APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (25 .BÖLÜM)
ÖNDERLİK ÇABALARI MİLYONLARIN ÇABASININ BİR İFADESİDİR Ölüme Açık Olmak Yaşama En Büyük Saygısızlıktır; Aynı konular üzerinde değerlendirmelerimizin bu kadar dallanıp budaklanmasını istemiyor, oldukça da tekrar yönü fazla olan hususları dile getirmekten hoşlanmıyoruz, ama bir yanlış döne dolaşa, hem de çok yaygın tekrarlanırsa bir gaflet, bir yetersizlik, bir kördüğüm, dikkatsizlik, bilinçsizlik ısrarla dayatılırsa, tabii sen de gerekirse bin defa tekrarlarsın, en azından kendi direnme mevzini terk etmezsin. Zaten bir anlamda bize dayatılan da "sen böyle söylersen biz de böyle söyleriz; senin yapmak istediğin farklılaşmaya, ayrıştırmaya, çözümlemeye biz de kendimizi tıkatmayla, çözümsüzlükle cevap veririz" biçimindedir. Bu bir saldırıdır, benim yaptığım da buna karşı direnmedir. Tabii bu mücadele devam etmek zorunda. Fakat yine de değer veriyoruz. Şu anda hiç kimsenin kazanamayacağı kadar yüksek dostlukla kazandığımız bir halk desteği söz konusu, ama bütün bunlara rağmen bu hususlar da bir gerçekliktir. Siz hemen kabul edebilirsiniz veya gidip rahatlıkla evinizde oturabilirsiniz. Silahla veya şöyle etkiyle, yetkiyle sorunları hallettik diye de kendinizi avutabilirsiniz, ama benim böyle kandırayım, bastırayım, kendimi egemen kılayım biçiminde yaklaşmam mümkün değildir. Sizin yöntemlerinizin yanından bile geçmem, kendi tarzımla işleri biraz ilerletmeyi kendime karşı tutarlılığın bir ölçüsü olarak değerlendiririm. Size gücüm yetmezse gücümün kendime yetmesi gerekiyor. Düşünüyorum, buna şimdi gücüm yetmez, ama başka zaman, başka yerde yetebilir ve bunun için kendimi güçlendirip yeterli hale getiririm. Bu konularda son derece uyanık ve hedefliyim. Kendimi kandırarak, çözümsüzlüğe bırakarak alanı terk etmem, bu da bir direnme biçimidir. Kış hazırlıklarını, yıl planlamasını çoğu alan sorumlularının yaptığı gibi ben de belirleyebilirim. Güzel bir program ortaya çıkarmak işten bile değildir, kaldı ki biz bunu yıllar önce yaptık, şimdi herkes dersini ezberlemiş. Tabii biz bunları artık yeterli görmüyoruz. Bizim yapmak istediğimiz katkı daha farklı. Şimdi her işe koşar adım varsınız, şöyle ARGK'lileşme, şöyle ERNK'lileşme, şöyle PKK'lileşme denilen birçok şeye benden daha fazla koşarsınız; hazır olanın, olmayanın kazanımlarına katılırsınız, kendinizi katık edersiniz, ama bunu yine de yeterli görmüyoruz ve katkının biraz daha farklı gelişmesi gerekir. Hazıra koşmak, ona katılmak çekici gelmiyor. İyi eğitim programları, iyi kış planları ve yıl ayarlamaları geliştiriyorlar ve biraz da yürüyebilirler, ama bunu kendileri için ne kadar tatminkar buluyorlar diye düşünüyorum. Benim açımdan kaybedilmemesi gereken yerde çok şey kaybedilmiş, kazanılması gereken anda fazla kazanılmamıştır. İşte ben burada gafil olamam ve kendimi de aldatamam. Niye öyle oluyor, bu tutumların sahipleri kimlerdi; neden böyle yaptılar, zayıf mıydılar, gafil miydiler, feodal özellikler mi, küçük burjuva özellikler mi buna yol açtı veya köylü kökenlilik, bilmem kent kökenlilik denilen faktörler bunda ne kadar etkili oldu? Psikolojik durumları veya terbiyeleri buna ne kadar yol açtı? Tabii bana göre bütün bunlar yaşamla ilgilidir. Mutlaka yaşaması gerekenin ölmesi ve mutlaka kazanması gerekenin kazanmaması müthiş düşündürücüdür ve insan buna cevap vermeden “sorumluyum, yetkiliyim, önderim, komutanım” diye ortaya çıkamaz. Tek kelimeyle ayıptır; ısrar ederse serseridir, kendini daha da dayatırsa suçludur. "Daha ne istiyorsunuz; yıllarımızı, gençliğimizi harcıyoruz" diyebilirsiniz. Bu savunma tarzını asla mantıklı bulmuyorum. Bunu provokatörler de söyledi, kışkırtıcılar, tasfiyeciler de söyledi. Ucuz ölümleri, vakitsiz şahadetleri kendime yediremiyorum. Ama sadece şahadetler için değil, "yaşıyoruz" diyenlere de söyleyecek çok şey var, hatta daha fazlasını onlar için söylemeliyim: Yaşıyorsun, ama nasıl yaşıyorsun, neyi ne kadar hak ettin? Öyle "çözümsüzüm, boynum eğik, suçluyum" demekle olmaz, bunlar sadece laftır. Hem bol bol politik değerlendirmeler yapacaksın, hem de "ölüyorum" diye kendini kandıracaksın. Büyük çoğunluğu böyle düşünüyor. Bu yaşam kabul görmedi mi böyle olur. Ölüm noktasında bir yürüyüşümüz var, her an kazaen de gidebiliriz. Tabii bu da bizi çok düşündürüyor, hatta çok tehlikelidir. Kazandırma noktasından, yaşamı fethetmekten uzaklaşmış kişilik kendini, çevreyi tehlikeli bir biçimde kandırıyor demektir. Aslında imkanı, olanağı, fırsatı görmemiş, insan emeğinden fazla haberdar değil, daha da somut bir ifadeyle; partinin ideolojik, siyasi, örgütsel, askeri özelliklerinden kendisini koparmış çok tehlikeli bir bireycilikle ve parti adı altında kendinde topladığı yetki ve imkanlarla başını alıp gafilce gidiyor. Bu, bir kontradan daha tehlikeli olabilir ve buna karşı mücadele etmeliyiz. İşte kendime sorduğum sorular bunlardır. Kendimize bu soruları sormakta haklıyız, çünkü bunlar çokça yaşanan sorunlardır. Hepsi de dürüst, saf. Gel de dehşete kapılma. Siz bunu kolay mı sanıyorsunuz? Tarih bizim için budur diyebilirsiniz, ama ben böyle bir tarihi reddediyorum. Yani sizin gibi yaşama saygısızlık edemem, yaşama saygımı kaybetmemek benim için önemlidir. Ama ölüme açık olmak, yaşamın böyle elden gidişine seyirci kalmak yaşama en büyük saygısızlıktır. Demagojiyle, küçük burjuvazinin koşturma tarzıyla, hırsızlıkla, oldukça farklı gösterilerle işin iç yüzünü kapatmanın beş kuruşluk bir değeri bile yoktur. Biz de bunu yutacak kadar sorumsuz olamayız; en önemlisi de çaresiz olamayız. Varsam çareyim, varsam biraz başarı yaratıyorum, başka türlü varım diyemem. Bir yerde önder böyleyse, tabii ki onun yoldaşları da böyle olur. Veya bir grup sözcü böyleyse, diğerlerinin de başka türlü davranacaklarını sanmam. Tabii sizin neden devrimci olduğunuzu veya devrimciliğin sizde nasıl başladığını; bu askerlik aşkının, gerilla aşkının nasıl ortaya çıktığını bilemem. Bu eksiklik ve yetmezliklerinizin, hatta gözü kara katılımlarınızın nedeni, nasılı her gün birçok cevap bulabilir. Kimse de böyle katıldığınız için sizi suçlamaz. Tam tersine teşvik eder, ama sorduğum sorular, verdiğim cevaplar da esastır. "Biz böyle düşünmüyorduk, böyle sanmıyorduk" demeyin, gerçek böyledir. "Devrimi bayram, seyran sayıyorduk" veya "dağları şöyle sanıyorduk" diyenlerin gaflet içinde bulunduklarından bile haberleri yok. Biraz kendine değinir misin, kendini anlar mısın şeklinde çok mütevazı iki soru soruyorum, o ise "bunları da düşünemeyiz" diyor. Öyleyse sen kimsin? Buraya nasıl geldin? Ölüme koşarcasına devrime koşulmaz. Yaşamda bastırılmış duygularını, güdülerini özgürce yaşama adı altında devrime yaklaşılamaz, koşulamaz. Bin yılın saflığıyla “gidiyorum, onuru kurtarıyorum” diye de bu iş yürümez. Hatta sıradan vatanseverliktir, haksızlıklara karşı çıkmaktır diyerek de devrime gidilmez. Bizdeki durum biraz farklı, biraz da değil, adam akıllı farklıdır. Devrimin bizim için ekmek sudan daha fazla gerekli olduğunu vurgulayayım. Ben yeme içmenin ancak ve ancak bir tek gerekçeyle helal olacağına inanıyorum ve bunu da yeterince ifade ediyorum, bunun dışında benim için yaşam bir eşeğin yaşamından daha değersizdir. Tabii çoklarınız yaşamı değersiz kılarken, gerçek yaşamı sağlayan biziz. Üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer konu da budur. Geriye kalan yol, başarı yoludur. Bu mümkün müdür? Ben bunun mümkün olduğunu biraz kanıtladığımız kanısındayım. Bu işte en temel eğitim denilen olayı da böyle göreceksiniz. Yani başarının mümkün olabileceğini görme, ona koyulma. Bu, dediğim gibi oluyor, sizin sandığınız gibi değil. "Kendini çok affettirmiştir" denen birisiyle, "suçludur, mutlaka cezalandırılmalıdır" denen birisi arasındaki fark, bana göre fazla büyük değildir. Acaba öyle mi diye sık sık düşünüyorum, yaşamalı mı? Genelde ölüm herkes için var. Yalnız düşmanın dayattığı ölümden bahsetmiyorum, kendi kendimizi öldürme gerekçemizden bahsediyorum. Elbette ki yaşama saygı kolay elde edilmez. Eskiler, yeniler acaba nereye, nasıl koşmak istiyorlar? Bu beni düşündürüyor. Bunları büyük saygı ve coşkuyla karşılıyorum, ama siz bunun için yeterli misiniz bilemiyorum. Son derece de özgürsünüz. Kaldı ki zaten özgürlüğe koşuyorsunuz. Sanırım biraz özgürce ifade ediş, buluş bu alanda mümkün olduğu için geliyorsunuz. PKK olayı biraz da böyle olduğu için tüm gücünüzü toparlayıp katılıyorsunuz. Başarılı yaşamın kabul edilebilir biçimine yol açmasaydık, başınızı kesseydik bile sizi bir günlüğüne çizgide tutamazdık. Görüldüğü gibi içinde yenilgi, imha, ölüm gizli olan bir devrimci yürüyüş tarzına büyük sorgulamayla, gözden geçirmeyle ve onu durdurmayla karşılık vermek istedik. Bununla eğitimsiz, dilsiz, gafil, her an her türlü hatayı, kazayı yapabilecek yürüyüş sahiplerine biraz kendini gözden geçir demek istiyorduk. Bunlar olmadan birbirimizi yutarız. Sorun ölmek değil veya bu tip fedakarlık hiçbir halkta olmadığı kadar bizde var, biz bu özellikten yoksun değiliz. Bizim eksik olduğumuz durum biraz daha farklıdır. Sınırlı yaşam olanağını görme veya ondan zincirlemesine bazı sonuçlar üretmede biz yokuz. Her an herkes bürokratlaşabilir, ama bürokratlaşmak işin yetkilisi, etkilisi olmak demek değildir. Her an hepsi ağalaşabilir, ama ağaların iyi bir yönetici olduğunu söyleyemeyiz. Paşavari kurulabilirsiniz, fakat paşalık mevcut resmi biçimiyle fazla üretken bir faaliyet değildir. Bizim peşinde olduğumuz tarz; üreten, yaşamın önünü açık tutan, özgürleştiği oranda kabul eden ve koruyabilen bir tarzdır. Bu tarz bazen silahla, bazen örgütle, bazen söz gücüyle, bazen de her türlü eğitim ve iknayla sağlanan bir tarzdır. Mevcut ulusal ve toplumsal gerçekliğimize başka türlü nasıl açıklık kazandıracağız? Sizin gibi gençleri nasıl yaşatacağız? Ucuz ölmeleri kadar, ucuz yaşamalarına da nasıl anlam vereceğiz? Bunun karşısında kendimizi nasıl rahat hissedeceğiz? Sorun ölümün fiziki olup olmaması değil, her işe koşup koşmamamız değildir. Birçok alanda, dönemde elimize birçok fırsat ve olanak geçti, ama bizimkilerin bunları çok az kullandıkları ortaya çıktı. Büyük bir kısmı bunu başaramama veya arzu ettiği biçimiyle yürütememe durumunu yaşıyor. İşte bunu gidermeye çalışıyoruz, temel sorunumuz budur. Biriktirdiğimiz enerjimizi, yeteneklerimizi önümüzdeki döneme yaymak isterken; eğer şehit çabalarına, yine halkımızın bu acılarına bir ilginiz varsa, ona bir değer veriyorsanız, bu da ancak başarı yolunda bir yürüyüşle mümkün olabilir. Bunun tarzını da biraz daha tartışarak, eğer bir planlamaya ulaşacaksak onu daha sonuç alıcı kılarak yakalayabiliriz düşüncesindeyiz. Gerekirse en başta esas olanı gözden geçiririz, bu konuda bir yetmezlik, bir yanlışlık varsa, düzeltip doğru olanı ona mal ederiz, onda egemen kılarız. Bir partileşme gereğinden bahsediyoruz. O halde en temel esaslardan birisi de budur. Partileşme temelde bu araçla sağlanır. Partileşmeyi bütün yönleriyle, ilk günden bugüne sürekli değerlendiriyoruz. Bizde partileşme eşittir ordulaşmadır veya partileşmenin iki adım ötesi ordulaşmadır. Ordulaşma deyince akla askerileşme gelir. Askerileşme gerçekten mevcut yaşamın kör düğümünü çözmek, buna dur demek açısından yine en temel uğraştır. Ordulaşmayı başarı yolunda sağlayamazsak, doğru yol denilen, çizgi denilen gidişattan fazla dem vuramayız. Bir halkı ayağa kaldırmak, savaştırmak istiyorsak -ki, biz buna halk savaşı diyoruzayağa kalkan, savaşan halk ya vurur, ya vurulur; ya ölür, ya yaşar; ya yok edilir, ya var olur. Yani çok ciddi bir sürece girilmiş demektir. Bu da onun eğitimini ve örgütlenmesini mutlaka başarmamız gerektiğini ortaya koyar. Diğer görevlerden de bahsedilir; dış ilişki, dostlar, müttefikler. Bunlar tali sorunlardır. Yine yaşamın alt yapıları, hatta lojistik, araç, gereç temini, para vb. şeyler talidir. Hatta kanallar, irtibatlar, teknik araç, gereç, bunlar da talidir. Esas olan; komuta ve önderliktir. Onun her düzeyiyle, her yönüyle yeterliliği icra eden, kurumlaştıran, yöneten gücü, kişiliği olmaktır. Biraz gelişme var, fakat her türlü tehlikeyle yüz yüze bir gelişmedir. Hiç olmazsa tehlikeyi hayati anlamda bertaraf edecek bir etkinliğe ulaşmamız gerekir. Önderliği, komutan olmayı bu biçimde kendinde çözümledin mi, bunun gücünü gösterdin mi parti, ordu ve serhıldan aracı, savaşta kayıp da verse esas itibarıyla başarıya doğru gider. Bu konumda olanlar, eğer tarihimizde yaygınca yaşadığımız gibi önümüzdeki dönemde de bu konumlarını çok kötü kullanırlarsa, -ki, insanı dehşete düşürecek tarzda örnekler var- hatta ona sevdalanırlarsa; onu partiye, orduya, bütün temel gerçeklerimize karşı bir güç gösterisine, kendini abartmaya, kendini kaybetmeye, kendini her şeyin yerine koyup hiç hakkı olmadığı halde diğer her şeyi hiçe saymaya götürürse ve bunlar da yaygınca yaşanırsa, o zaman bu işler değişir. Ve gerçek önderler topluluğu büyük önem kazanır. Her sahanın önder gücü olmak ve bunun kolektivizmine ulaşmak bütün sorunların başındadır ve bunlar sağlama alınmadan da diğer bütün çalışmalar ikincil plandadır; olmuş, olmamış pek o kadar önem taşımaz. Hayati olanla başlamalıyız derken hazır reçetenin de, hazır önderin de olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Bunlar kendi içinde bir mücadeleyle, tartışmayla, ayıklamayla, netleştirmeyle, denemeyle ortaya çıkar. Denemeyi biraz yaşadınız; kimin içimizde kalıp kalmayacağı, kimin bazı yeteneklerini ayakta tutacağı ve var olma iddiasını sürdüreceği biraz ortaya çıkmıştır. Ama yığınla eksikliği de var. Tamir edilmezse, düzeltilmezse her an bela olabilir, düşürebilir ya da düşebilir. Bütün bunlara az çok bir katkı nasıl olabilir diye düşünüyoruz. Kuşkusuz diplomatik, siyasi sorunları da ele alabilirdik. Bunlardan uzak duracak durumda değiliz. Bu konularda hem kavrayışımız var, hem de bunları yerli yerine oturtup politik görevlerimizi yerine getirerek diplomatik veya uluslararası sahaya bir sözümüz olabilir. Birçok başka eğitim hususları da var. Yani sağlam bir fiziğe ulaşmaktan tutalım, ruh güzelliğinden üsluba, hitaba ulaşmaya kadar, bütün bunlar bizim için anlamlıdır. Ama hepsinden önce belirttiğimiz gibi bizim; inşa eden, koruyan, gözeten iç ve dış her türlü olumsuzluklara karşı koyabilen, hatta bir yerde daha ileri bir kazanım gerekiyorsa, ona da anında cevap verdiren erke, kişi olumluluğuna ulaşmak gerekir. Bu mümkün müdür? PKK'nin Önderlik gerçeği zaten bunun ispatı oluyor; örgütlemekle yetinmiyor, ispatlanmış olduğunu söylüyor. Temelde eğitim veya kendini gözden geçirme, özeleştiri, yargılama dediğimiz şeyler, bu soruya olumlu cevap vermek içindir. Bir hareketin tutarlılığı, doğruluğu kendisini sorgulamasından geçer. Bir kişi, bir parti, hatta bir ulus ne kadar kendisiyle hesaplaşma gereğini duyar ve onu gerçekçi yaparsa o kadar güçlüdür. Ve yine bir kişi, bir halk -varsa tabii-, bilince çıkmış haliyle bir parti kendini ne kadar örtbas ederse, kendini ne kadar lafazanlıkla kandırırsa, başka türlü, hak etmediği biçimlerde yansıtırsa, o kadar tehlikelidir, o kadar karşı konulma yolundadır ve sonuçta kaybeder. Bütün bu değerlendirmelerin hemen hepimiz için çok hayati bir değeri vardır. Bunun içinde kendini görebilmek, bir yerinden çıkışı sağlamak gerekir. Yaşam biraz da bunun ispatıdır; ispat eden, başarıyı sağlayan bir kişilik mutlaka oluşmalıdır. Benim garantilerim tanrısal olamaz. Ne siz beni böyle anlayın ne de benim böyle bir durumda olduğuma dair söylediklerimi yanlış anlayın. Ben de anlamlı çıkışlar yapmaya çabalıyorum. Bu, hepimiz için geçerlidir. Tartışmacıyım, belli bir anlamda herkes bunu yapabilir. Ne bundan kaçmalı, ne de bunu örtbas etmelidir, başka türlü göstermemelidir ve bu da mümkün değildir. Benim gibi bir tartışmacının, bir durum değerlendirmecisinin olduğu bir sahada, bir partide işlerin başka türlü gösterilebileceği, lafla kandırılabileceği düşünülemez veya en son düşünülmesi gereken bir husustur. Hiçbir şey yapamıyorsanız bile, bizim tartışmacı, durum değerlendirmeci ve iradeli, gözetleyici, denetleyici konumumuzu anlayabilmelisiniz. Bu konuda biraz cesaretimizin ve yetki gücümüzün olduğunu anlamalısınız. Kendinizi dayatın, ama bence bizi hiçe sayarcasına dayatmamanız akıl gereğidir, çıkarınızadır. Açığa çıktı ki, geçmiş sorunlarımıza, geleceğe ilişkin planlamalara düz mantık kalıplarıyla veya yaklaşım yöntemleriyle yaklaşmayacağız. Can alıcı yerlerden çıkış olabilecek, gerçek katkı arz eden yönleriyle sorunları görerek temel çözümlemelere yöneleceğiz. Mevcut geliştirilen programlara, planlamalara ister eğitsel olsun, ister örgütsel, eylemsel olsun bu yönden bir katkı, karşılık vereceğiz ve mutlaka bu önümüzdeki yılı veya dönemi de kazanma yılı haline getireceğiz. Şimdiye kadar kendimize verdiğimiz sözler vardır. Bunlar kanıtlanan sözlerdir, varsak, yaşıyorsak bir kez daha kanıtlamaya çalışacağız. Çok kararlar alıyorsunuz, ama uygulama şansı çok az. Bir yıla söz veriyorsunuz, partiye söz veriyorsunuz, birçok başka değere söz veriyorsunuz, ama tüm iyi niyet ve çabalarınıza rağmen söz verdiğiniz gibi, bunun gereklerinin yerine getirilmediğini benden iyi biliyorsunuz. Tabii benim de kendi sözümün sizin sözleriniz gibi olmaması için çok büyük dikkat, duyarlılık, yeterli çaba, ilgi, onun tutum ve davranışları içine girmem söz konusudur. Belirttiğimiz gibi, bizde hazır reçete yok. Bizler de devrimci yetenek dediğimiz hususlarda bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Güce, yetkiye sığınarak değil, özgürce yaklaşıyor, işleri öz çabayla ilerletmeye çalışıyoruz. Bunun bir anlamı vardır ve bunları hissedeceksiniz, anlayacaksınız. Öyle ezbere, kalıpçı tarzda değil, özümseyeceksiniz ve en önemlisi de bunun bir çözüm yolunu kendinizde yaratmanız gerektiğini adınız gibi belleyeceksiniz. Özellikle geçmişte birçoklarının söz verip de yerine getiremediği hususları hiç olmazsa bu aşamadan ve bu kadar tecrübeden sonra başarmayı bileceksiniz. Ben mutlak zafer garantisi veremem, ama böyle imkan, olanaklar oldukça ve birbirimizi iyi örgütleyip iyi görev bölümüne tabi tuttukça, bu işlerin başarıyla yürüyeceği konusunda hiçbir kuşku duymuyorum. Her zaman belirttiğim gibi, biz sadece başarmak zorunda olan bir hareket değiliz; başarmanın dışında bir yaşam şansı olmayan bir hareketiz, bu hareketin temsil ettiği bir halkız. Ve bunu da söylerken, slogan düzeyinde söylemiyoruz; tamı tamına PKK çizgisinde yürümenin yaşam olduğu, yaşamın da oldukça kapsamlı kördüğümlerle önünün tıkatıldığı; savaşımın öncelikle parti içinde çözümlemelerle kördüğümleri açtığı, bu temelde partileşme, giderek ordulaşmanın doğduğu, ordulaşmanın biraz savaşarak düşmanı gerilettiği, gerilettiği oranda da biraz adına başarı dediğimiz gelişmelerin ortaya çıktığı ve böylece yaşam tutkumuzun gerçekleştiği olay budur. Artık bunun doğru olduğu da anlaşılmıştır. HALKLAR ÖNDERİ (25.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER