düşük yoğunluklu bir çatışma olarak değerlendirilen eylemleri, Kürt halkının meşru savunması olarak değerlendirmek ve eğer bu meşru savunma savaşında savaş suçu teşkil edebilen eylemler olmuşsa bunu her iki tarafta da arayıp özel bir mahkemede yargılanmasına çalışmak adaletin ve çağdaş hukukun gereğidir. Türkiye'deki İmralı yargılaması bu bakımdan hem içerik hem de pozitif hukuk açısından AİHS'ye aykırıdır. Birçok örnekte görüldüğü gibi tarafsız bir savaş suçları mahkemesini geliştirmek, Türkiye'nin de kurucu üyesi olduğu ve AİHM'nin yürütme gücü olan Avrupa Konseyi'nin (AK) hem siyasi hem de ahlaki görevidir.
HUKUKUN NASIL ÇİĞNENDİĞİ AÇIKTIR
40 bini aşkın ölüm ve 4 bine yakın köy ve mezranın boşaltıldığı bir çatışma ‘terörizm’ olarak nitelendirilemez ve bir kişiye, bana mal edilemez. Türkiye'de bizzat Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in “Bazen rutin dışına çıkılır” demesi, yine dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in “Öldürüleceklerin listesi cebimdedir” demesi, ayrıca aynı dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın Susurluk hadisesi nedeniyle “Benzer binlerce eylemlerimiz olmuştur” açıklamasında bulunması hukukun en üst düzeyde ve hangi boyutlarda çiğnendiğini açıkça göstermektedir.
AİHM'ye taşınan binlerce dava bu hukuksuzluğu yansıtmaktadır. Birkaç bin dolar parayla bu ağır hukuksuzluğu telafi etmek mümkün olamaz. Böyle geçiştirilirse AİHM ve AK Kürtler aleyhine AİHS'yi alet etmiş olacaklar, hukuk özünde çiğnenmiş sayılacaktır. Davam bu ağır hukuk ihlaline yol açmaması anlamında büyük önem taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin hem AK’nin kurucu üyesi olması hem de AB'ye aday üye bulunması, AİHS'ye bağlı hareket etmesini zorunlu kılmaktadır. Kürtlerin bir devleti olmaması nedeniyle taraf olarak kabul görmemesi adil bir yaklaşım olamaz.
Dolayısıyla sadece bireyler düzeyinde bir hak arayışı, AİHS'nin tüm halklara objektif olarak tanıdığı ve hukukta ‘üç kuşak haklar’ olarak tanımlanan gerçekliğine ters düşecektir. Balkanlarda yaşanan sorunlardan daha ağırını yaşayan Kürtler için daha adil bir özel yargılama yolunun açılması AİHS'nin ruhuna uygun olacaktır. Kendi savunmamı bu çerçevede ele alıyor ve özünü bu gerçekliğe dayandırıyorum. Yoksa İmralı'da yaşadığım hukuk dışılıkları ikinci derecede sorunlar olarak değerlendiriyorum.
Şüphesiz yargılama boyunca Türkiye'de estirilen siyasal linç girişimleri, bir adada tek başıma ve sağlığıma hiç de uygun olmayan koşullarda âdeta çarmıha gerilmiş bir biçimde bir tabutluk odasında tutulmam, Avrupa'da İşkenceyi Önleme Komitesi'nin yönetmeliğine de ters düşmektedir. Tüm bu konularda da hukukun özüne uygun tedbirlerin alınması gerekirdi.
BU HUKUKSUZLUKTAN PEK ÇOK GÜÇ SORUMLUDUR
Şunu da önemle belirtmeliyim ki, bu hukuksuzluğun işlenmesinde esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni değil, başta Yunanistan, Rusya ve İtalya hükümetlerini sorumlu görmekteyim. Savunmamda da kapsamlı gösterdiğim gibi hukuk dışılık bu hükümetlerin komplovari yaklaşımlarından kaynaklanmıştır. Avrupa'da siyasal iltica hukukum çiğnenerek, özel temsilcisi olarak görev yapan Blindken tarafından bizzat basına da açıklandığı gibi, ABD Başkanı Clinton'un emriyle paketlenip teslim edildiğim çok açık olan bir durumdur.
Sistemin en başından birçok hükümet ve ajanına kadar pek çok güç bu hukuk dışılıktan sorumludur. AİHM bu sorunu çözemedikçe ve hukuk dışılığa son vermedikçe, dolayısıyla İmralı yargılamasını batıl sayıp düşürmedikçe asla adil davranmış sayılmayacak; şahsımda Kürt halkına karşı düzenlenmiş bir komplonun etkisine düşme riskinden de kurtulmuş olmayacaktır. AİHM tarihsel rolünü bu davam dolayısıyla oynadığında, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik ve laik hukuk devletine dönüşmesinde de gerçek yerini almış olacaktır.
Bu vesileyle Yüce Mahkemenin de yol göstericiliğiyle, ‘dostane çözüm’ denilen yönteme açık olduğumu belirtmeliyim. Türkiye yetkililerinin de kabul etmesi halinde, silahların bırakılması ve mevcut devlet sınırlarının esas alınması temelinde diyalogla demokratik kriterlerde uzlaşmaya çalışmayı en geçerli yol saydığımı ve PKK'nin de bu konuda aynı irade beyanında bulunduğunu önemle belirtmeliyim.
TARİHTE ÖNEMLİ DAVALAR, ÖNEMLİ DÖNÜŞÜMLER
Gerek AİHM'nin gerek diğer yetkili AB kurumlarının soruna dar bireysel haklar açısından bakmakla yetinmemeleri ve hukuk ile siyaset arasındaki ilişkiyi demokratik kriterlere uygunluk halinde çözümlemeleri, hem Kürtlerin hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşadıkları ağır sorunlardan kurtulmalarına önemli katkı sunacaktır. Bu yönlü bir gelişme Türkiye'nin AB ile bütünleşme yolunda da temelde bir etkide bulunacak ve katılım sürecini hızlandıracaktır. Tarihte hukukun önemli davalar dolayısıyla devletlerin olumlu dönüşümlerinde büyük rol oynadığı çokça görülmüş bir husustur. Böylesi bir dönüşümde Avrupa demokratik hukuku pozitif bir rol oynayabilir. Avrupa için bu yönlü bir gelişmenin aynı zamanda ahlaki ve siyasal bir görev olduğunu tekrar belirtmeliyim.
Türkiye ve Kürt sorunlarının kaynağında Avrupa'nın sömürgecilik dönemindeki yaklaşımlarının ağır etkisi vardır. Bu etki hızından ve ağırlığından hiçbir şey yitirmeksizin günümüze kadar hükmünü icra etmiştir. Bu sefer pozitif rol oynamalı derken bu olumsuz etkiyi bertaraf etmeyi, dolayısıyla siyasal ve ahlaki görevlerini hem AİHS'nin bir gereği, hem de demokratik rejimin özüne karşı ikilik içine düşmeden yerine getirmesini kastetmekteyim. Geliştirdiğim savunmanın bu yönlü çözüm yollarını aydınlatacağına inanmaktayım. Sadece Kürt sorunu açısından değil, Avrupa uygarlığının da en son ürünü olduğu Ortadoğu uygarlık kalıntılarıyla demokratik ölçütler temelinde bir sentezle olumlu çözümlemelere gitmesinin daha gerçekçi ve doğru olduğuna dair güçlü bir inancın sahibi olarak da yaklaşmaktayım.
SOYUT ANTİ AVRUPA EMPERYALİZMİ GERÇEKÇİ DEĞİL
Milliyetçilik çağından kalma ve daha çok yerel gericiliğe hizmet eden soyut bir anti-Avrupa emperyalizmi anlayış ve eylemliliğini gerçekçi ve ilerici bulmamaktayım. Yapılması gereken, uygarlıkların düşmanlığını körükleme değil, özgül ve özgür yanlarına dayalı sentez kabiliyetlerini açığa çıkarmadır. Böylelikle tarihin daha da özgürleştirici ve adaletli yürüyüşüne katkıda bulunmadır. Savunmamın vardığı sonuç ve anlamı budur. Özgürlük tarihinin, bizzat yaratılmasıyla haklılık kazanacağından hiç kuşkum yoktur.
DERLEME
YORUM GÖNDER