KENDİNİ ÖRGÜTLEYEN İNSAN BİR ORDU GÜCÜNDEDİR-4.BÖLÜM
Bizim Yaşam ve Savaş Felsefemizde İnsan En Büyük Güçtür
Anladığım kadarıyla özgür yaşam konusunda kararı aslında halen geliştirememişsiniz ve bu size çok zor geliyor. Değil verme, özgür yaşam kararını geliştirememişsiniz. Özgür yaşam kararından ne anladığınız belli değil. İkincisi, bunun için gerekli olan savaşı kararlaştıramamışsınız. Özgür yaşamın doğru kararı olmazsa, onun için doğru savaş kararı da verilemez. Verilse de serseriler, kabadayılar, eşkıyalar gibi verilir. Onların yaşam kararı zorla çalıp çırpmaktır; kabadayıların, hırsızların ve lümpenlerin savaş biçimlerinin nasıl olduğu biliniyor. Ağız dolusu küfürlüdür, sille-tokat birbirine girme biçimindedir. Sonuç; polis gelir, ensesine yapışır, it gibi bir köşeye atar. Bunlar sözümona düzene kafa tutanlardır. Bir de düzene uyan, ona teslim olan var. Teslim olanın veya düzene bağlı olanın yaşam kararı ise en alasından bir küçük burjuva memur veya bir köylü, bir işçinin yaşam tarzıdır. Eğer işçiyse düzende bulduğu iş, ona göre her şeydir. İşi elinden gitmesin, dünya yıkılsın, umurunda bile değildir. Onun kararı odur. İş de karnını ya doyurur ya doyurmaz. Köylü zaten iflas halindedir, günü ya kurtarır ya kurtarmaz. Ama bir karış toprak veya bir iki çuval ürün köylü için her şeydir, bütün ömrü ona eştir. Küçük burjuva memur için maaşı neyse dünyası o kadardır. Onun dışında her şey ona basit ve anlamsız gelir. Yani gerçeğinizdeki düzene bağlanışa bakarsak aslında çok küçük bir karardır, o da karın doyurmuyor. Bir diğer nokta, hep yalan hayallerle kendini oyalar; bir de çok yalancıdır, yani boş yere konuşur. Bir de güçsüzdür, hiç kimseyle geçinemez. Zaten bir eşkıya kadar, bir lümpen kadar da ne sert bir söz söyleyebilir, ne de böyle bir eylemi olur. Yani sürekli boyun eğmecidir, gelene ağam, gidene paşamcıdır. Hele bir de üstü oldu mu, ona yaptığı tümüyle kul-köleliktir. İnsan haklarıymış, toplum haklarıymış, onu hiç ilgilendirmez. Gelen faşizme de bin selam, kazara bir devrim olsa da, ona da bin selam diyebilir, ama hepsi sahtedir. Normal düzen kişiliğinin yaşam sınırları böyledir.
Bu kişiliğin diğer bir tehlikeli yönü var, ucuz hayaller kurar. “Şu artist gibi olsaydım, şu patron gibi olsaydım, şu filmdeki sahnedeki gibi yaşasaydım” diye hayaller kurar. Peki bu, saflarımızda kendini nasıl gösteriyor? Belirttiğimiz gibi; rüyası gerçekleşmiş, eline silahı almış, insanlara hükmediyor, para da bol, kendisine göre “evden kaçmış kadın, erkek” de var. İşte “rüya” geçekleşti, ama bu da sadece sahte bir rüyadır. Bu anlamda sizde gerçekleşen özgür yaşam felsefesinin yüzde doksanı yalan, dolandır ve düzen dahilindedir.
Gerçekçi özgür yaşam tanımına henüz ulaşmış değilsiniz. Kendimi örnekleyerek bunu belirtebilirim, sizden daha fazla özgür yaşam sahibiyim. Ama kesinlikle henüz bu noktada olmadığımı da görüyorum. Burada biraz rehine gibi, bu dünyanın rehinesi gibiyim. Belki zincirleri açık, ayakta taşınmıyor, ama bu dünyanın zincirlisi gibiyim. Yani o size çokça hissettirmeye çalıştığım gibi, ah özgürlük dağlarında bir olabilsem diyorum. Siz “bu ne biçim söz, biz zaten o dağlarda çok bulunduk” diyeceksiniz. Ama siz gerçekten orada özgürlüğü anlayamadınız. Halen hatırlıyorum, ben bu eylemi başlattığım yıllarda, daha İstanbul’dayken bir gün dağlara ulaşabilsem sözüyle başladım. İşte dağlara o kadar şeyi ulaştırdık, o kadar kişiyi yaşattık, ortaya dağın enayisi çıktı. Başka bir şey çıkmadı. Oysa ki, bizim en büyük rüyamız oraya ulaşabilmekti ve bu anlamda sizi büyük bir suçlu gibi gördüğümü unutmayın. Dağlarda bu kadar kalıp da orada özgür yaşamı, kişiliğini geliştiremeyen, benim için asla affedilmez. Affedilmemesinin nasıl gerçekleştiğini biliyor musunuz? Bu kadar sabrı burada bunun için gösterdim. Ben burada yaşayacağım, siz orda öleceksiniz! Neden ölüyorsunuz? Özgür yaşama değer vermediğiniz, özgür yaşamın savaşını doğru ele almadığınız için ölüyorsunuz. Düşmana gitseniz orada da öldürülüyorsunuz. Bu ne demektir? Bu, kutsal özgürlük imkanını doğru ele almadınız, siz ona layık olamadınız, onun için yüzünüz karadır demektir. Ama ben halen rüyamdan vazgeçmeyeceğim. Rüyam da bu işi dağda layıkıyla sonuçlandırmamdır. Bunu çok istiyorsunuz, sülalenizin size veremeyeceğini ben veriyorum. Bana göre bu dünyada bir insana verilebilecek en büyük değer, ona böyle bir özgürlük yaşamı, şansı, silahı ve örgütü-orduyu vermektir, bunlar da verilmiştir. O aşağılık teslimiyetçinin bir ömür boyu kırk yıl da takla atsa bulamayacağı bir yaşamı, biz bir çalışmayla kırk kat fazlasını ona verdik ve bunu az çok hepinize de verdik. Biz çalışmasını biliyoruz. Halkımızı ikna ettik, biz şehidimizi, hatta dünyayı ikna ettik ve bir özgürlük imkanı ortaya çıkardık. Siz buna da aldandınız, şaşkınlığınız buradadır: “İşte bak özgürlük silahı, çata-pata biraz sıktım, biraz da kendimi bir şey sandım, demek ki anlı-şanlı birisiyim.” Siz hatayı böyle yaptınız.
Tekrar belirtiyorum, halen bu kadar çalışıyorum, yine de beğenmiyorum; yaptığım iş tam sonuca gitmiyor, yenilgisi her an mümkündür diyorum. Biraz daha zamanı kazanmak, biraz daha imkanı arttırmak ve dikkat ederseniz bu, hepinizi yaşatan eylemdir. Siz ne yaptınız? Ki bu daracık bir yer, yani burası bizim özgürlük alanımız değil. Dağlar size dar geldi, ilkelleştiniz, bozgunculuk yaptınız, doğru dürüst bir yoldaşlık ruhu gelişmedi, on binlerce silahı düşmana kaptırdınız. Hiçbir gerilla hareketine nasip olmayacak donanımla donattık ki bu, sizin için tek yaşam olanağıydı, onu da kolay elden bıraktınız. Ondan sonra da iflas ederek bize geliyorsunuz. Yani bu anlamda, emeklerimizi boşa çıkartmanın militanlığını yapıyorsunuz.
Aslında bu karşı devrimciliktir. Hatta öyle bilinçli bir karşı devrimci değil, objektif olarak bir zavallısınız,. Tabi bunun içinde belirttiğim gibi, bir yığın yanlışlık var. Sizi bu haliyle de kabul ettik. Neden kabul ettik? Bu dayatmanızı kabul etmek için değil, bu doğruları, bizdeki doğruları kabul etmeniz için. Etmezseniz ne olur? O zaman yine bizi tanıyacaksınız, beni iyi tanıyacaksınız, “bu insan neyi kabul eder, neyi kabul etmez? Bizim ne kadarımızı, neremizi kabul eder, ne kadarımızı, neremizi kabul etmez” diye kendinizi muazzam bir sorgudan geçireceksiniz. Sizlerle açık konuşalım. Örneğin anam bir zamanlar bana yalvardı, “Senin ananım, bak seni bu kadar büyüttüm, para da kazanıyorsun, bana neden dört metrelik bir bez parçasını almıyorsun” dedi. Ben ise sen ilkelerime göre olmadığın için, başka işlere ilgi duyuyorsun, benim istediklerim farklı, sen onlara ilgi duy, ben sana o zaman alırım dedim. Olmadığı için de almadım. Dikkat edin, henüz ortada siyaset filan yok. Herhalde insan bir ana için de bir şeyler alma gereği duyar. Demek ki bu insanın böyle bir özelliği var; ilkesine göre olmayana, bir kuru ekmek bile vermez.
İster anlayın, ister anlamayın. “Biz hırsızlarız” diyeceksiniz, ama benim ayarlamalarım var, nasıl hırsızlayacaksınız? Ben bu ülkedeki bütün hırsızları tutmadım mı? En büyük hırsızları, şu anda kontrol altında tutmuyor muyum? Hatta TC’yi bile bu kadar sıkıştırmadık mı? O zaman sen hırsızlıkla neyi kurtarabilirsin? İşte zorlanmanız da tam bu noktada başlıyor. “Örgütte dayanamıyorum, örgütte sıkılıyorum” diyorsunuz, ama sen ucuz komutanlığa, yetki devrimciliğine sıkılmıyorsun, o hoşuna gidiyor, sana görev hatırlattığım zaman ise sıkılıyorsun. Davranışlarınızın altındaki psikoloji budur, izah edilmesi zor değil. “Daha da sıkılırsam, ben bozgunculuk yaparım, örgüt tanımam” diyorsunuz. Tanıma, bu işin başındaki de kırk yılını boşuna bu işe adamamıştır. En son pat diye kendinizi ölüme yatırıyorsunuz; başta verdiğim örnek gibi, sere serpilme, cenazesini gösterme. Bana göre bir gerilla böyle kolay ölmez. Ölüyorsa, onda bir bityeniği var. Maalesef PKK’nin binlerce gerillası böyle öldü. Bunlar önlenebilirdi. Benim başardığımı, hepiniz benden, özellikle bu aşamada katbekat fazlasıyla başarabilirsiniz. Benim üzerimdeki tehlike sizinkinden on kat daha büyüktür. Bu çok açık, yüzlerce öldürme planı yapıldı, hem de milyonlarca dolarla, ama gerçekleşmedi. Neden gerçekleşmediğini biliyor musunuz? Öyle sizin sandığınız gibi de değil, planlı, disiplinli, istikrarlı yaşam sayesinde gerçekleşmedi. Yani her attığım adım, genelde örgüt disipliniyle bağlantılıdır. Üç metre yakınımdaki ajan -hatta bazıları da silahlıydı- disiplini egemen kıldığım için, silahını havaya dikemedi. Bu, sistemle ilgili, demek istediğim, kendi tedbirimi kendim almış bulunuyorum.
Bunu yalnız kaba anlamda silah için belirtmiyorum; bozguncular vardı, örgütü boşa çıkarmak isteyen çok büyük provokatörler vardı, hepsini etkisizleştirdim. O da benim örgüt tarzımla ilgilidir. Devletler, hatta Amerika büyük bir inatla sözümona kendini bana hissettirmek istiyor, ciddiye bile almıyorum, çünkü benim disiplinim ondan daha etkilidir. Yani şunu göstermek istiyorum: “Bu kişi nasıl böyle yaşıyor” diye şaşarsınız. İşte böyle yaşıyorum. Peki siz nasıl ölüyorsunuz? İşte onu da yaşam anlayışınızda, onun disiplininde arayacaksınız. Her tarafınız dökülüyor. Belli bir yaşa gelmişsiniz, örneğin topa vuruşlarınızda bile isabet yok; ne kurala, ne gücünüze göre bir topa vurmayı bile biliyorsunuz. Bu açık. Onu bırakalım, örgüt elden gidiyor, “dur” bile diyemiyorsunuz. Açık bir biçimde düşman geliyor veya herhangi bir dağda mevzilenme gereği var, düz yerdesin, bir keçi bile olsa anlar, dağın içine fırlar. İşte sizde bu olmadığı için ölüyorsunuz. Bunun doğallıkla ne ilgisi var? Yani bütün bunlarla ne kolay yaşanılabilir, ne de “artık bu dünyada bu kadar olur” demeye hakkınız olur. Örnek, yine benim durumum, çok ilginç, kendimi neden yaşatıyorum? Sizin gibilere darbe olması için veya “toplumda gelişme olmaz, büyüme olmaz, güç-kuvvet olunamaz diyenlere, gerçekten düşmana inat için yaşatıyorum. Bu ezik-silik kişilikten o kadar tepki duyarım ki, bak, ben gelişerek, güçlenerek yaşıyorum diyorum. Bu beni adeta kendimden geçiriyor. Bayıldığım bir nokta da bu. Yani bu silik kişiliğinize, bu güçlenmeyi bilmeyen kişiliğinize inattır.
Düşman ikinci planda gelir. Onunla da savaşarak yaşamaya bayılırım. Oysa ki, bu iki noktada siz tersini temsil ediyorsunuz. Bana göre düşmanla savaşmak, aşk gibi bir şeydir. Yani insanı kendinden geçirecek bir iştir. Yine zayıflıklarla savaşmak da öyle bir şeydir. İnsanın en çok doyum sağlayacağı bir iştir. Çünkü ikisini de vurdukça, sen yükseliyorsun, bu da çok açıktır. İkisini vurmayı bilirsen, birisinde kendi zayıflığını vur, geliş; diğerin de ise düşmanı vur, kendine gelişme alanı aç. Bundan daha iyisi olur mu? Siz, düşmana karşı etkili olmuyor, vuruluyor; zayıflıklara karşı da etkili olamıyor, onunla da uzlaşıyorsunuz. Sonuçta ölen siz olursunuz.
Şunu demek istiyorum: PKK’de kolay yaşam olmaz, kendinizi kolay aldatmayın. Hele benim sorumluluğum sürdükçe kendinizi kesinlikle kolay aldatmayın. Ben kendimi ve bu kadar çalışmayı bile yetersiz bulan birisiyim. Değil PKK’de öyle ucuz, hakkım olmadan yaşamak, bu kadar yapmama rağmen yine de tam hakkını veremiyorum diyorum. Peki kendisine karşı böyle olan birisi, sizi nasıl kabul edebilir? Sizi ancak müthiş çalıştırmakla kabul eder. Şimdi bir canınız var, bu noktada ortaya çok feci bir durum çıkıyor. Yani bu canınızı koruyor, aslında sizi yaşatmak için değil, devrimin ilkelerine hayatiyet kazandırmak içindir. Örgütün bu kadar elindesiniz. “Kendimi biraz yaşayayım” demek kendini aldatmadır. Bu can çoktan sizin olmaktan çıkarılmış, ilkelerin eline verilmiştir. Ters davranışların olursa, ters davranırsan anında ölürsün.
Artık biraz örgüt yaşamını, örgüt gerçeğini anlayın. Ben birini örgütlerken; düşman dahi “adamı yutar” diyordu. Halen dünyada herkes buna şaşıyor. “Elimizi uzatsak, bu devlet yıkılır” diyor. Bunu en üst düzeyde de söylediklerini biliyorum. “Seninle olmaz, sana el uzatmak eşittir devleti yıkmaktır” diyor. Öyle olmayacağına dair birçok garanti verdim, ama yine de inandıramıyorum. Peki, düşman böyleyken siz kendinizi örgüt içinde nasıl yaşatacaksınız? Bu, örgüte göre olmazsa, mümkün mü? Dev gibi bir devlet bunu başaramıyor, siz nasıl başaracaksınız? Burada büyük bir kara cehaletin olduğunu kabul edin. “Ben kendimi dayatır, yaşatırım, ben kaçarım” deseniz, kaçmanın sonu da yok. Ünlü komutan kaçtı da ne elde etti? Sonunu seyredin.
Bizim savaş meydanı öyle sıradan bir meydan değildir. Açtığımız yaşam bayrağı öyle sıradan bir yaşam bayrağı değildir. Üzerindeki yıldızları sayın. Kısaca anlamaya çalışın. Her birisi neye işarettir. Er meydanı, yiğitlik nedir? Er meydanında boy ölçüşme nedir? Kendinizi sınayın. Bunlar böyledir, bu meydana anlamadan girerseniz, feci ve rezil olursunuz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER