APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (24.BÖLÜM)
DEVRİM ZORAKİ KİŞİLİKLERLE YAPILAMAZ
Bana öyle geliyor ki, ne kadar yaşıyorsunuz veya ne kadar savaşıyorsunuz‟dan ziyade, sizin yaşam konusunda büyük bir yanılgınız var. Sizde yaşamın içeriğine ve nasılına ilişkin bir yanılgı var. Yaşamın içeriğine, nasılına ilişkin bir kara cahilsiniz veya çok kötü bir tutucusunuz. Güçlü hayalleriniz yok. İşin tuhaf tarafı, var olan da çok tehlikeli. Hayaller ki, gerçekleri yerle bir ediyor. Ben bu hayali ne yapacağım? En önemlisi de hayalsizsiniz. Bırakalım bunu, hayaller sizi o kadar etkilemeyebilir, ancak neye tutkunuzun olduğu da belli değil. Tutkularınızı bir anket yoluyla ortaya çıkarsak, çok farklı eğilimlerinizin olduğu görülecektir. Eminim ki, serbest kaldığınızda bu yönlü eğilimleriniz ağır basacaktır. İslam dininde oruç, Hz. Muhammet'in ilginç eylemlerinden veya aldığı tedbirlerinden bir tanesidir. Bir yandan, “Cennete gider, bal, şerbet içer, hurilerle yaşarsınız”, diğer yandan, “Cehenneme giderseniz de sizi yakar. Aylarca yemeyecek, içmeyecek, kafirin elindekini talan edeceksiniz” diyor. Bir yandan “Nefsini terbiye edeceksin”, bir yandan da “Meleklerle, hurilerle şöyle yaşanılır” diyor. Bu söylenenlerin hepsi birbiriyle çelişkili, ama insanları ayaklandırmak için gerekiyor. Nefsi terbiye ediyor, arzuyu şiddetlendiriyor, yüceltiyor, ardından savaştırıyor. Döneme göre ideolojik faaliyet, döneme göre amaçlar meselesi oluyor. İnsanları sürüklüyor ve sonuçta başarılı da kılıyor. Ama şu anda orucun bu anlamını kim bilebilir. Hz. Muhammet'in dönemindeki Müslümanlık farklıydı. Bu dönemdekilerin hepsi sözde Müslüman, ortada öyle Müslüman filan da yok. Ama benim özde yakaladığım bir şey var ki, gerçi bu sosyalizmde de böyle oldu, bir çok ideolojinin başına gelen budur. Özünden boşaltılarak tam tersi bir biçimde uygulandılar. Müslümanlığın daha ilk evrelerden söylediği zındıklıkta, münafıklıkta gelişme vardır. Zaten İslam dünyasının gerçeği de bunu açıklıkla gösteriyor.
Ancak zındıklara, münafıklara has bir yaşam vardır; bu yaşam geri ve fitne fesat doludur. Sözde kafirlere karşı olduklarını söyleseler de, öz olarak yaşam açısından kafirlerden daha beterdirler. Kafirlerin yaşamında bir gelişkinlik bulabilirsiniz, ama günümüzdeki Müslüman‟ın yaşamında bunu bulamazsınız. Ortada Müslüman yok derken, acaba sosyalist var mı? Çağdaş ideolojik akım olarak sosyalizm nerede? Sosyalizm, en benim diye geliştirilen Sovyetler‟de bile şimdi en çok ayaklar altına alınan bir söylem olmuştur. Bir dönemlerin dünyayı titreten ideolojisi, şimdi tu-kaka ediliyor. Onu da bırakalım, şimdi kendi en basit insan olma durumumuza, insan nasıl insan olur sorusuna cevap verelim. Eminim ki bu temel sorun olmasaydı, hiçbirimiz bir araya gelmezdik. Hatamız şurada oldu: Kendini erkenden iktidar sanma, erkenden insan yerine koyma gelişti. Bu sorunu çözebilmek için benim bulabileceğim en temel silah, adam olma sorununu çözmekti. Hiç ayıbı yok. Siz ne kadar yaman adam olursanız olun, belki tarihte de bir şeyler yapabilirsiniz, ama halen ben kendimi ikna etmiş bir adam değilim. Her konuda büyük bir sorun teşkil ediyorum. Doğru dürüst oturamıyor, doğru dürüst bir masada dostlarla bile yemek yiyemiyorum, yerimde çok sıkılırım. Sizlerle de doğru dürüst rahat yaşayamıyorum. Belki yaşıyorum, ama bu çok yoğun ve şiddetli geçiyor, rahatlayamıyorum. “Hiçbir önder böyle olur mu” diyeceksiniz.
Ancak gerçeklik biraz böyle. Kendimi aldatmamak, benim için önemlidir. Yani adam olmak zorsa, sahte bir görüntüyle neden ve neyi kurtaracağım? Bizim toplumun tüm yaptığı, adını Muhammet koyarsan sanki Muhammet olurmuş gibidir. Ad olarak varsınız, ancak içerik olarak yoksunuz. En iyisi bunu tartışmalı hale getirmek gerekiyor. Adı olacağına biraz kendisi olsun daha iyidir. Düşünün kaç tanenizin adı, Aslan, Kaplan! Ya soyadınız ya adınız öyledir. Ama ortada öyle tek bir Aslan da, Kaplan da yok. Ne kadarınızın adı Ayşe, Fatma, Zeynep‟tir. Ama Müslümanlık tarihindeki Ayşe, Fatma ve Zeynep ile ne kadar bağlantılıdır? İçinizde öyle olabilecek birisi yok, sadece isminiz vardır. Bizim toplum isim vermeye çok düşkündür. İsim verdi mi sanki kendisi de olabilirmiş gibi düşünür. Bu devrimi de böyle yapacağınızı sandınız. Sanki devrimin genel teorisini, silahını ele almakla devrim yapacakmışız gibi kendini kandırma yaşandı. Ben şimdi burada daha ileri bir noktaya geldim. Düşman kendi mantığı içinde çok örgütlü, kendini çok tanımlıyor. Bizimkilerde ise tersi bir durum var. Zaten bu son dönem yoğunlaşması da bu tehlikeyi hiç olmazsa biraz asgari bir düzeye indirmek içindir. Şimdiden bu halimle bile rahat olamıyorum, oysa siz, “işte devrim oluyor” diyerek her tarafa kurulmuşsunuz. Geldiğiniz yerlerdeki rahatlığınızı veya zavallılığınızı, yine genel yaşam içindeki yerinizi hiç abartmamıza veya üzülmenize de gerek yok. “Hakkımız gitti” veya “tam anlaşılamadık” demenize de gerek yok. Ortada çok önemli bir işimiz var, ancak kudretli birkaç görevlimiz var mı? İyi niyetli olarak kolay “evet” deme anlamında hemen hepiniz benden daha iyisiniz. Bu işlere hakkını verebilecek birileri varsa bütün gücümü, imkanımı ona verebilirim.
Ne kadar yeteneklerim, etkimyetkim varsa hepsini devredebilirim. Gerçekten çalışabilecek bir adam var mı? Yok! Gidecek, işleri yüzüne gözüne bulaştıracak. O zaman teslim bayrağını çekelim mi? Bu işten vazgeçelim mi? Siz kendinizi bir şeylere o kadar kaptırmışsınız ki, açık söyleyeyim ben ne sizin gibi yürürüm, ne sizin gibi cepheye giderim, konuşurum, ne de sizin gibi toplantıya giderim. Hiçbirisi bana ciddi gelmiyor. Siz bunları sadece kendinize yakıştırmışsınız. Ama bana göre doğrusu, yeterlisi yok mu? Var. Bu konuda büyük uğraşıyla, büyük anlayış, büyük sorgulama ve hesaplamayla sonuca gidilebilir. Fakat siz buna gelmiyorsunuz. Bana göre, Kürt tipi şu anda dünyanın en kaypak, en silik tipidir, elini atarsın kaybolur. Benim elimde durumunuz şimdi biraz buna benziyor. Sudaki medüz gibisiniz. Bakarsın, elinin içine girmiş, kaybolmuştur, özelliği öyle. Durumunuz aynen sudaki denizanasına benziyor; kuşattım, tuttum, avucuma aldım ancak bir bakıyorum ki kayboluyor. Veya elimde kalan bir bulantı. Şekillenmemiş bir kişilik kolay yitiriliyor, kolay çözülüyor. Tabii düşüncesi dağıtılmış, yüreği yerle bir edilmişse öyle olacak. Bu, aynı zamanda dağıtılan, çözülen toplumun gerçeğidir. Bu yaşınızda, bu anlamdaki bir yoğunlaşmaya kendinizi verebilirsiniz. Benden daha fazla, “ben ülkede yaşadım” diyebilirsiniz. “Ben o topraklarsız olamam, özgürlüksüz olamam” diyebilirsiniz. Ama bana göre sizin uğraşınız yok, uğraşınız tersinden. Bu peşine koştuğunuz şeylerin hayali bile kalmayacak. Kendinizi bu noktada ciddiyete çekmeniz gerekiyor. Devrim böyle zoraki kişiliklerle yapılamaz. Ama bazı imkanlar üzerine kendini yatırarak hiç mi hiç olmaz. Hanginize baksam, devrimin en etkili kişiliği haline getirsek bile ikinci gün o devrimin başına gelmeyecek tehlike yoktur.
Burada iyi niyetin çok ötesinde bir durum var; kişilikler kurulmamış, örgütsüz ve her an her türlü hatayı yapmaya açık. Benim tüm yapabildiğim ise bu işler öyle olmaz, kesin, hatalısındır, biraz yürü gelişme mümkündür demektir. Dikkat edilirse ben başka bir şey yapamıyorum. Fazla komut verme, emir verme durumuna geçemiyorum. Çünkü öyle komuta altında çalışacak adam yok. Hanginize komutayı uygulatacağız? Komuta olabilmek için o çapı yakalamak gerekiyor. Osmanlılara bakalım, Romalılara bakalım; İslam‟ın komutalarına bakalım, hepsinin de müthiş adamları var. Hatta Vietnam'a bakalım: Ho Şi Minh'in, Giyap‟a verdiği yarım sayfalık emirnamesi vardır. Giyap, kısa sayabileceğimiz bir süre içinde bir boydan diğer boya Vietnam'a girer; dünyanın en gelişkin ordusu olan ABD ordusu ve işbirlikçilerinin milyonları bulan ordularını başarısızlığa uğratır. Başlarken elinde fazla kuvvet yoktur, elinde olan derme çatma bir takımdır. Avantajları ve dezavantajları vardır, ama burada önemli olan kendini işe yatıran bir komutanın çıkmasıdır. Bizim komutanlarımıza bakalım, gerçekten sayı epey çoğalmış, fakat işin büyük inatçısı olan, kendini işin gereklerine veren bir adamımız yok. En yetkili kıldığımız kişinin bile, bütün desteklerimize rağmen, -ki, sanmıyorum dünyada kimse bu kadar desteklesin- ağır bir yenilgiye gitmemesi için her gün dört tarafına direk koyuyorum. Bir bu koltuğa, bir şu koltuğa çekiyorum ki ayakta kalsın, adam kendisini yürütemiyor, yenilgiye gidiyor, ama farkında değil. Sırf kolundan tutup geriye çekmesem yüzüstü devrilip gidecek.
Burada tam bir Kürt uydurmasıyla karşı karşıyayız. Bu kişilik şu anda müthiş bir PKK veya ordu taklitçisi. Aralarında iddialı olan yok. Bazı arkadaşlarımız “PKK bize görevi verir mi, vermez mi” diye üzüntü içinde. Bence bunlar tersini düşünmeliler. Bunların görev alacak halleri yok. Keşke görev alabilselerdi, onları olağanüstü yetkilerle donatabilirdim. Evet bazıları var, inkar etmiyorum, ama en değme adamlarımızın ülkedeki pratiklerine bakın, bozguncu olmaktan öteye gidememişlerdir. Hiç olmazsa şimdi aynı ciddiyetle tartışmaya devam edelim, ama bu sefer gerçekten anlamaya yanaşacak mısınız? Ordu işlerini yürütmek için, hele komutanlık için tutuşan bazı arkadaşlarımız var, tutuşmanıza gerek yok, biraz ciddiyete gelebilecek misiniz? Veya bu işe gerçekten biraz var mısınız? Tarihte, neden bizim yaman ve sağlam öncülerimiz, emirlerimiz, sultanlarımız, krallarımız yok diye hep söylerim. Şimdi bunları bıraktık, artık bunların çağı geçti. Militanlık ve kendimize yakıştırdığımız komutanlık büyük bir iştir. Düşünün ki, saflarımızda bu kadar “komutan” olacak, ama bir takımı doğru işletecek gerçek bir komutan olmayacak. Askeri konuları da bırakalım. Neden büyük bir yurtsever olamadınız, neden büyük moral, büyük terbiye sahibi olamadınız? Neden çok acılı bir sosyal gerçeğimiz var? Bu toplumun edebiyatına, acılarına ve üzüntülerine neden sahip çıkamadınız? Çirkinlikler vardı, neden bunları çok tartışmadınız? Neden birbirinize bağlı, güçlü iki yoldaş olamadınız? Bu sorular yakıcı. Bırakalım askeri-siyasi görev alan bir yoldaş olmayı, sosyal yaşam ölçülerinde bile neden birbirinize çok yüksek değer biçen bir yaklaşım sahibi olmadınız? Örneğin hepiniz benimle iyi bir yoldaş olmak istersiniz.
Ben, bu halkın içinde insan ilişkilerinin geliştirilmesine en çok kendini yatıran insanım. Ama sonuna kadar dayanabileceğimiz bir yoldaşlık ilişkisi için de fazla kimseyi göremiyorum. Kendimi çok mu beğeniyorum? Değil. Neredeyse ilişkilerinizin hepsi yarım yamalak oluyor ve yeterince dayanmıyor. Ne kadar yazık. Halbuki yüzyıllara sığmayacak ilişkileri yakalama dönemindeyiz. Üzüntüleriniz bir saman alevi gibi sönüyor. Sevincinize ve arzularınıza gelince, onlar da saman alevi gibi sönmekten kurtulamıyor. Kimin sürekli büyüyen arzusu var? En eski arkadaşlarımı veya hepinizi ilişkilere, ilişkilenmeye çekmek, ilişkileri derinleştirmek için amansız gücümüzü ortaya koymamıza rağmen, sizler bir an önce bundan kurtulmak istiyorsunuz. Sizde ilişkinin büyük anlamına ulaşmak şurada kalsın, ilişkiye yaklaşım kötü bir gelenek gibidir. “Bir an önce kaçıp kendimi yaşayayım” diye zaman kolluyorsunuz. Eminim ki belki savaşçı bir arkadaş olarak çok üzülebilir, “bir değerdi gitti, kaybettik” diye acı içinde de kalabilirsiniz, ama çok üzülmenizde bunu yaşayamamayı görüyorum. Bu, acı ama bir gerçektir. Sıkıntılarınız yarın bir büyük ağlamaya dönüşürse bu, kendi istediğiniz gibi yaşayamadığınız için ağlıyorsunuz demektir Bu da gerçekliğinizin acı bir biçimi, ama bana göre gerçeğin ağırlıklı bir ifadesidir. Burada derinlik, burada kendini büyüklüğe yatırma gücü yok. Sizde siliklik ve gerilik oldukça egemen. Benim yaptığım; tüm bunları biraz aşabilmek ve derin ilişkilere, derin sevgilere yol açabilmektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (11 ŞUBAT 1997)
YORUM GÖNDER