BOYUN EĞMEMEK VE DİK DURUŞ ÜZERİNE
Dünyanın zalimleri ve buyurganları, müstebitleri insanlara kul olmayı dayatanlar birden bire insanların kimsenin önünde eğilmemeleri gerektiğini ve hatta her boyun eğişin bir alçalış olduğunu söylüyorlar.
Gerçekten de insanın her boyun eğişi-bu ne olursa olsun, kime karşı olursa olsun-sonuç itibariyle bir irade kırılması olduğu için kişilik hak ve meziyetlerinden bir geri çekilişi yani düşüşü ifade eder. Çok çok önceleri Jean Jacques Rousseau: “İnsanın özgürlüğünden vazgeçmek demek insan olma niteliğinden, insan haklarından hatta ödevlerinden vazgeçmesi demektir. Böyle bir vazgeçiş insan doğasıyla bağdaşmaz. Çünkü özgürlük elde edilebilir, ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez” derken kast ettiği gerçeklik bu gerçeklikti. Ve dikkat edersek insanlık tarihinde en seçkin sözler hep biraz da dik durmayı tembihler, boyun eğişi ret eder ve insanı -insanlığı boyun eğişlere karşı direnişe ve karşı duruşa çağrı yapar. Ve çoğumuz biliyoruz ki bu dik durmaya en büyük erdemlilikler yüklenmiş ve halen de söz düzeyinde bu böyledir.
İnsanın dik durması gerektiği, kimseye karşı kendisini ezik görmeden, ezik hissetmeden yaşaması gerektiği ve hatta bunun için direnişe geçerek-gerektiğinde dağlara çıkılması gerektiğini de biz belirtiyoruz. Ve belki de Özgürlük Savaşçılarının en büyük ve çarpıcı özellikleri nedir diye sorulacak olursa, verilecek en yalın cevap: dik duruşları ve tüm dünyaya gerektiğinde kafa tutabilmeleri olacaktır.
Özgürlük Savaşçıları ya da gerillaların en temel özellikleri kesinlikle her türden boyun eğişe karşı durmalarıdır. Ve biz biliyoruz ki özgürlük dağlarına katılanların en az yüzde 95’inin katılımı bu temeldedir. Kimselerin onlara tepeden bakmaması için yönlerini dağlarına verdiklerini bu işi az ya da çok bilenler bilir.
Gerilla kimliğine ilişkin yapılan bir değerlendirmede:
“Gerillaya katılan her birey-ister bilinçli ister bilinçsizce olsun-katılma gerekçeleri vardır. Katılan bireylerin ortak noktaları kapitalist sistem etkilerini her gün yaşayarak horlanmalarıdır. Sorun okumuş ya da okumamış olmanın çok uzağında bir gerçekliktir. Sorun fakir ya da zengin olmanın da ötesinde bir durumdur. Türk Kürt olmak, alevi suni olmada esas değildir. Dediğimiz gibi gerillaya gelen her bir bireyin geldiği ortama karşı bir duruşu vardır. Çok bilinçlice tercih edenden bilinçlice olmadan dağları tercih edene kadar bir geniş yelpaze elbette vardır. Ancak ortak nokta her gelenin bir kimlik kazanma istemidir. Sınıflı toplum bireyleri hiçleştiriyor. Bireylere karşı saygıyı öldürüyor. Sevginin genelleşmesini engelliyor. Her şeyden daha önemlisi ise gelen her bireyin derin ruhsal dünyasında sisteme karşı müthiş bir öfke uyandırıyor. Var olan sistem mutlaka bir şekilde bireylere hakarette bulunmuştur, bireyleri küçültmüştür, bireylerin kendilerini olmasını engellemiştir. Birde belki de daha da önem kazanan bir husus, insanın derinliklerine nüfus etmiş insani özeliklerinin yaşam bulmaması durumunda bu özelikleri pratikleştirmek istenen mekânlara kayılması şaşılacak bir durum olmamalıdır herhalde. İşte bu arayışı olanlar ilk elden alternatif yerlere gözlerini dikeler. Her insanda mutlaka bir arayış vardır, lakin sistem çoğu kez birçok gencin arayışını başka yerlere kanalize ederek içini boşaltabiliyor. İçi boşaltılmamışları dağların doruklarına ulaştırdığınızda ya da böyle olanlar kendilerini dağlara attıklarında orada çok şey değişi veriyor. Bir benlik süreci derinden başlıyor.
İşte gerillaya katılımlar biraz da kendi benliğini arama temelinde olmaktadır. Kendi benliğini genelin benliğiyle birleştirmek ve buluşturmak başlıca bir amaç ve ulaşılmak istenen hedeftir” denilmektedir.
Çok tuhaf özgürlük için yollara çıkanlar kendilerini böyle ele alırken bir de bakıyoruz ki, bu kez insanı en fazla horlayan, dıştalayan; “Ananı al da git”den başlayıp geçen yıl “ucube”ye, “tıksırıncaya kadar için”e, Hopa’da bir protestocudan söz ederken kullandığı “kadın mıdır, kız mıdır bilemem”e, muhalefeti hedef alan “burnunu sürtmek” ya da “tükürdüklerini yalayacaklar” türünden veciz sözler gibi böyle onlarca sözü, sadece insanı rencide etmek, küçük düşürmek, alay etmek için sarf ettiğini ve bunun da temel bir nedeninin kendisine ya da kendilerine karşı koyanları sindirmek ve boyun eğdirmek olduğu gün yüzü gibi ortadayken, neden böyle inanmadıkları sözlere başvururlar?
Çok açıktır. AKP, Erdoğan ve cümle cemaat ekibi despotlaşma yolunda tam gaz ilerlemektedirler. Bunun için Türkiye’de değiştirmedikleri tek bir yasa bırakmadılar. Değiştiremediklerini ise zaten fiilen pratikleştirmektedirler.
Dikkat edelim; seçim sürecinin başından bu yana hiçbir hukuk kuralına riayet etmeyen bir Erdoğan-herkese tam boyun eğdirmek için-aralıksız çalışıyor. Yukarıda ifade edildiği gibi herkese en alçaltıcı sözleri sarf etmekten çekinmiyor. Böyle olan bir kişi ya da böyle olan bir cemaat ve parti, bu kadar alçaltılmayı ve hor görmeyi toplumun kabul edemeyeceğini bildikleri için, bu kez tersten-kendilerinin-boyun eğmelere karşı olduklarını, hem Erdoğan’ın hem de Davutoğlu’nun ağızından duymuş oluyoruz.
Ama unutuyorlar ki, Türkiye toplumu ve toplumları artık eskiden belledikleri ve bildikleri ve öyle olmasını istedikleri balık hafızalı toplum ve toplumlar değildirler. Türkiye toplumları artık sadece söze bakmıyor söz ile birlikte eyleme yani yapılanlara da bakıyor. Diz boyu faşizme doğru ilerleyen bir Erdoğan ve AKP’nin neme nem boyun eğici kişilik ve yapılar olduğunu ise tabiatı gereği görüyor ve biliyor.
Özcesi: Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye misali, geçti yalan ve aldatmalarınızın zamanı…
ŞEHİT KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER