HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN İMRALI'YI ANLATIYOR (2.BÖLÜM)
Ölçtüler, tarttılar, beni alçakça ve haince Afrika'da yamyamların ülkesine attılar. Sözde kandırarak ustalıkla paketleyip beni İmralı'da bir tabuta yerleştirdiler.
Davamın özünü oluşturan Kürt sorunu, kendi özgünlüğü içinde çok yönlü dağılma sürecini yaşayan bir toplumsal gerçekliğin doğuşundan gelişimine kadar uygarlık doğrultusundaki gelişmelerle, yaşadığı ilişki ve çelişkileriyle yakından bağlantılıdır. Çağdaş ölçülerle yapılan sınıfsal ve ulusal yapı değerlendirmeleri Kürt gerçekliğini tam kavrama imkanı vermemektedir. Bu yönlü değerlendirmeler yapılsa bile, bunların soyut kalması ve birçok yanlışı içeren politik sonuçları doğurması kaçınılmazdır. Hatta sorunun Ortadoğu sınırlarını zorlayıp, başta Avrupa olmak üzere önde gelen çağdaş güçlerin gündemine girmesi, uygarlık tarihi kapsamında ele alınmayı zorunlu kılmaktadır. Sorunun dayandığı temel doğru tanımlanmadan doğru hukuki sonuçlar doğurması da engellenmiş olur.
AİHS ve AİHM, Avrupa uygarlığının en son geliştirdiği demokratik hukuk kurumlarıdır. Günümüz uygarlığının yetkin ve hâkim temsilciliğinin Avrupa değer ölçüleriyle belirlendiği tartışmasız bir gerçektir. İronik bir biçimde bugün Avrupa kapılarında kendi sorunlarına yer ve çözüm arayan Kürtler esasta bu uygarlığın doğuş kaynağıdır. Çok yaşlanmış bir ana bin yıllarca kendi beşiğinde büyüttüğü ve neredeyse artık kendisini tanımaz hale gelen evlatlarından adalet beklemektedir. Bu uygarlık anasına hakkı tanınacak mıdır? Sorun biraz da böyle kilitlenmiş bulunmaktadır.
İMRALI TİYATROSUNUN ARKA CEPHESİ
Toplumsallığın gücüyle bireyselleştirmenin gücü karşı karşıyadır. Doğu ile Batı, Asya ile Avrupa, Anadolu ile Grek coğrafyaları tam bir tiyatro görünümünde sergilenen İmralı tiyatrosunun arka cephesini oluşturmaktadır.
Dikkatlice bakmasını bilen sıradan biri bile bu yargısal tiyatronun senaryosunu kimler yazdı, belli başlı roller nasıl paylaşıldı, aktörler ve figüranlar kimlerdi, seyirciye hangi mesajlar sunulmak istendi sorularını sorup cevap aramak durumunda kaldığını inkar edemez. AİHM’nin de dar ve bireysel boyutuyla incelemeye aldığı davamı bu nitelikte değerlendirmesi, birçok gerçeğin göz ardı edilmesinde tiyatronun son perdesi durumuna düşme sakıncası taşımaktadır. Bu duruma düşmemek için çok kanlı, işkenceli ve acılı bir tarihsel gelişmenin tepkisel ürünü olan demokratik hukuk kurumlarında adil bir karar ve yürütme tam gerçekleşmese bile, özgür bir değerlendirmeye imkan vereceği inancıyla bu davamın arkasındaki kirli, kanlı ve çok talihsiz geçen tarihi aydınlatmayı temel görev olarak görmekteyim.
Ana bölümler halinde geliştirmek isteyeceğim değerlendirmelerin bir yandan savunma amaçlı olması, diğer yandan çok sınırlı imkanlar ve yıllarca tek kişilik bir hücrede yaşamanın yarattığı hafıza zayıflığı nedeniyle çokça eksiklik taşıyacağını yine belirtmeliyim. Tarihsel davalar tarihsel değerlendirmeleri bu gerekçelerle gerekli kılar. Acısı ve kaybı büyük olan bu davanın herkes için gerekli ve kazandırıcı dersleri vermesi için de, sorumluların açıklama görevlerini başarıyla yerine getirmeleri gerekir. Tarihsel davalara layık ve gerekli olan da budur. Bu görev ne kadar anlamlı yerine getirilirse davanın kendisi de tarihsellik sıfatına o kadar layık olur.
BENİ İMRALI’DA BİR TABUTA YERLEŞTİRDİLER
AİHM'de yargılanmaya ilişkin süreç başlarken, bu çözümlemeleri geliştirmem benim için başka bir anlamı da içermektedir. Ortadoğu’da hak ararken, bastıran emperyalizmle uzlaşma niyetiyle Avrupa'ya yöneldiğim bir gerçektir. Onların demokratik ölçüleri içinde makul bir çözüm imkanı bulmak için uğraş verme, dağda daha çok cana mal olacak yönelimden daha öncelikli gelmişti. Halbuki dağlar hep rüyalarımın gerçek süsleriydi. Dağa çıkmak için kırk yıl sabretmiştim. Ama arkadaşlarıma ve halkımıza daha çok acıya mal olacak bir dağa gidiş, bireysel tercihim olamazdı. Sorumluluk ahlakım ve anlayışım buna yer vermezdi. Bu düşüncelerle Avrupa yoluna girmenin bir trajediyle sonuçlanabileceğini kestiremediğim doğrudur. İhanetin ve çıkarcılığın bu durum karşısında böyle ayaklanacağını ve sağduyusunu yitirebileceğini hesaplayamadığım da doğrudur. Ölçtüler, tarttılar, beni alçakça ve haince Afrika'da yamyamların ülkesine attılar. Sözde kandırarak ustalıkla paketleyip beni İmralı'da bir tabuta yerleştirdiler. Böylece sarsılan çıkarları güvence altına alınmış oldu.
Bu durum, eğer varsa Avrupa'nın hukukuna aykırıdır.
İDEOLOJİK DEVRİMİ DERİNLEŞTİRME KARARLILIĞI
Mahkemenin tavrını bir uygarlık ölçüsü olarak görmek benim için daha önemlidir. Fakat bundan da öteye önemli gördüğüm, Avrupa'ya teslim olmuş biri gibi gidilirse yer bulunabileceği oldu. Bu benim için gerçekleşemeyeceğine göre, ancak bir antitez bulabilirsem, Avrupa'yla ilişkiye geçmem mümkün olabilecekti. Bu da ancak Ortadoğu'nun Avrupa uygarlığı karşısında kendi antitezini tarihsel temeline bağlanarak ortaya çıkarmasına bağlıydı. Bunu çözmeye ve göstermeye çalıştım. Sınırlı da olsa başarılı olduğuma inanıyorum. Çok sayıda dost ve arkadaşın gerek mektupla, gerek olanaksızlıktan ötürü iletemedikleri görüşleri ve eleştirilerine genel bir cevap verdiğime inanıyorum. Bu gerekliydi. Birçok eksiklik içerse de, sorumluluğumu karşıladığım kanısındayım.
Sunduğum görüş ve eleştirilerim bir savunma niteliğindedir ve tek koğuş sisteminde ağır bir komplonun etkisi altında gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu kısımda daha çok Kürt tarihinin yöntem sorunları, Kürt-Türk ilişkileri, demokratik çözüm, komplonun gelişimi, anlamı, Avrupa hukuku ve AİHM'nin değeri işlenmeye çalışılacaktır. Yapılacak eleştiriler bana güç katacaktır. Ele aldığım konuların saptırılmaması, bilimsel yaklaşımdan uzaklaşmanın olmaması önem taşımaktadır. Daha çok öğretici yanlara dikkat ettim. Yöntem geliştirmeye çalıştım. Düşünmesini bilen beyinlere daha çok ihtiyaç vardır. Önemli gördüğüm hususları daha fazla açtım, olumlu sonuç vereceği kanısındayım.
Yalnız din ve tanrı konusunda bazı değerlendirmelerim saptırılabilir. Ama en çok bu konuda güçlü olduğumu ve ideolojik devrimi derinleştirmek kararlılığında bulunduğumu şimdiden belirtmeliyim. Zihniyet devrimi bana çok önemli gelmektedir. Daha sonra özgür ve duymasını bilen vicdanın da gelişeceğine olan inancımı belirtmeliyim. Zihniyet ve vicdan devrimi yapılmadan, devrimci olmayı bir yana bırakın, duyarlı ve ahlaklı bir insan bile olunamaz. Böylelikle herkese, halkımıza ilgisi düzeyinde cevap verdiğimi içim rahatlamış olarak belirtmeliyim.
Savunmamı bir ‘demokratik uzlaşıcı ve barış mesajı’ olarak vermem bana göre en doğru tutumdu. Kapsamlı bir savunma için ne süre, ne materyal, ne de hazırlık açısından psikolojik olarak uygun bir durum vardı.
İmralı sürecine ilişkin birçok açıklamalarım oldu. Buradaki hususları tekrarlamam fazla anlamlı olmaz. Kaldı ki, bu savunmam tüm avukatlarla diyaloglarımın ideolojik, siyasal ve moral temelini vermektedir ve tamamlayıcı nitelikte görülmelidir. Bazı çevreler içte ve dışta olmak üzere tavrımı tahrip etmek istediler. En sakıncalı durum buydu. Sağlığım ve ölümümden bile daha önemli olan bu hususları sürekli açıklığa kavuşturmak istedim. Yaygın olarak yapılan, ‘derin devlet ve Genelkurmayla anlaştığım, uzlaştığım veya teslim olduğum’ biçiminde bir propagandaydı. Bu propaganda amaçlıydı; hem iç hem de dış taraftarları bununla gerçek yüzlerini gizlemek istiyorlardı. Bir uzlaşma olsa, durumu ilan etmeyi bir onur bellerdim.
Böyle bir durumun olmadığını hep vurguladım. Ateşkes konusu üzerinde ise 1993’ten beri duruyordum. En son Şam’dayken, tek taraflı olarak ilan ettiğim 1 Eylül 1998 ateşkesine bağlı olarak, 1 Eylül 1999’da koşullar elverdikçe ve makul bir süre kalmak üzere sınırların dışına çekilmeyi, ateşkesi daha gerçekçi kılma kararlılığı temelinde ikinci bir adım olarak attım. Mevcut durum zorunlu koşullar nedeniyle sınırlı bir gücün içeride, büyük bir kısmının da dışarıda bir meşru savunma temelinde üstlendiği, ‘demokratik uzlaşı ve barış için diyalog’ beklentili bir pozisyon biçimindedir.
DAHA BÜYÜK VE UZUN SÜRELİ BİR ŞİDDET SARMALI
Siyasetin, hükümet ve parlamentonun çözüm aramamasının sorumluluğunun kendilerine ait olduğu, mevcut durumun her bakımdan riskler taşıdığı bilinen bir husustur. Bu durum olumlu temelde aşılmazsa daha büyük ve uzun süreli bir şiddet sarmalının ortamı kaplaması tehlikesi göz ardı edilemez. Uzlaşma ‘demokratik ve laik cumhuriyet’ kavramının özlü olarak hayat bulmasında aranmaktadır. Türklerin tarih boyunca Anadolu’da oluşturdukları tüm siyasal oluşum ve devletlerde Kürtlerin payının olduğu, bunun en son örneğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve ondan önce verilen ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kanıtlandığı iyi bilinmektedir. İsyanlar nedeniyle inkâr edilen ve günümüze kadar değişik biçimlerde süren bu politikadan vazgeçilmesi halinde, çözüm olanağının ortaya çıkacağına inanılmakta ve beklenmektedir. Kürtlerin özgür yurttaşlar ve halk olarak ve evrensel hukuk ölçüleri de göz önüne getirilerek cumhuriyetle bütünleşmesi stratejik bir yaklaşım olarak görülmektedir.
PKK’NİN GÜCÜ, ŞEHİTLERİ VE HALKI ORTADADIR
PKK’nin yeni dönem program, strateji ve taktiklerine yansıyan bu tutum, savunmamın ilgili bölümlerinde genişçe açıldığı için tekrarlamayacağım. Politika ve tavır belirlemesi gereken devletin üst düzeyidir. Bu gerçeklik sadece Türkiye Kürtleri için değil, tüm parçalardaki Kürtler için stratejik bir yaklaşım olarak öngörülmektedir.
Gerçek bu kadar açık olduğu halde, PKK’ye yönelik tavırların önemli bir kısmı, sarsılan ve açığa çıkan çevrelerin çok çirkin ve hain yüzlerini gizlemek için “Apo Kürt meselesini İmralı’ya gömüyor” iftiralarıdır. Bunları çok iyi takip edip hesap sorma büyük önem taşımaktadır.
Özellikle son on yıldır amansız bir ihanet dayatmasıyla, hem Güney Kürdistanlı işbirlikçiler tarafından hem de Avrupa’ya sığınmış, her bakımdan Avrupa’ya bağlanmış, moral değer tanımayan ve tüm yaşamlarını anti-Apoculuğa bağlamış kesimlerce yürütülen bu iftira ve karalama kampanyası kendilerini kurtaramayacaktır. PKK savaş ve barışçıl tutumuyla ortadadır. Gücü, şehitleri ve halkı da ortadadır. Bunlar nerededir? Savaş istiyorlar. Peki, savaşmalarını kim engelliyor? PKK’yi kışkırtmakla kime, hangi güce hizmet ediyorlar? Dürüstlerse meydan kendileri için açıktır. Kürt meselesini dağda, ovada, şehirde, köyde, içte ve dışta temsil etsinler. Sonuna kadar direnerek bir örnek göstersinler ki, sahtekâr ve iftiracı olmadıklarını kanıtlamış olsunlar.
GÜNEY'Lİ İŞBİRLİKÇİLER
Güneyli işbirlikçiler on yıldır PKK’nin sırtında otonomi hayali ile yaşıyorlar. Hem YNK hem de KDP, bağlı ve uydu güçleri ile PKK’ye karşı korkunç tavırlar geliştirdiler. Onlar için iki yol vardı: Ya samimi bir özeleştiriyle demokratik uzlaşı ve barışa gelmek ya da hak etmedikleri ve PKK’siz gerçekleşmeyecek otonomiden vazgeçmek. Bunların kırk yıldır yürüttükleri siyaset ve diplomasi Kürt halkına dört bin yıllık yabancı tahakkümden daha fazla zarar vermiştir. Hiç olmazsa bundan sonra dürüst olmayı, barış ve demokrasiye gelmeyi bilsinler. Aksi halde dünya da gelse, içinde bulundukları durumdan kurtulamayacaklarını görsünler. Tüm şehitlerin, yoldaşların, halkın ve benim kararlılığımın bu olduğunu unutmasınlar.
KOMPLO, AMAÇLADIĞI SONUCA ULAŞMAKTAN UZAKTIR
Benim İmralı sürecim, bu savunmamın ruhuna uygun olarak devam edecektir. Tutumum yarın olacakmış gibi barış ve demokratik uzlaşıya her an hazır olmak kadar, yarın benden başlayacak bir imha savaşına da sonuna kadar karşı olmak ve her zaman inanç, kararlılık ve hazırlılıkla buna cevap vermektir. Bunun dışında ne yaşam tanıdım ne de anlarım. Çok büyük yetersizlikleri olsa da, umut ve bağlılıklarını her zaman bana sunanların bu gerçeğin ne anlama geldiğini tüm yönleriyle anlamaları ve içinde bulundukları koşullara göre gereğini yapmaları kendileri için de bir yaşam sorunudur. Bağlı olmayı bilmek ve ölçülerine göre hareket etmek son derece önemlidir; yaşamını olası her tür gelişmeye karşı tümüyle örgütlü ve hazırlıklı tutmayı gerektirir.
Halkımız üzerinde Sümerlerden beri geliştirilen kolonileştirme çabalarının ayrılmaz bir parçası olan ve esas olarak dost görünümünde işbirlikçi güçlere ve kişilere dayalı komploların en kapsamlısı olarak hayat bulan 9 Ekim-15 Şubat komplosu, istediği ve planladığı sonuca ulaşmaktan uzaktır. 20. yüzyılın tüm hainlerini ve işbirlikçilerini en üst emperyalist irade altında birleştiren bu komployu bir tarihsel Anadolu ve Mezopotamya barışına dönüştürmek, görev olarak halklarımızın ve tüm sorumlu güçlerinin önündedir. Bu göreve sahip çıkmak, hem ülkenin güçlü bütünlüğü hem de laik ve demokratik cumhuriyetin özlü birliği için tek doğru tutumdur. Bu aynı zamanda tarih boyunca arzulanan onurlu barışın, kardeşliğin, özgürlük ve eşitliğin de yoludur.
DERLEME
YORUM GÖNDER