TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (12.BÖLÜM)
8-SÖMÜRGECİLİĞE KARŞI KÜRT KADINLARININ ÖZ SAVUNMASI;
16. yüzyıl; Kürdistan topraklarının Osmanlı ve Safevî İran devletleri arasında Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla paylaşıldığı, bu paylaşım uğruna en şiddetli savaşların yaşandığı yüz yılıdır. Kürt beyliklerinin taraf oldukları bu savaşlar Kürdistan topraklarında sayısız kıyımlara neden olmuştur. Topraklarının paylaşılmasını kabul etmeyen aşiretler, beylikler, köylüler sayısız isyanlarla sömürgeciliğe karşı başkaldırıların yüz yıllarını başlatmıştır. Osmanlı imparatorluğunun Kürtlerin özerkliğine saygı göstererek ilişki kurma biçimi TC’nin kuruluşu ile bir halkı ret ve inkâr ilişkisine dönüşür. Bu ret ve inkâr siyasetinin biricik nedeni de 19. yüzyılın başından itibaren Tanzimat fermanlarıyla başlatılan ulus devlet inşasıdır. Bu döneme kadar kendi silahlı öz savunma gücü olan, medrese eğitim sisteminde bağımsız kalan, vergi ödemeyen ve hatta dış siyasette görece bağımsız davranabilen Kürtler, silahsızlandırılma, vergi altına alınma, aşiret mektepleriyle egemen eğitim sistemine çekilme sorunlarıyla karşılaşır. Savunma, eğitim ve ekonominin merkezileştirilmesi politikalarıyla, Kürdistan’ı yeniden işgal seferleri düzenlenir. 19. yüzyıl isyanlarının çok yaygın biçimde gelişmesinin nedeni özerkliğini koruma ve işgali durdurmaktır. Çünkü sadece dış savunma konularında merkezi devlet ile ilişkilenen ve egemenliği genel anlamda onaylaması dışında Kürtler diğer konularda bağımsız gibidirler. Bu durumun dışına her çıkıldığında Kürtler başkaldırmış, devlet kurma girişimlerinde bulunmuş ve özerkliklerini korumuşlardır.
Ancak 1. Dünya savaşında antiemperyalist direniş savaşlarının öncülüğünü yapan ve savaşı önce bulundukları topraklarda başlatarak ilerleten Kürtlerin demokratik birlik duruşuna verilen cevap dört devlete pay edilerek parçalanması olmuştur. Oysa Kürt halkı emperyalist işgale karşı Maraş, Urfa, Antep bölgesinde ilk direnişi başlatarak, Çanakkale savaşında yer alarak kurtuluş savaşına başarıyla sonuçlandıran bir güçle katılmıştır. İran, Irak, Türkiye ve Suriye arasında Lozan anlaşmasıyla paylaştırılan Kürdistan halkı yeni ayaklanmalar devrini başlatır. Ulus devletin toplumu silahsızlandırma ve ekonomiyi tekelleştirme programına ve bu programın yeni işgal seferlerine karşı her Kürt köy ve aşiretinin, beyliğinin kesintisiz isyanı baş gösterir. Esasında Kürtlerin büyük isyanının nedeni öz savunma gücünü kaybetmek istememesi ve öz savunmasını kırmaya dair geliştirilen saldırıların, toplumsal varlığını yok edeceğini bilmesidir. Bu anlamda Kürt isyanları öz savunmasını kaybetmek istemeyen bir halkın direnişe geçmesidir. Bu sürece kadar Osmanlı ve İran devleti tarafından ikiye bölünen Kürtler sadece vergi ödeme yoluyla merkezi devlete bağlıdır. Esasında aşiret ve beylikler biçiminde siyasi özerkliklerini yaşamaktadırlar. Her dört ulus devletin kuruluşuyla, işgal köy, kasaba, il düzeyinde siyasi ve askeri örgütlemelerle başlatılır. Kürtlerden ordularını dağıtmaları, beyliklerin siyasi organizasyonlarına son vermeleri, askerliğe gitmeleri ve vergi ödemelerini düzenli yapmaları istenir. Her dört devlet de Kürtleri tek ulus programıyla asimilasyon sürecine alsa da, en acımasızı Kürtleri isim ve dil düzeyinde dahi inkâr eden, yok sayan Türk devleti olmuştur. Kültürel soykırım dünyanın hiçbir yerinde bu düzeyde uygulanmamıştır. Öz savunma güçlerini, siyasi özerkliklerini kaybetmek istemeyen Kürt isyancıları vahşet düzeyinde bir karşı saldırıyla karşı karşıya kalırlar.
Anadilin yasaklandığı, direnişçilerin hava saldırısı bombardımanlarıyla katledildiği, direnişçi yerleşim alanlarının tüm sivil halkının kıyımdan geçirildiği, yüzbinlerce insanın sürgün yasasıyla göç ettirilip topraklarına el konulduğu, siyasi ve dini Kürt liderlerin tamamının idam edildiği bir süreç başlamıştır. Dağlara ve mağaralara sığınan kadın ve çocukların gaz bombalarıyla öldürülmeleri, el konulan on binlerce kadının subaylar tarafından götürülmeleri ve tecavüze maruz kalmaları, Kürt halkının yüz yıllık tragedyasının belli başlı konularıdır. Şiddetin tek yönetim ve yaşam biçimi haline getirildiği Kürdistan’da, kadın bu şiddetin en ağır yaşayanı olmuştur. Kültürel ve fiziksel soykırım kadın kültürünü ve toplumsallığını tasfiye ederek gerçekleştirilmiştir. Kürt halkının kayıp kızlarının, dilini konuşamayan kadınlarının, tecavüze uğrayan ve topraklarını, ekonomisini, toplumunu yitiren kadınlarının uğradığı şiddetin tarifi yoktur. Sömürgecilik ulus devlet modelini katliamlarla paralel ataerkil yapılar örgütleyerek, bu yeni ataerkil yapı üzerinden işbirlikçi bir sınıf geliştirerek hayata geçirmiştir. Techir kanunuyla topraklarına el konulan isyancılar uzak ülkelere gönderilirken, isyan bölgeleri feodal ilişki biçimi olan ağalık ile yapılandırılır. İşbirlikçi ağaya tahsis edilen topraklar üzerinde köylüler acımasız sömürüye tabi tutulurlar. Daha önce aşiretin, köyün ortak tarım alanları, meraları olan topraklar artık sadece bir ağanındır. Toprağı özelleştirme yoluyla topraksızlaştırılan köylüler yoksullaştırılarak güçsüzleştirilir, serfleştirilir. Topraksızlaştırma ile toprak sahibi toplum bilinci ortadan kaldırılmak istenir. Zulüm ve yiyiciliğin timsali ağalar aynı zamanda sömürgeciliğin siyasi ve sosyal temsilcileridir. Sömürgeciliğin modernite özentili yaşamı bu kişiler üzerinden yapılanır. Çok eşlilik bir ağalık hakkı olarak yeniden güçlenir.
Kürdistanlı dengbejlerin stranlarının çoğu ağaların zulmünü, kaçırdıkları kızların hikâyelerini, zorla sahip oldukları kadınların ölümlerini anlatır. Çünkü köyün ağası yalnızca serfin sahibi değildir, aynı zamanda tüm kadınların da sahibidir. Ağa kişiliğinde modelleşen bu aile ve erkek tipi, ekonomiye talan yoluyla el koyan erkeklerin bir sosyal rol modeli olur. Başlık parası, berdel ve kumalık bu talancı ekonominin sahibi erkeklerin geliştirdiği kadın ticareti biçiminde gelişir. Yoksullaştırdığı köylünün kızını para karşılığında satın alan yaşlı erkek ve kızını yoksulluktan çıkma umuduyla mal gibi satan yaşlı erkekler dünyası vardır artık. Parası olmayan erkeklerin berdel yoluyla değiş tokuş ettikleri kızlar ve kız kardeşler bir gizli kadın satış pazarı olduğu kadar, kan davalarında rehine işlevi gören berdellerdir de. Ağalık kurumundan önce toprakların sahibi özgür aşiretlerin ekonomisini elinde tutan, kültür dünyasını yaşatan, köy komünal yaşamın odağında olan kadın, ulus devletin ağalık ilişkileriyle bir köleleşme süreciyle karşı karşıya kalır. Şeyhlik ve mollalık sömürgeci devletlerin Kürdistan’da ideolojik kurumlaşmasını sağlamak amacıyla özel bir politika temelinde örgütlendirilen iktidar ve ataerk yapılardır. Din kardeşliği ve din birliği söylemlerini devlete bağlılık ve boyun eğme amacıyla dile getiren her iki kesim, sunni tarikat ve mezheplerin en koyu temsilleridirler. Kadının cariyeleştirilmesi, eve kapatılması ve çokeşli evlilik temelinde çocuk doğurma aracına dönüştürülmesinin ekolü olan bu tarikatlar, Cumhuriyet ile birlikte hemen hemen her köy, kasaba ve mahallede örgütlenir. Cami ve tekkelerde toplanan erkek cemaatlerine İslam devleti propagandasıyla sömürgecilik kabul ettirilir. İkinci ideolojik çalışmaları ise ‘kadın erkeğin tarlasıdır’ söylemiyle, kadının eve kapatılması ve uysallaştırılmasına dönük propagandadır. Kadının uysallaştırılması demek bir toplumun uysallaştırılmasıdır.
Sömürgeci güçlerin Kürdistan isyanında gözlemlediği en kuvvetli toplumsal dirençlerden biri kadın direnişi ve kadının kültürel, sosyal-ekonomik geleneklerdeki ısrarı olmuştur. Kadını eve kapatma projesinin şeyh ve mollalar tarafından örgütlendirilmesinin amacı kadın direncini kırmak, ekonomiden koparmak ve geleneğin toplumsal örgütlenmesini durdurmaktır. Aynı zamanda isyanı bastırılmış, çaresizleştirilmiş erkeği çok kadınlı ve çok çocuklu aile iktidarıyla avutmak, sahte güç sahibi yaparak apolitikleştirmek hedeflenmiştir. Bu döneme kadar aristokrat, varlıklı ve iktidar elitlerinde görülen çokeşli, çok çocuklu hanedanlık ideolojisi toplumun geneline yaydırılır. Ağırlıkta tek eşlilik biçiminde yürüyen evlilik kurumu bu süreç içinde tasfiye edilir. Günah kavramının kadın bedeni üzerinden dinin en güçlü söylemi olarak yeniden güncelleştirilmesi bir kadın düşmanlığıyla sonuçlanmış ve kadınların eve kapatılması Kürdistan’da esasta Cumhuriyet ile başarılmıştır. Günah ve kadın düşmanlığı kadının öz savunmasını kıran en etkili ideolojik söylemdir. Böylelikle yaşamın her anına, her kadının ve erkeğin dünyasına sinen bu ideoloji, inşa ettiği bu aile modeliyle toplumu fikirsel olarak sakatlar, sömürgeciliğin gerçeğini düşünemez duruma sokar. İktidar güçlerinin en yetkin özelliği, toplumun gündemini saptırarak, yapay gündemler icat ederek ve sunni çatışmalar üreterek yönetmesidir. İktidar bu tarzda gizlenir ve kendini görünmez kılar. Şeyhlik ve mollalık sömürgeciliği görünmez kılan güçler olarak, inşa ettikleri bu erkeklik, kadınlık ve aile ile kendilerinin de sömürgelerini gerçekleştirirler. Büyük şeyh ve molla evleri birer hanedanlıktır. Tarikatlarında yer alanlar tarlalarında, evlerinde ve bahçelerinde gönüllü çalışmayla büyük emek sömürüsüne uğrar. Müritlerin hediye ve bağışlarıyla zenginleşilir. Buradaki mümin-mürit ilişkisi artı ürüne el koyma ilişkisidir ve ağa-serf ilişkisinin teolojik biçimidir. Ancak bu şeyh evlerinin ücretsiz çalışanlarının büyük çoğunluğu kadınlardır. Kadın emeğini gasp etmek, uysallaştırarak cinsel istismarda bulunmak, istediği kadını eve kapatmak, büyü yapma aldatmacasıyla sömürmek bu şeyhlerin gündelik yaşantılarıdır.
Günümüzde hala kırsal bölgelerde kadının ekonomik ve kültürel hayatın içinde olmasının, eve kapatılamamasının nedeni komünal ekonomi ve kültürel yaşamın kendini koruyor olmasıdır. Kasaba ve kentlerde ağırlıkta eve kapatılan kadın gerçekliği görülmektedir. Şehirlerde yaygın örgütlenen bu tarikat ve mezhepler her evi kadının zindanı, her kadını kara çarşafın, türbanın tutsağı yapmıştır. Zihinsel ve bedensel olarak zindana koyulan ve tutuklanan kadın demek toplumun tamamının bir fikre esir düşmesi demektir. Bu günah ve namus ideolojisi kadına sahip oldukça kendini güç gören erkeği yaratır ve erkek edindiği gücü kaybetmeme uğruna cinayetler işler. Kadına dokunmanın günah sayıldığı ve kadına dokunmamayı kutsal ilke kılan bir inancın topraklarında, günah ve namus adına kadına dokunmak, onu öldürmek bir din buyruğunun gereği olur. Kadın cinayetleri, töre, aile içi şiddet Kürdistan’da sömürgecilik kurumlaştıkça yaygınlaşan bir durum olmuştur. Dini otoritelerin erkek cemaatlerinde açıkladığı fetvalar, verdiği vaazlar cinayeti meşrulaştırma zeminlerini oluşturur ve fetvanın izniyle cinayetler işlenmeye başlanır. Ortadoğu’da bölgesel hegemonya rolüne soyunan İran devleti aynı politikayı Şii mezhep hattı üzerinde örgütlemektedir. Fars uygarlığı komünal Aryen uygarlığı içinde devletçi ve ataerkil uygarlık doğuran uygarlığı temsil eder. Zerdüşt dinini mag rahipleriyle devlet ideolojisine dönüştüren Fars egemen sınıfının en belirgin özelliği, kadın inanç ve kültürünü tümden yok sayarak, egemenlikli, iktidar yorumlu tanrı, doğa, yaratılış yorumunu inşa etmesidir. Şahname’nin yaratılış efsanesinde dişil öğe dahi yoktur ve Feridun’a kadar yedi erkek ata yalnızdır, kendi kendinin doğurucusudur ve kadına hiç rastlanmaz. Arap İslamî milliyetçiliğe karşı Şii İslami milliyetçilik ideolojisini geliştirir.
Ancak İran Şialığının çarpıcı özelliği, Şiiliği Mazdeki, Manist, Hürremi ve Alevi yoruma dayalı direniş içinde olan komünal toplumsal hareketlere karşı geliştirmiş olmasıdır. Şiilik komünal hareketlerin kadın ve erkek eşitliği, özgür aşk kuramı ve mülkiyet karşıtı konumlarını ret etmiş, İslami tassavufun Enel Hak anlayışı temelindeki iktidar karşıtlığını karşısına almış ve İslam içindeki ayrışmasını sadece iktidar çatışmasına dayalı bölünmede Ali taraftarlığıyla sağlamıştır. Tassavufi komünal hareketlerin merkezi yeri İran’ dır. Bu komünal hareketleri devlet egemenliğine tehdit gören Fars egemenleri komünal hareketlere ve tasavvuf filozoflarına karşı katliamları en fazla gerçekleştiren güçlerdir. Osmanlı devletinin sunni mezhebi ataerkilleştirme ve iktidarlaştırma rolünün aynısını çok daha öncesinden Şiilikle tasavvufi komünal hareketleri ataerkilleştirerek, iktidarlaştırarak tasfiye etmeyi temel devlet politikası ve teolojik çalışma yapan İran devleti bu pozisyonuyla, Mezopotamya’dan başlayarak Arap coğrafyasına kadar yayılan iktidar karşıtı direniş coğrafyalarını Şialaştırır. Şialaştırma demek salt Ali taraftarlığı demektir. Şialaştırma demek Kuran’da yer alan ve kadın aleyhine olan ayet ve hadisleri en katı biçimde uygulamaktır. Şialaştırma demek çok eşlilik, kadının kapatılması ve erkek üstünlüğünün esas alınması demektir. Aynı pozisyonunu mollalar kurumuyla İran devrimini İslamlaştırarak devam ettirmiştir. Rejimini kadın katliamıyla ayakta tutan en tehlikeli devlet gücüdür. Recm, muta nikâhı, çok eşlilik rejimin katı ataerkil ideolojiye dayanarak kendini devam ettirmenin araçlarıdır. Devrimleri karşıtına dönüştürme yeteneğiyle Ortadoğu’da hegemonik güç olan İran devleti, Şii coğrafyanın demokratik modernite temelli değişim gücü olmasını hızla dinselleştirerek, mezhepleştirerek tüketmektedir. Şii ve Sunni mezhepsel bölünmeye dayalı bölgesel hegemonya gücü olmaya çalışan İran ve Türk devletleri Ortadoğu’da şiddetin en tehlikeli geliştirenleridirler. Kadın uygarlığı ve halklar karşısında katliamda ortak davranırlar. Paylaşım konularında çatışmalı ama demokratik uygarlık güçleri karşısında uzlaşmalı ilişkilerle Ortadoğu gericiliğinin iki önemli kaynağı olurlar.
Buz dağının iki ayrı yüzü olan her iki devlet Kürtler, kadınlar, inançlar ve kültürler karşısında yüzyıllardır katliam ortaklığı yapmaktadır. Her ikisi de kadını eve kapatma, ailecilik ideolojisiyle sosyal dünyalarını inşa etmekte, bu inşalarla Kürdistan, Akdeniz, Basra, Arabistan, Anadolu kuşağını kuşatmaktadırlar. Kapitalist moderniteyi bu tarz özgünleşmeyle Ortadoğu’ya taşıran her iki devletin modernite ile göreceli çatışmaları paylaşım hakkı ile ilgilidir. İran Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Yemen kuşağını Şiileştirerek devletçi uygarlığını, hegemonya örgütlenmesini amaçlarken Kürt ve Arap Aleviliğini asimile etme, halkların kurtuluş mücadelelerini dincileştirme yoluyla dış politika araçlarına çevirme ve kutuplaştırmaya çalışmıştır. Tıpkı Türk devletinin aynı hat üzerinden sunnileştirme kuşağını geliştirerek vahabilik üzerinden Arap milliyetçiliğini kendi hegemonya arayışlarına araçlaştırması gibi. Ulus devlet ve onun işbirlikçileri, toplumun hem anlam değerlerinden düşürülmesi hem savunmasız bıraktırılmasıdır. Özerkliklikleri yok edilerek komünal kır yaşamı, farklılıkları kaybettirilerek aşiret bağımsızlığı, özgürlükleri değersizleştirilerek kültürel çeşitliliği, ekonomik gücü tasfiye edilerek kadın öz gücünü, zihinsel enerjileri, ahlakı anlamsızlaştırarak vicdanı, inançları bitirmek ulus devletin varoluşsal nedenidir. Tek millet, tek dil, tek din, tek bayrak söyleminde dile gelen faşizm son yüz yılın kadınların ve Kürtlerin kıyametine dönüşmesine yol açmıştır. Kürt ve kadın olmak gerçekliğini varoluşsal bir probleme dönüştüren bir realiteyle karşı karşıya kalınmıştır. Varlığı inkâr edilen bir halkın, yaşamı karartılan kadınların varlığını yaşatma gerçekliğiyle karşı karşıya bırakılması akıl almaz bir zulüm olmaktadır. Bu nedenle Kürtler, kadınlar inkârı aşma temelinde bir direnişle karşı karşıya kalmıştır. Varlığını savunma problemi burada ya var olacak ya yok olacak düzeyinde baş göstermektedir. Bu temelde baş gösteren isyanlarda kadınların direnişleri de yurt savunması yoluyla kadın savunmasını sağlamak temelinde olur. Kürdistan’ lı kadın için özgürlüğünü sağlamak için yurdunu savunmak ve sömürgeciliği ortadan kaldırmak bu nedenle birbirinden ayrılmaz gerçeklerdir.
Tarih boyunca varlığını savunmak için yurdunu savunan kadınların bazılarını hatırlarsak;
A-Kral Yenen Kadın;
Şeceret üd-Dür, Fransız ordusunu bozguna uğratmış, Fransa kralı IX Louis'yi de esir almış Kürt Mısır hükümdarıdır. Eyyubi sultanı Necmettin Eyübi’ nin cariyesi olan Şeceret üd-Dür, Necmeddin’ in ölümünden sonra, Necmeddin’ in oğlu Turan şah ile girdiği mücadele sonucunda hükümdar olur. Haçlı seferlerine karşı muazzam bir savaş yürüten Şeceret üd- Dür, Haçlı saldırılarının en güçlü komutanlarından Kral 9. Louis’ yi esir alarak saldırıların püskürtülmesinde tarihi bir rol oynar. Savunma savaşı ve askeri komuta yeteneği, cesareti ve kararlılığı onu tanımlamak için kullanılan tespitlerdir.
B-Kela Qumri;
Kela Qumri olayı bir Asuri kadınının direnişini anlatmaktadır. Behdinan’ın Metina bölgesinde Osmanlı devletinin Asuri halklara karşı yürüttüğü topraklarını ele geçirme saldırılarına karşı direniş başlatan ve direnişin pratik önderliğini yapan bir Asuri kadındır Qumri. Yüksek dağlarda inşa edilen kalesinden direnişi yönetir. Geniş bir coğrafyaya yayılan isyanı uzun bir zamana yayılır. Öldüğü yer bir türbeye dönüşmüştür ve Qumri yalnızca Asuri halkının değil Kürt halkının imgesinde de güşlü yer edinmiştir.
C- Güher Xanım U Kela Dımdımé-Ağrılı Bir Ayaklanma;
Kürt tarihinin en önemli dönemlerinden biri olan Dımdım Destanı, Safevi hükümdarı Şah Abbas (1587-1629) döneminde yaşanmıştır. Safevileri tek bir devlet haline getirmek isteyen Şah Abbas I, Kürdistan’ ı egemenliğine almak için seferler düzenler ve Kürt halk ayaklanması olan Dımdım ayaklanması buna karşı gerçekleşir. 1608-1610’da baş gösteren bu ayaklanma Safevi devletinin varlığını tehdit eden tehlikeli ayaklanmalardan biridir. Ayaklanmayı bastırmak üzere Şah, Güher Hanım ve oğlu Emir Han’ın Gozan tepesine yaptırdığı Dımdım kalesini kuşatır. Yıllarca süren ayaklanmada Mukri, Celali, Bradost Dımıli ve bazı Şemski kabileleri olmak üzere birçok aşiret yer alır ve kaleyi Güher hanım ve Emir Hanın önderliğinde savunurlar. Ancak savaşın zaaflı bir anında Şahın askerleri kaleye girerler. Guher Xan’ın gelini Viyan’da bu direnişte önemli bir rol oynayan kadınlardan biridir. Yaralıları iyileştirmeye, yaralıların cephane ve lojistik ihtiyaçlarını gideren kadınlar, büyük kazanlarda kaynattıkları suları kalenin burçlarından aşağıya doğru Şah Abbas’ın askerlerine dökerek kuşatmayı kırmaya çalışırlar. Bu kuşatmada isyan daha sürerken kadınlar bir toplantı yapar ve alınan en önemli karar, Şah Abbas’ın askerlerinin eline sağ geçmemektir. İsyanın bastırılacağını gören kadınlar, ele geçmektense ölmeyi tercih ederler. Viyan hanım askeri cephanenin düşmanın eline geçmemesi için en alt katta bulunan cephaneyi ateşe verir. Hamile olan Viyan Xanım bu patlamada hayatını kaybeder. ‘‘Büyük bir strateji bilgisine sahip Güher Hanım daha öncesinde kalenin altına büyük mahzenler su depoları ve borular döşetmişti. Kalenin kuşatmasının ciddi olduğunu ve her an düşebileceğini düşündüğünden bütün mahzenlere ve depolara barut fıçıları doldurmuştu. Zira muhtemel bir saldırıda çareleri tükendiğinde kaleyi havaya uçuracaklardı. Yedi yıl süren savaşın seyri, şahın, gizli suyolunu bulmasıyla değişir. Kalenin içindekilerin susuz kalmasından dolayı kale şah tarafından ele geçirilir. Kalenin ele geçirildiği sırada Güher Hanım kalenin içine daha önce döşenmiş barutların üzerine çıkarak barutları patlatır. Ve kale yerle bir olur. Kürtlerin Şér Şér e, çi jin e çi mêr e atasözünden de anlaşılacağı üzere kahraman Güher hanım kaleye giren Şahın askerlerini havaya uçururken kendisi ve evlatlarını da feda ederek ölümsüz bir destanın yaratıcısı olmuştu.’ Kürt kadınlarının kendini ve halkını savunmanın temel tarzı olarak öne çıkan işgalciye ve sömürgeciye karşı isyan savaşları bir özgünlüğü içermektedir. Bu özgünlük düşmana teslim olmaktansa intihar direnişi ile onurunu korumak biçiminde şekillenmiştir. Esaret, kölelik, cariyeleştirmeye karşı hayatlarından teredütsüz vaz geçen bu kadınlar, böylelikle kendilerinin, ülkelerinin ve halklarının öz savunmasını sağlarlar. Öz savunmanın sadece silahlı bir direniş olmadığını aynı zamanda yenilmez bir ruh olduğunu ve bir karekteri ifade ettiğini bu olayda görmekteyiz.
D-Xanzad;
Mir Süleyman bin Şakeli Bey, Xanzad’ ın eşidir. Bağdat hükümeti ile ihtilafa düşünce Mir Süleyman tutuklanır. Xanzad emirliğe geçer ve Divinkala’ da olan Soran yönetiminin merkezini Harir'e taşır. Saldırılardan korunmak ve onlara karşı koymak için Gelasu Kalesi'ni Harir Dağı'nın üstünde inşa eder. Yönetimi sırasında birçok medrese, vakıf ve kaleler inşa eden Xanzad, güvenliği sağlama konusunda üstün yetenek gösterir ve asayişi iyi bir şekilde sağlar. Xanzad on iki bini silahlı piyade, on bini okçu süvarilerden oluşan bir orduya komutanlık yapar. Bu savaşlarda aktif olarak yer alır. Halka sunduğu ekonomik, sosyal yardım ve örgütlenmeler ve güvenlik nedeniyle hala kendisinden söz edilmektedir. Leşkeri Kasidesi onun için yazılmış ve bugünlere kadar gelmiştir.
E- Kara Fatma;
Sinemilli aşiretinin erkek üyelerinin sırayla ölmesi üzerine aşiretin başına geçen Fata Reş Hanım Rus işgali (1877-1878) Kuzey Kürdistan serhat bölgesine doğru gelişince, 300 dolayında süvari ve piyade ile işgal karşıtı bu direnişi başlatır. Rus işgali sırasında işgalcilerin eline geçen Erzurum’daki ünlü Aziziye Tabyalarını, topladığı 3-4 bin Kürt savaşçıyla ele geçirir. Maraş bölgesinde Kürt silahlı güçlerinin başında bulunan Kara Fatma bir süvari bölüğü ile İstanbul’ a geldiğinde dünya basınının ilgi odağı olur. Ev kadını haline getirilmiş, saraylara ve eve kapatılmış ya da fabrikalarda vahşice sömürülen kadın profilinin hâkim olduğu Avrupa insanı için binlerce süvariye Rêber Apo eden, savaş ve barış kararları alan, diplomatik etkinlikleri öz güvenle yerine getiren bu kadın tipi olağanüstü şaşırtıcı bulunur. Onun belirgin özelliği olan savaş ve barış kararlarına liderlik etme gücü aşiret konfederasyonunun uzun süre özerk ve bağımsız yaşamasına neden olmuştur. Siyasi iradesi, savaş yeteneği, öz savunma kuvvetleri onun gücünün kaynağını oluşturmaktadır.
F-Zeyno(Zeyneba Kalki);
Kalki Aşiretine mensup olan Zeyno, Bekiran aşiretine mensup ünlü Reşoyé Sılo’nun eşidir. 1925-1928 Ağrı isyanında Reşo ile karakol baskınlarına katılmıştır. Silah kullanmaktaki yeteneği, cesareti direnişçiler üzerinde olağanüstü etki yaratır. Erciş’e bağlı Zilan deresindeki Çakır Bey Karakoluna yapılan baskında önemli rol oynar. Ağrı direnişi devam ederken Zeyno kocası Reşo ile Muradiye sınırındaki Devetaş mıntıkasındaki bir mağarada gizlenirken ihbar nedeniyle çıkan çatışmada yakalanırlar. Reşo Silahının namlusunda mermi sıkışması nedeni ile kendini savunamaz. Teslim olan Reşo, bu arada mağarada çatışmaya devam eden Zeyno’ yu teslim olması için ikna etmeye çalışır. Zeyno eşinin çağrılarına karşı onu eleştirir ve eşine sarf ettiği sözler bir ağıt türkü olarak halk tarafından ölümsüzleştirilir. Zeyno’ nun gözleri önünde kocasının başı kesilir ardında da Zeyno önce ağzından kurşunlanır sonrada kafası kesilir. Ağrı Direnişinin simgesi olan bu kahraman Kürt kadınının başı köy köy dolaştırılarak teşhir edilir. Zeyno’nun eşi Reşo onu mevzide yalnız bırakmış hem ağzına sıkılan kurşunlar ile düşman bedenine zulm etmiştir. Ağıza kurşun sıkılması bir tecavüz imgesi olarak mesaj amaçlı yapılır. Başının köy köy dolaştırılması bize Perseus’un Medusa’ nın kestiği başını ülke ülke dolaştırmasını hatırlatır. Kadın bedeni üzerinden sistemin ideolojik ve siyasi mesajlarını anlatmak sömürgeciliğin bir ifade biçimidir. Cinsiyetçilikle iktidar sistemini işleyişe kavuşturmak mümkün olduğu için ölü kadın bedenine tecavüz ve teşhir ile toplum teslim alınmak istenir. Esasında kadınların yüreğine dehşet salarak onları sindirmek hedeflenir. TC Ağrı dağında öldürülmüş bir asi kadın bedeni üzerinde kendisini inşa eden bir devlettir. Kürt kadınlarının toplumlarını etkileme ve isyancı karekterini çok iyi tanıdığından öldürdüğü kadın isyancının bedenine vahşet uygulayarak halkı sindirmeyi hedefler. Büyük ve yenilmez olan Zeyno mudur yoksa bu devlet mi, güçlü olan bir ordu ve bir devlete karşı tek başına savaşan Zeyno mudur yoksa bir mağara içinde yalnız savaşan bir kadına karşı bir ordu savaştıran bu devlet mi? Peki, kaybeden kimdir? Tek başına kalsa da direnen Zeyno’ mu yoksa ordusu bir kadın cesedi üzerinden tatmin olan bu devlet mi? Halk bunu düşünür ve sinmez; çünkü Zeyno mevzide terk edilişine ettiği sitemi, isyanı ve sonuna kadar direnişiyle bir düşünce oluşturur ve halkına bir düşünme biçimi sunar. Bu düşüncede mesele ölmek ve ölmemek değil, nasıl yaşamalı ve neyi yaşamamalıdır. Kendi toprağında, dağının gölgesinde, zozanlarının serinliğinde özgür yaşayacaktır. Özgürlük yaşamını belirlemek kadar ölümünü de seçebilmektir. İşte sömürgecinin yenemediği bu düşüncedir.
G-Zarife: Koçgiri’nin Asi Asaleti;
Koçgiri isyan önderlerinden Zarife silahlı mücadele önderlerinden biridir. Koçgiri İsyanı ‘nın önderi olan Ali Şêr’in eşidir. Kırk kapı kırk makamın kadın dergâhıdır Zarife. Hülyalı göçebe aşiretlerin rüzgârlarını derleyen o kadınlar kelam fısıldar, cem döner ama gün gelir asi bedenlerini bir ateş dağı gibi mükemmel anlatmayı bilirler. İsyan bilgeliktir ve yazgıya insanı öğütler. İsyan ısrarcı doğruların aykırılıklar geliştirerek yanlış dünyaya bildirdiği itirazdır. Her isyan bir kaostur ve sistemi kendisine güvensizleştirerek, doğru hayatın olanaklarını artırır. Her açığa çıkan olanak bir karşı sistem olasılığını belirginleştirir. Bu nedenle her isyan bir zaman, her asi bir mekândır. İnsanı mekân felsefesinin dayandığı Kürt Aleviliğinin, isyanı bir yaşam biçimi olarak yaşamalarının nedeni, insanlık gerçeğinin anlamının bu olduğunu bilmeleridir. İnsan hakikatin mekânıdır. O halde insana dokunmak hakikatini öldürmektir. İnsan mekânına girmek onu kendi olmaktan bitirmektir. Mekân bu nedenle kutsaldır, savunulmalıdır ve dokunulmaz kılınmalıdır. Kürt kadınlarının işgalci güçlerin seferlerine karşı isyan hareketlerine Rêber Apo etmelerinin felsefesi, mekânın insan olduğuna dair bir anlamı yaşamalarıdır. Zarife mekânı insandır ve dergâhı Kürdistan’dır. Eşi Ali Şêr ile ilişkileri ‘Heval’ hitabında dile geldiği gibi yoldaşçadır. Eşit ve özgür bir birliktenliğe dayanan bu eş yaşam tutkulu bir aşka tanıklık eder. Siyasi, örgütsel ve askeri konularda Ali Şér ile eşit konumdadır ve gerçek anlamda bir yaşam ortaklığını yaşarlar. Her yıl gittiği Dersim’de siyasi konuşmalar yapar, ulusal bilinç çalışmalarında bulunur, çatışmalı aşiretleri hakemlik rolüyle barıştırır. Bir haini öldürdükten sonra İstanbul gazetelerinde ‘Aslan’ lakabıyla tanımlanır. Bizzat silahlanarak yer aldığı Koçgiri İsyanında savaşlara katılır ve kadınların bu silahlı isyanda yer almasına öncülük eder. Savaşın siyasi ve askeri liderliğinde gösterdiği cesaret nedeniyle ‘Aslan’ lakabıyla anılan Zarife bir iç ihanet sonucu Türk askerlerince katledilir.
H-Besé;
19. Yüz yıl Dersim için bir isyanlar sürecidir. Merkezi Osmanlı devletinin ulus devlet projesi kapsamında özerkliklerini kaldırdığı Kürtler için isyan bir karakter haline gelir. 1937-38 Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’nın eşi Besé ve binlerce kadın yer aldıkları isyanın direniş niteliğini belirlerler. Kadınların bu isyanlarda aldığı tutum isyanı salt bir isyan olmaktan çıkarmış ve kadın ruhunun amansız öz savunma tavrına dönüşmüştür. Kendine dokundurtmamak, insanın dokunulmazlığını ruhani biçimde savunmak ve kutsal değerlerinin yüceliğini gerekirse ölüm ile güvenceye almak bu isyancı kadınların inanılmaz direnişinde öne çıkar. Asla düşmanın eline geçmemek bu isyanın en çarpıcı özelliğidir. Besé ve binlerce asi kadın, devlet güçlerinin kullandığı aşırı şiddet sonucu sıkıştıkları dağların uçurumlarına sığınırlar. Ya düze inip askerlere teslim olacaklar ya da askerlerin eline geçmemek için kendilerini uçurumdan atacaklar. İşkence, katliam, tecavüz uygulamaları karşısında teslim olmayı reddeden Besé’nin ve binlerce kadının kendini uçurumdan atması kadının ruhsal, bedensel ve kültürel varlığını korumasının yoludur. Her Dersim dağının uçurum başlarından aşağıya atlayan bu binlerce kadının direnişi, tarihte belkide bir örneği olmayan kollektif ölüm olayıdır. Binlerce asi Dersim kadınlarının dağın suretinde uğuldayan sesleri hala yankılanır. Tarihin acı ve utanç içinde ama halkının onurluca tanıklığını yaptığı bu unutulmaz olay Kürt kadınları için bir gerçeklik ve bir hafıza olmuştur.
I-Peri Şan;
Kürt ayaklanmalarının en kapsamlı ve yaygın olanlarından biri Şeyh Sait ayaklanmasıdır. Türk devlet güçlerinin özerkliklerini ortadan kaldırma girişimlerine karşı özerkliklerini korumak için başlatılan isyan geniş bölgeye yayılır. Lice dağlarında konumlanan isyancılar, isyancı Perişan sayesinde uzun bir süre direniş güçlerini korurlar. Peri-Şan Kürtçe dilinde perinin şanı anlamındadır. Peri Hurri kelimesinin aldığı biçimdir ve bir kavmin etnik tanımının kadın özellikleriyle yapıldığı ender bir durumu ifade etmektedir. Perişan isyancılara silah temin etmekte, sevk- idare işlerine bakmakta, örgütlediği kadınlar ile lojistik desteği sağlamaktadır. Yakalanan isyancıların bazılarını temin ettikleri mücevher ve paralarla serbest bıraktıran bu Lice’ li kadınlar, kadınlara yasaklanan kamusal alana girer ve rüşvetlerle askeri yetkililerin bazılarını ikna eder ve tutsak erkekleri bıraktırırlar. Perişan isyan bölgesinde oynadığı önemli rolüyle bir kahraman olarak anılmaktadır ve ailesi hala onun ismiyle çağrılmaktadır.
İ-Eyşe Ya Dîn;
Deli Ayşe (Eyşeya dîn) Lice isyancılarına katılan kadınlardan biridir. Ona deli lakabının verilmesinin nedeni, geceleri yalnız başına vadilere ve yollara çıkıp düşman güçlerini kontrol etmesi, keşif yapıp bilgi toplaması ve bazen kehanet niteliğinde öngörüde bulunmasıdır. Verdiği bilgilerle isyancıları birçok konuda tehlikelerden korur. Halk içinde propaganda çalışmaları yapar, kadınlara kapalı olan meclislere ısrarla girer ve hayranlık uyandıran fikirleriyle etkide bulunur. Kürt ayaklanmasının bastırıldığı günlerde Lice erkekleri toplu biçimde götürülüp gizlice yargısız infaz edilir ancak korku nedeniyle kaybedilenlerin akıbetini bilmeyen ve devletten sormaktan korkan erkekleri ölüleri aramaya ikna eden odur. Çünkü o geceleri götürülen erkekleri takip etmiş ve infazlarına tanıklık etmiştir. Onun sayesinde ölülerini arayan erkekler, onun rehberliğini kabul eder.
J-Rındéxan;
Ezim rinda Rindexan
Ey tirkê Tacik
Karê we çiye li van ciyan
Rinda biye namdar
Ez dimirim birîndar û bê zar
Teslim nabim destê
Neyar û naçim bê ar.
Rindexan'la babası öncülüğünde Sason'da 1926 yılında isyan hareketi başlatırlar. Dağlarda mücadele aylarca sürer ve çatışmalar geniş bir alana yayılır. Güzel, cesur Rındéxan Sason direnişinin öncülüğünü yapar ve çatışmalara bizzat katılır. Uzun süren bu isyan, ihanetçi güçlerin yardımlarıyla acımasızca bastırılır. Tarihe Sason katliamı diye geçen bu isyanda Rındéxan yaralı ele geçer. Güzelliğinden etkilenen Türk ordu komutanı ona tecavüz etmek ister. Cinsel taciz karşısında Rindexan komutana 'Ben tutsağım. Bedenim üzerindeki her türlü tasarruf hakkına sahipsiniz ancak ailemin egemenliği altında olan topraklarda sizinle birlikte olmam mümkün değil. Bu sınırlar içinde bana el uzatırsan kendimi öldürürüm' der. Komutan ona 'ailenin egemenlik sınırları nerede bitiyor?' diye sorar. Rindexan 'Batman çayı bizim sınırımızdır. Malabadi Köprüsü'nden sonra bana sahip olabilirsin' der. Komutan bu öneriyi kabul eder. Malabadi Köprüsü'ne vardıklarında Rindexan komutana dönerek 'Babamın topraklarına son kez bakmak istiyorum' diyerek komutandan köprüye çıkma izni alır. Ağır ağır köprüde yürüyen Rindexan birden hızlanarak kendisini askerlerin şaşkın bakışları altında, sloganlar atarak Batman nehrinin sularına bırakır.
K- Leyla Qasım;
Leyla Qasım, Kürt feodalitesinin, ataerkil aile biçiminin en yoğun yaşandığı, ilkel milliyetçi hareketlerin geliştiği Güney Kürdistan’da, üniversite öğrencisiyken, Kürt mücadelesiyle tanışır. Egemen erkek toplum ve sömürgecilik sorgulamaları paralel gelişir ve kadın sorunu politik yaşama katılımını belirler. Ataerkil ve feodal Kürt siyasi yapısını aşacak, kadın özgürlüğünü sağlayacak bir sömürgecilik karşıtı mücadele örgütlenme arayışını geliştirir. 1970’li yıllarda Bağdat üniversitesi gençliği içinde öncülük yapan Leyla Qasım, bu gençlik örgütlenmesiyle Saddam rejimine karşı bir grup arkadaşıyla birlikte özgürlük eylemlerini organize eder. 1974 yılında diktatör Saddam rejiminin Qaladize ve Halepçe bombalamalarına karşı Kürt halkının sesini duyurmak için bir uçak kaçırma eylemini gerçekleştirmek isterler. Ancak bu uçak kaçırma düşüncesi gerçekleşmez. Tutuklanmadan önce Leyla ve Cewad Hemewendî Kürtlerle ilgili sosyolojik çalışma yürütmüş ama çalışma basılmadan yakalanmışlardır.Leyla Qasım, Hesen Heme Reşîd, Nerîman Fuad, Azad Silêman Mîran û Cewad Hemewendî 15 günlük işkenceden sonra idam edilirler. Leyla Qasım, işkencecilerin her defasında “sen neden bu yola girdin?” sorularına karşı “bu yola girmedim, ben bu yolda doğdum” der. ‘‘Beni öldürün ama şu gerçeği de bilin ki benim ölümümle binlerce Kürt derin uykudan uyanacak. Eğer bu dünyada pişman olduğum tek bir şey varsa halkıma daha fazla hizmet etmeden erken ölmek. Eğer özür dilemem gereken birisi varsa halkımdan özür diliyorum. Ki, ulusal kurtuluş mücadelesi davamda halkım için az çalıştım. Kürdistan’ın özgürlüğü uğruna canımı feda ettiğim için gurur duyuyorum.’ Sözleriyle savunmasını yapar. Leyla Qasım düşüncesi ve direnişi Kürt halkının direnişinde tarihinde unutulmaz bir yer açar. Kürt kızlarına ismi en çok verilen kişi olan Leyla Qasım, Kürt kadınlarının hatırasında en güçlü direnişçi imgelerden biri olarak yer almış ve gelecekte ortaya çıkacak kadın devrimine kaynaklık etmiştir.
L- ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ Sakine Cansız;
Dağın ışığını rüzgâr kaldıran gövdesiyle, dünyanın kalbini kaybettiği bir zamana ve adını yitirmiş kente indiğinde, her soluğu, her sesi, her tavrı, her duygusu bir uygarlığın yürüyüşü olan kadınlar vardır.
Bir kadın uygarlığının kavgasını başlatan Sara arkadaş (Sakine Cansız) elbette ilk yola koyulduğunda dağın ışığı, rüzgârı ve sözü dışında bir şeyi yoktu. Ama kendisi olmak diye bir şey vardır ki, o şey her şeydir. Kendisi olabilen bir kadın demek, onun için belki de en doğru tanım olacaktır. Kendisi olabilmek, varoluşunun ruhunu yaşamak, gerçeğinin hakikatini anlamak ve bu hakikatin nasıl var olacağını bilmektir. 1958 Dersim doğumlu Sara Arkadaş Dersim katliamından kurtulan bir annenin kızıdır. ‘Kürtlüğünden asla utanma’ diyen annesi Sara yoldaş için bir direngenlik ve kimliğinde ısrar örneğidir. Ortaokul ve liseyi okuduğu yıllar 68 Devrimci Gençlik Hareketlerininin Türkiye’yi sarsttığı yıllardır. Dersim’de aranan devrimcilerin isimleri duvarlara afişe edilerek, ihbar edenlerin mükâfatlandırılacağı yazılmaktadır. İlk eylemini ‘Onları yakalayamayacaklar’ düşüncesiyle örgütlediği arkadaşlarıyla afişleri yırtarak gerçekleştirir. Lise yılları okul boykotları, protesto eylemleriyle geçer, sol teori ile tanışır ve gittikçe devrimci dalganın güçlendiği Dersim’de ağbisinin de içinde bulunduğu silahlı gruplara yardım etmeye başlar. Ama Mahir Çayan ve arkadaşlarının ölümleri, Denizlerin idamı, gözaltılar, sürgünler arka arkaya gelir. Devrimci hareket Dersim isyanı gibi kırılmıştır. Yenilgi duygusu tekrar bir ölü ruh gibi kol gezmeye başlar Solun bu yılgınlık döneminde 12 Mart 1975’te Apocular’ın arasına bir grup kadın arkadaşıyla katıldığında artık o; nehrin en hızlı, coşkun dalgalarının kendisi olmuştu. Dersim’de devrimcilik imkânları kalmayınca Ankara’ya oradan da İzmir’e geçer. İzmir’de kaldığı bir yıllık süreçte fabrikalarda işçi olarak çalışır, değişik halklardan kadın işçileri örgütler. Örgütlemesinde yer aldığı bir grev yüzünden işten atılır ve sonrasında tutuklanır. 3 ay cezaevinde kalır. Kendisini etkileyen en önemli kadın figürünün Leyla Qasım olduğunu sık sık belirten Sara Yoldaş’ın cezaevinden çıktığı günlerde APOcu grubun enternasyonalist önderlerinden Haki Karer ve Aydın Gül katledilmiştir. Bu durumda hızlıca İzmir’den ayrılıp Ankara’ ya Önderliğin yanına gider. İlk tanışma anından itibaren aralarında kuvvetli bir yoldaşlık ilişkisi başlar. Öyle kişilikler vardır ki hiç özel bir planlama yapmadan tarihi kendilerinde toplarlar. Tarih aydınlıkları kadar karanlıkları, iyilikleri kadar kötülükleri, doğrulukları kadar yanlışlıklarını da peşinden sürükleyerek onları bulur. Karşıtlıkların muazam savaşlarını onların kişiliklerinde çözmek ister. Tarih kendisini gerçekleştirecek insanı arzular ve o insanı bulur.
İşte Rêber Apo ve heval Sakine’nin yol arkadaşlığı bu özellikte bir buluşmadır. Devrimin önderliği bu devrimin özgür kadın öncüsüyle buluşmuş ve destansı bir tarihe yol alınmıştır. Sara Heval Ankara’da devrimci faaliyetlere Önderliğin yürüttüğü çalışmalara katılarak başlar. Ülkeye dönüş kararından sonra Elazığ ve Bingöl faaliyetlerinin sorumluluğunu alır. Kadın örgütlemelerinin sorumluluğunu yürütür ve her mahalle her köye girilir, grup kitleselleşir, eylemler ve silahlı çatışmalar doruğa ulaşır. Bu sırada okullar ve mahallelerde, aşiretlerde kadın grup örgütlemeleri hızla yaygınlaşır. Onun için önemli olan mümkün olduğunca kadınların devrimci hareket içinde yer almasıydı. Bu esaslarda kadın sorununa ilişkin ilk teorik-örgütsel belge çalışmalarını yürütür. Lice Fis köyünde 1978 yılının 27 Kasım günü PKK kuruluş kongresi gerçekleşir. Sara arkadaş 28 kongre delegesi içinde yer alan iki kadından biridir. 'Kadının Ulusal Kurtuluş Mücadelesindeki Yeri ve Önemi' başlıklı kadın belgesi üzerine Meral Kıdır ile birlikte kongre öncesi çalışmış olmasına rağmen Kesire’nin tutumundan doalyı kongreye sunamaz. Kongreden sonra Parti kadın çalışmalarını yürütür. Yüzlerce kadının katıldığı toplantılar, gezi etkinlikleri, yerel örgütlemelerle kadın komiteleri kurmak ve kadına yönelik geleneksel yönelim-şiddete karşı mücadele geliştirmek bu süreçte Heval Sara’nın önemli çalışmalarını oluşturur. Diyarbakır, Urfa, Elazığ, Dersim hattında yoğunlaşan kadın çalışmalarında en fazla önem verdiği şeylerden biri, kadın devrimciliğini yaymak ve kadınları kendi yerel tarihlerini, kültürlerini ve sorunlarını araştırma ve inceleme yazıları olarak kayıt altına almalarına teşvik etmektir. Kadınların zorla evlendirilmelerine karşı 'Gönüllü birlik esastır' düşüncesiyle mücadele eder ve aile içi şiddete karşı müdahalelerde bulunarak kadınları korumaya alır. Heval Sara diğer kadın arkadaşlarının daha genel bir devrim ilgisinin aksine iki devrimi ve iki mücadele yöntemini birlikte yürüterek çalışmalarını özgünleştirir.
Önderliğin PKK kadın komitesi ve kadın tarihi araştırmalarını önermesiyle Sara yoldaş bu komite çalışmalarını Meral ve Ayten ile üstlenir. Ulusal Kurtuluş ve kadın Kurtuluş çalışmaları paralel gelişen çalışmalar olur. Kürdistan devrimi ve hareketinin hızla yayılması sonucu devlet sıkıyönetim ilan eder ve Maraş katliamını gerçekleştirir. Maraş’ta Kürt Alevilerinin yüzlercesi öldürülmüş, binlerce ev yakılmış, hamile kadınların karnı deşilmiş ve binlerce ev yakılmıştı. Bu katliamların birçok yerde tekrar etme ihtimali yüksek olduğundan PKK Maraş, Elazığ hattında faşist katliamcı gruplara karşı etkili eylemler gerçekleştirir. Elazığ’da 11 faşist cezalandırılır ve Sara arkadaş bölge sorumlularından biridir. Misilleme eylemleriyle halkın öz savunmasını sağlama ilk defa pratikleşen bir yöntem olmuştur. Daha önce katledilen devrimcilerin katillerini cezalandırma biçiminde öz savunma gerçekleştirilirdi. Ama bu süreçten itibaren halkı düşmana karşı korumak ve savunmak temelinde bir silahlı öz savunma mücadelesi kendini dayatır. Bu misillemeye dayalı öz savunma sayesinde 4 ili kapsayan katliam planı bir il ile sınırlandırılarak engellenir. Hilvan-Siverek’de feodal güçlere karşı silahlı mücadele yürütülmekte ve halkın, gençliğin, kadınların devrime katılımı gittikçe artmaktadır. Aynı misilleme eylemlerini Dersim’de 11 devlet noktasına yapılan eylemler takip eder. Bu eylemlerin sonucunda devlet güçleri tarafından 7 Mayıs 1979 yılında Heval Sara arkadaşıyla birlikte gözaltına alınır. Aylarca süren işkenceler karşısında sergilediği direnişin ruhunu ‘‘Gördüğüm işkenceler karşısında ‘Ah’ demeye utandım’’ sözleriyle açıklar. Yükselen PKK Rêber Apolu devrimi bastırmak ve Kürdistan’da yeni bir katliam gerçekleştirmek amacıyla gerçekleştirilen 12 Eylül darbesi, milyonlarca Kürt’ün gözaltına alınması, yüz binlercenin tutuklanması, binlerce kişinin katledilmesiyle sonuçlanmıştı. PKK hareketinin kadro ve sempatizanlarının büyük çoğunluğu cezaevindeydi. Bu kadroları teslim alıp bitirme hedefiyle uygulanan işkenceler, insanlık tarihinde yaşanan en büyük vahşetlerden biriydi. Uygulanan şiddetin amacının halk ve kadın kimliğini yok etmek olduğunu anlayan Sara yoldaş, kendi bedenini tarih, toplum ve kadın kimliğinin öz savunma sahasına çevirir. Birey sadece kendisi değildir ve kararları yalnızca onu bağlamaz. Birey tarih ve toplumdur; her davranışı ve her kararı bazı an’larda bu nedenle tarihleşir.
Esat Oktay Yıldıran’ın işkencelerine boyun eğmeyen ve dayattığı kuralları kabul etmeyen, işkence sırasında yoldaşlarına direniş gücü veren Sara Yoldaş için yıllar sonra bir cezaevi müdürü şu itirafta bulunur: ‘‘Esat Oktay Yıldıran’ı tanırdım ve nasıl bir vahşet uyguladığını tahmin ediyordum. Sakine Cansız adında bir PKK militanının onun işkencelerine boyun eğmediğini duyduğumda PKK’ nin yenilmeyeceğini anladım’’ Sara yoldaş; düşmanında halkının ve devrimin yenilmeyeceği duygu ve düşüncesini uyandıracak bir direniş bir öz savunma ve bir kişilik sahibi olmaktır. Yani bir bedene ne işkenceler uygulanırsa uygulansın yenilmez bir ruhu ayaklandırmaktır. Bunun sayesinde dört yıl süren vahşet sürecinin sonucunda düşman PKK ruhunu teslim alamayacağını anlayarak geri adım atmaya başlar. Cezaevi işkenceleri karşısında direnişiyle, yoldaşlarının direnme gücünü artıran ve kadın direniş kişiliğiyle halkın içinde efsaneleşen Sara Yoldaş, düşmanın yok etme saldırılarını Dörtler, 14 Temmuz direnişi ve Mazlum Doğan direnişleriyle birlikte boşa çıkarmıştır. Kendi bedenleriyle bir halkın ve kadının tarihini, toplumunu ve onurunu savunmuşlar, öz savunmasını yaptıkları halkı kendilerinde diriltmişlerdir. Bu tarihi kişilik gerçekliği nedeniyle Rêber Apo, Heval Sara’nın Paris’te katledildiğini duyduğunda ‘‘İkinci Dersim katliamıdır ve Onu Öldürmek Bizi Öldürmektir’’ tespitini yapmıştır.
YORUM GÖNDER