ÖNDERLİK GERÇEĞİ-7.BÖLÜM
Başlangıç neolitik toplum gerçekliğidir. Bu coğrafya da vücut bulur. Neden? Neolitik dönemin ön koşullarının hazırlandığı süreçte ne var? Bir kuraklık dönemi var. Kuraklık aynı zamanda yaşamın zora girmesi anlamına da geliyor. Mevsim kurak geçerse meyve olmaz ve ekinler olmaz. Hayvanları yeterince o coğrafya da tutamazsınız. Etinden yararlanabileceğiniz, avcılık konusu olabilecek hayvanlar bile o coğrafyayı terk etmek zorunda kalabilir. O açıdan kuraklık zorluk demektir. Neolitik devrim böylesi zorlukların ortaya çıktığı dönemlerde gelişiyor. Bu şu anlama geliyor. İnsanın şöyle bir özelliği var. Zorluk hep insanın kendisini aşmaya götürür. İnsan zorluklar karşısında gerilemek yerine, zorlukları alt etmek üzere çareyi kendini aşmada bulur. O dönem insanında esas itibarı ile bunu yapıyor. Böylesi zorluklar ortamında neolitik devrim gündeme geliyor. Neolitik devrimin temel özelliği nedir? Neolitik devrimin temel özelliği, insan emeğinin Doğa ile doğaya müdahale ile doğa içerisinde yeni bir doğa oluşturan bir güç haline gelmesi demektir. Neolitik devrim öncesinde insanlar ve hayvanlar beslenme boyutunda aynı çizgiyi izlemişlerdir. İnsanda avcılık yapıyor, hayvanda avcılık yapıyor. İnsanda toplayıcılık yapıyor, hayvanda toplayıcılık yapıyor. İnsan elbette tür olarak hayvandan kopuyor, uzaklaşıyor, giderek ayrı bir tür olarak varlığını kanıtlayabilecek koşullara kavuşuyor, ama beslenme boyutuyla insan ve hayvan arasında fazla bir fark yok. Neolitik devrim nedir? Emeğin devreye girişi ve insanın, insanlaşmasının zirveleşmesidir.
Artık doğaya müdahale ediyorsunuz, tohum ekiyorsunuz, toprağı üretime açıyorsunuz, tarım yapıyorsunuz, tarımla ürün devşiriyorsunuz ve onda elde edilecek gıdaları insanlığın yaşamını sürdürmesi için yaşamına sürüyorsunuz. İnsanlığın en büyük devrimi budur ve bu bir ekmek devrimidir, bu bir buğday devrimidir. Neolitik devrim nedir? Kesinlikle budur ve ekmeğin kutsallığı buradan geliyor. İnsanlığın mantığı doğru yani yaşam kutsaldır, hayat kutsaldır, mukaddestir. Eğer yaşam kutsal ise onun devamına hizmet eden her şey de kutsaldır. O zaman gıda da kutsaldır, yani yaşam kutsal ise gıda da kutsaldır. Önderlik bu konuda harika bir şey belirtiyor: diyor ki gıda kelimesi Sümercede hem gıda hem kutsal anlamına geliyor. … sözcüğü hem kutsal hem gıda anlamına geliyor. Buna Sümer dehası diyordu. Sümer dehası kutsallık ile gıda arasındaki bağı ayrıntılı bir şekilde ortaya koyuyordu.
Yine Önderlik “gıdanın kaynağında ne var?” diye soruyor. Emek var, ana emeği, kadın emeği var. Dolayısıyla kadının kutsallığı neye dayanıyor? Ana gene de onun emeğine dayanıyor. İnsan öncesinden var olanla besleniyordu, ama kadın emeğinde ise emekle doğaya müdahale etme var. İnsanın doğa içinde kendisini ayrı bir doğa olarak var etmesi, ikinci bir doğa olarak doğa içinde varlığını kanıtlaması emeğine dayanıyor. Bu emeğin sahibi kimdir? Anadır, kadının kutsallığı da buradan geliyor. Kaynağında ne var? Kaynağında emek var. Bir de bu emeğin karakteri var. Emek toplumsaldır, değer ortaya çıkarıyor, değer tüm topluma hizmet ediyor, yani tüm toplumun varlığını sürdürmesine hizmet ediyor. O açıdan kadın doğası gereği sadece üretimle ilgili. Üretimle ilgilenmek aynı zamanda toplumla onun yaşamıyla ilgilenmek, onun örgütlülüğüyle ilgilenmek anlamına geliyor. Böyle bir toplumda savaşa gerek var mı? Yok, böyle bir toplumda şiddete gerek var mı? Yok. Savaş ve şiddet ne zaman ortaya çıkıyor! Savaş ve şiddet birileri ana kadın emeğiyle daha sonra onun merkezinde yer aldığı toplumun tümünün emek sürecine katılımıyla ortaya çıkarılan değerlerin gasp edilmek istenmesi temelinde ortaya çıkıyor. Lanetin tarihe ondan sonra başlıyor. Ondan neolitik devrim ve sonraki süreç gerçekten de kutsallığın tarihidir. O nedenle Urfa’nın tarihi kutsallığın tarihidir de denilebilinir. Orası gıdalar tarihidir, Urfa’nın tarihi gizli gıdalar tarihidir. Bugün bile bu gıdalardan yararlanmayan kim var? Sayıyor, buğdaydan, arpadan, mercimekten, incirden, üzümden vb sayısız şeyleri sayıyor. Bunlar bugün bile insanın yaşamını sürdürmesinde hizmet eden temel beslenme nesneleri, gıdalar zinciri olarak karşımıza çıkıyor. İnsanlığın bugün de bunlardan vazgeçmesi mümkün değildir. O zaman temel toplum özelliği, temel insan özelliği, doğal akış hali, o akışın insanlığı götürdüğü durum çok net bir şekilde görülmektedir. Bu toplumsallaşmada, toplumsallığın gücünü kanıtlamada bir zirveleşmeyi ifade etmektedir.
Toplumsallık ana kadın etrafında oluşuyor, insan toplumsallaşarak güç oluyor. Gücünü süreç içerisinde kanıtlıyor, ama temel özelliği var dayanışmayla gelişen bir toplum, özgürlük ve eşitlik üzerinde vücut bulan bir toplum ve o temelde özelikle ana kadının neolitik devrimi de gerçekleştirilmesiyle birlikte emekle kendini var eden bir toplumdur. Emeği en kutsal değer olarak, kutsallığın merkezine yerleştiren bir toplumdur. Ana kadın kutsallığın bu biçimde ortaya çıkaran bir toplum oluyor. O zaman özgürlük ve eşitlik toplumu budur, üreten toplum budur, barışçıl toplum oluyor. Komünal karakterlidir, duruşu demokratiktir. Aynı zamanda insanın temel değerlerinin şekillendiği toplum dönemi de böyle bir dönemdir. Bu insanlığın beşiklik dönemidir. Önderlik şunu söylüyor hangi insan ben bu beşikte büyümedim diyebilir? Temel özellik olarak yine de sayıyor, beşiklik dönemi bir mama isteme dönemi değildir. İlk yürüyüşün yapıldığı, ilk dilin geliştiği, ilk düşüncenin gelişip serpildiği bir dönemin ifadesidir. Kültürel değerlerin gelişim gösterdiği bir sürecin temel özelliğidir. Örneğin müziğin ortaya çıktığı dönemdir. İlk müzikler de dinsel karakterlidir ve çoğunlukla üretimle ortaya değer çıkarmaya dönüktür. Onun kutsanmasını ifade eden, emeğin kutsallığına vurgu yapan şeylerdir. Bunlar sevinci ifade ederler. Daha sonra durum değişir Urfa da ağırlıklı olarak yine müzik yapar ama neyin müziğidir? Acının müziğidir, ezgini müziğidir. Acıların ifade ediş dönemi başlar. Neye karşı? Lanetten çekilen acıya karşı. Ama öncesinden gerçekten durum farklı ilk dinsel müziğin Urfa’da yapıldığı söyleniyor.
Bu anlamda Urfa birçok anlamda ilki ifade eder. Sümer daha aşağıda kurulur ve daha çok Dicle ve Fırat’ın birleştiği yere yakın alüvyonlu alanlarda gelişiyor. İlk şehirleşmeler orada vücut buluyor. Şehirden devlete gidiş de buradan başlıyor. Devletin temel bir özelliği var temel kuruluştan sonra devlet hep dışa doğru yayılmak ister. Yayılma iki temel noktayı esas alır bir doğal zenginliklerin talanı iki birikmiş değerlerin talanı üç insanın kendisini körleştirmesi bu üç etken devletin dışa doğru yayılmasını şart kılar. O açıdan dışa doğru yayılmalar başlar. Bir devlet olgusunu düşünün. Güneye gider mi bir şey yoktur, niye gitsin çölde ne var! Ama kuzey, kuzeyde ne var? Bolca ormanlar var, yine örnek vermek gerekirse eskiden ormanlarda Gılgamış destanı incelenir ya Gılgamış destanı da sedir ormanlarında geçer. Sedir ormanları nerede var? Lübnan’da onun için onun için Gılgamış destanı ta Lübnan’a kadar götürülür, bu doğru değil. Şu çok iyi bilinir Zagros-Toros dağ silsilesi var, o altın hilal denilen kavisli kesimi uzun yıllar hep sedir ormanlarıyla doludur. Kürtlerin yaşadığı coğrafya da hep sedir ormanları vardır. Orman şehirli kesimlerin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerdir dolayısıyla ormanları gasp etmek.
İkincisi, orada gizli madenler var. Üçüncüsü, neolitik toplumun birikmiş değerleri vardır. Yine en çok yani en önemlisi de köle emeğine ihtiyaç duyuluyor. Yeni bir köle toplum doğuyor ve kölelik esasta bu temellerde başlıyor. Onun için dışa doğru sürekli bir yayılım gelişiyor. İşgalin hedefi her zaman için ilkin Kürdistan olmuştur. O açıdan da ilk direniş Kürdistan’da gelişmiştir. Şu da söylenebilinir: Kürtler sadece neolitik devrimi gerçekleştiren halk değildir. Aynı zamanda özgürlük için ilk direnişi başlatan toplumdur. Yani Kürdistan coğrafyası ilk özgürlüğü, direnişi geliştirme özelliğine sahip olan bir toplum olma özelliğini de taşıyor. Bu yüzde yüz keskinlik gösteren bir gerçekliği ifade eder. Doğal olarak insan çok rahatlıkla bunu açıklayabilir. Bu açıdan Kürt toplumu gerçekten de özgün bir toplumdur. Örneğin Önderlik etnik toplulukları sayıyor. Mesela özgürlüğü savunmak için ne yaparsın? Diyelim ki dağa geri çekilirsin. Sırtını kırsala verirsin, dağı özgürlüğünü korumanın bir kaynağı haline getirirsin. Daha sonrasında bu nilhursak destanında ana tanrıça yüksek dağın tanrıçasıdır. Önderlik onun için dağla bizim ilişkimizi sorgularken şunu söylüyordu: “Kürdistan dağları ana tanrıçanın tahtıdır. Siz oraya doğru yaklaşmıyorsunuz. Orası özgürlüğün yatağıdır, yani özgürlüğün beşiğidir. Tarihten özgürlüğün direniş kaleleridir.” Geri çekilme ama dağa dayanarak o topluma karşı kendi özgürlüğünü, kendi yaşam tarzını ve değerlerini koruma ve savunma bu süreçten başlıyor. O nedenle hiyerarşik ve devletçi topluma karşı ilk özgürlük mücadelesini başlatan yürütücüsü olma özelliğini taşır. Bu açıdan direniş kültürünün de sahibi veya oluşturucusu olma özelliğini barındıran bir toplumdur. Bundan uzaklaşma olabilir ama şu da çok rahatlıkla söylenebilinir.
Bunca egemenlik altında olmalarına rağmen Kürtlerin hâla kök kültür olarak neolitik kültürünün şu ya da bu şekilde yaşatmaları bile bu direnişin büyüklüğünü gösterdiği gibi bu kültürün sahibi olmalarına da aynı zamanda bir işarettir. Bu kültürden gerçekten de vazgeçme en azından yakın döneme kadar azdır. Biz kapitalizmi iyi anlamıyoruz, kapitalizm insansızlaşmadır. Hem de korkunç bir insansızlaşmadır. Kapitalizm insanın temel insani özelliklerinin yitirilmesidir. Gerçekten de insanın insandan uzaklaşmasıdır. Bu da yeterince anlaşılamadan ve bunun tahrip edici etkisi yeterince bilince çıkarılmadan özelikle de bu süreçte sisteme karşı tutarlı bir mücadele verebilmemiz zor.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER