SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (31.BÖLÜM)
b- Uygarlık çağıyla beslenme: Grek uygarlık biçimlenmesinin temelindeki daha yakın bir etkileme kaynağı, Sümer, Mısır ve ikinci uygarlık halinde etkiledikleri tüm Ortadoğu köleci uygarlığıdır. Grek uygarlığının bu kaynaktan doğrudan beslenmesi, dört temel kol üzerinden ve özellikle M.Ö 2000’lerden itibaren yoğunlaşır. Anadolu üzerinden Troya’dan, Doğu Akdeniz’den, Fenikelilerden, Mısır’dan ve Girit’ten olmak üzere bu kaynaklardan aldığı uygarlık güçlerini, daha önce almış ve özümsemiş bulunduğu neolitik değerlerle katıştırarak zengin bir senteze gidebilmiştir. Gerek neolitikten, gerek uygarlıktan önce Grek yarımadasında çok ilkel Akdeniz vahşi klan topluluklarının varolduğu düşünülmekte, fakat neolitik dalgayla özümsendikleri tahmin edilmektedir. Grekçe’nin Aryen özellikler taşıyan bir dil olması bunun kanıtıdır. Halbuki neolitik çağdan önce Kafkasya’dan Bask’a kadar ilkel komünal klanlar döneminde, tahminen M.Ö yirmi-yirmi beş bin yıl önce oluşan Akdeniz (Kafkas-Bask) dil grubu farklı bir yapıdadır. İtalya yarımadasında da buna benzer bir gelişim geçerlidir. Grek coğrafyasının özellikleri şüphesiz uygarlık biçimlenmesinde kendine has etkilere yol açmıştır. Bu kural her alan için geçerlidir. Grek özgünlüğü açısından belirleyici bir rol oynamaz. Bu özgünlüğün çok zengin gelişmesi, beslendiği kaynaklarla yakından bağlantılıdır.
Tüm neolitik çağın kazanımlarını uygarlığın en çok geliştiği dört koldan aldığı kazanımlarla birleştirmesi, coğrafyasının Asya, Afrika ve Avrupa’nın kesişme noktasında bunu sentezleyip özgün kılması, zenginliğinin ve yeniliğinin gerçekçi izahıdır. Bir zenginliğin oluşması nasıl beslendiği değerlerle ölçülüyorsa, Grek uygarlık oluşması da, bünyesinde birleştirdiği kaynaklarla beslenip biçimlenmekte ve tarihte çok önemli bir üst aşama olarak rol alabilecek duruma gelmektedir. Zengin bir bireşim ortaya çıkarmaktadır. Katkısı, sentezi başarılı yapabilmesindedir. Hani malzemesi bol olduğunda aşurenin iyi yapılması gibi. Bu rolü küçümsenemez, ama yepyeni, yaratıcı öz kaynaktan bir doğurma rolü olarak da değerlendirilemez. Bu sürece kısmen değinilmişti. Tekrardan kaçınırsak, ana hatlarıyla şunlar söylenebilir:
I- Mitolojisi esasında Sümer ve sınırlı olarak da Mısır’dan aşırmadır. Sümer kaynağını Anadolu ve Fenike üzerinden alırken, Mısır kaynağını Girit üzerinden almıştır. Buna ikinci elden aktarma demek daha gerçekçidir. Çünkü Sümer Anadolu’da ve Fenike’de belli bir yerelliğe uyarlandıktan sonra yarımadaya taşınır. Mısır’da, Girit’te önemli bir özümsenmeden sonra aynı durumu yaşar. Bir ön, proto uygarlık gücü olarak Mikenlerin yarımadada uygarlığın mitolojisine ilişkin bir doğurma gücünde olmadığı, Zeus’un Girit doğumlu olmasından da rahatlıkla anlaşılmaktadır. Yaklaşık M.Ö 1500’lerde rastlanılan Zeus mitolojik kültü, yarımadaya nasıl taşındığına ilişkin çarpıcı bir örnektir. Etimolojik (dil yapısı açısından) olarak Zeus kelimesi Aryen kökenli “div”den üremiştir. Div, o dönemde tüm Aryen gruplarda “dev”, en büyük anlamında kullanılmaktadır. En büyüğe “tanrısal varlık” denildiği bilinmektedir. Dev, Sümerlere taşınırken de bu rolü oynamıştır. Ortadoğu tanrı kavramının öncülüğü en primitif, ilkel haliyle bu Aryen neolitik toplulukların bir kavramlaştırması, kimlik kazanması olarak karşımıza çıkmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçerek en büyük tanrı, ilah, Allah kavramına ulaşılmıştır. Anadolu’daki en eski tanrıça kültür olarak Kibele kültürü tanrıça Artemis olarak en önemli bir kaynak rolü oynarken, şarap ve meyve tanrısı Tarhuzza , Dionysos olarak özümsenmiştir.
Bilindiği üzere Anadolu Helenleşmeden önce, en eski bilinen halk grubu olarak Luwilerin heykellerinde de rastlanan bu meyve, özellikle üzüm ve şarap tanrısı Tarhuzza çok belirgindir. Dionysos biçiminde özgünleştirilmesi, kaynaktan beslenmenin diğer çarpıcı bir örneğidir. Afrodit’in Kıbrıs kıyılarındaki köpüklerden doğması da mitolojik bağımlılığın nasıl geliştiğini, yani yol uğrağını iyi göstermektedir. Apollon da giderek kadın tanrıçaya karşı üstünlük kazanan, özellikle bunu Hitit ve Hurrilerde Telepinu ve Teşup olarak gerçekleştiren erkek egemen tanrı şekillenmesi olarak Batı Anadolu’dan Greklere taşınır. Mısır tanrısı İsis’in, İo ve Osiris’in benzer etkilemesi, Demeter ve kızı Persephone örneğinde etkilemeye sahip oldukları çözümlenmiş hususlardır. Mitolojik taşınmayı daha fazla detaylandırma fazla anlamlı olmaz. Fakat Hesiodos’un, özellikle Babil Yaratılış Destanı (Enuma Eliş) başta olmak üzere, dönemin birçok mitolojik kaynağından beslenerek Theologia’sını yazdığı rahatlıkla belirtilebilir. O dönemin bir kültür grubu, benzer Theologialara (tanrı bilimler) sahiptir. Özü Sümerlere dayanan bu bakış açıları ve bilinç biçimleri, şüphesiz neolitik çağın kavram düzeyine göre ilerici bir ideolojik düzeyi yansıtmaktadır. Köleliğin temel ideolojik örtüsü olarak, bu teoloji daha sonraki tüm tanrıbilimlerin temelinde yatmaktadır. Unutmamak gerekir ki, bu olmadan felsefi ve bilimsel bakış açılarına da ulaşmak mümkün değildir. Çünkü aralarındaki tarihsel diyalektik bağ kesin ve nettir.
II- Bugün de tüm Avrupa’da kullanılan alfabeyi Fenikelilerin Sümerlerden alıp geliştirdikleri ve M.Ö 1000-700 yılları arasında Greklere taşıdıkları da bilinen diğer önemli bir husustur. Grek uygarlığı bu alfabeyle tarihe mal olmuştur. Benzer bir biçimde matematik ve geometri Mısır ve Sümerlerden alınmıştır. Edebiyat tarzı hem ağız hem içerik olarak bura kültürlerini esas almıştır. Greklerde oluşan zihniyet ve ruh yapısı, dönemin genelinde olduğu gibi şekillenmesini bu kaynaklara borçluyken, kendi katkılarını ustaca yapmayı da bilmiştir. Esas önemi de buradadır. Bu bir kopyacı tarzda alım ve taşırım olmayıp, sindirme, özümseme ve daha zengin ruh ve zihniyet yapısına ulaşma biçiminde olmuştur. Bu yönüyle de uygarlık tarihine önemli bir katkı rolünü oynamıştır. Yanlış olan, bu katkı rolünü kaynak, doğurtma şeklinde sunarak saptırmadır. Grek ve daha sonra Avrupa uygarlığı bu saptırmayı fanatizme varırcasına bir şovenizmle yapmıştır. Greklerde kendi dışında herkesi barbar olarak gösterme bir gelenek halini almıştır. Halbuki kendileri bir uygarlık gücü haline gelmeden, çok ilkel kabile düzenleri halinde yaşarken, uygarlık orijinal kaynaklarında çoktan yaratılmıştı.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER