SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (181.BÖLÜM)
Arapların bölgeye hakimiyet dönemlerinde feodal uygarlıkta gelişmeler olmuştur. Ülke boydan boya Arap terminolojisine göre adlandırılıp, halka ilk defa Ekrad, Kürtler diye hitap edilmiştir. Kürtleri inkar etmemekle birlikte, geçmişlerine bir kulp takıp kendilerine bağlamayı siyasetleri için daha uygun bulmuşlardır. Sünni kesimle bu yönlü ilişki ve anlayış birlikleri ileri düzeye varmıştır. Bölgenin verimli alanlarına, özellikle sulak kesimlerine ve nehir kıyılarına epeyce Arap nüfus yerleştirilmiş, Toros eteklerine kadar bir kaydırma sağlanmış, Arap dili ve kültürü içinde asimilasyon oldukça gelişme kaydetmiştir. Buna karşılık, aşiretlerin yoksul alt kesimi ve dağlık alanlarda yaşayanları direnişçiliklerini korumuşlar; bazı alanlarda lafta İslamiyet’i kabul edip kendi öz inanç ve yaşamlarını korumakta kararlı davranmışlardır. Bu temelde davranan kesim, daha çok Kürt Aleviliği biçiminde tamamen yerelleşmiş; kendi yaşam koşullarına uyarlanmış bir İslamlığı sınırlı olarak kabul etmiştir. Bunu da zorla değil, Ehlibeyt’e yapılan büyük haksızlıklar sonucu bir vefa borcu olarak yapmışlardır. Kürt Aleviliği İslamiyet’le ilgisi en az olan bir yaklaşımdır.
Öyle ki, mezhep bile sayılamaz. Kürt Aleviliği İslam’ın kendi yaşamlarını zenginleştiren bazı öğeleri alıp kültürel zenginlik olarak işlemiş; katı dini dogmalara ilgi göstermemiştir. Bu yönüyle denilebilir ki, Sünni İslam’ın gerici etnik ve kavimsel özellikleriyle çelişen yönlerini reddetmede ve olumlu bazı özelliklerini özümsemede en olumlu tavrı sergilemiştir. Aleviliğin bu yaklaşımını çağdaşlaştırıp bilimsel bir yoruma kavuşturmakla, aydınlanmada önemli bir rol oynayabilir. Alevililik İslam’ın bağrındaki üst hakim sınıfın baskı ve sömürüsünü sezmede ve karşı çıkmada önemli bir yer tutmaktadır. Eksikliği, güçlü bir ideolojik yorum geliştirememesi ve ilkel duygusal tarikatlar düzeyini aşamamasıdır. Zerdüştlük, İslam’a karşı Kürtlerin en kararlı direnişçi kesimini temsil etmektedir. Bu direniş sanıldığından daha fazla çözümlenmeyi gerektirmektedir. İslam ideolojisinin yoğun saldırısı, politik ve ekonomik baskısı ve ambargosu nedeniyle, gerçekliğini doğru bir biçimde ifade etme gücüne kavuşamamıştır. Bu yönüyle Aleviliğe benzemektedir.
Fakat günümüze kadar varlığını sürdürebilmeleri, çok zorlu bir yaşamdan geçtiklerini göstermekte ve direnişlerini anlamlı kılmaktadır. Kürtlerde İslamiyet karşısında yaşanan bu üç tür deneyim, ulusal birliğin gelişmemesinde önemli bir etken teşkil etmiştir. İlkçağdan kalma etnik bölünme ve işbirlikçiliğine bu yönlü yabancı feodal değerlerin eklenmesiyle, daha derinliğine bir bölünme ve yabancılaşmaya yol açılmıştır. Bununla birlikte sınıflaşma düzeyinde gelişmeler olmuştur. Önemli bir feodal ve tüccar mülk sahibi sınıf olmuştur. Aşiret yapısındaki eşitlik ve özgürlük düzeyinde aşınma ileri düzeye varmıştır. Toplum derinliğine bir sınıfsal bölünmeye uğramıştır. Hayvancılığa oranla toprağa bağlanma ve serfleşmede ilerleme sağlanmıştır. Çoban toplum özelliğinden tarım toplumuna geçiş daha güçlü olmuştur. Mezopotamya ovalarının verimliliği bunda önemli rol oynamıştır. Tüccar sınıfın gelişiminde de ilerleme görülmektedir. Fakat ticarete damgasını vuran Arap tüccarlarıdır. Ermeniler ve Süryaniler, Hıristiyanlık dinlerini korumakla birlikte, ikinci sınıf vatandaş durumuna düşmüşlerdir. Ama dini kimliklerini belli koşullar altında korumakta özgür bırakılmışlardır. Bu yönüyle İslamiyet, Kürt egemen sınıfını Hıristiyan halka karşı güçlü bir konuma getirmiştir. İslam devleti sayesinde bu halkların aleyhinde birçok olanağa sahip olabilmektedir.
Zaten Kürt egemenlerinin Sünni İslam yorumu maddi çıkarlarıyla yakından bağlantılıdır. Bunlarda din ve maddi çıkar güçlü bir ilişki içinde olup, buna ters düşen tüm toplumsal özelliklerini ikinci planda bırakmayı ve var güçleriyle resmi İslamiyet’in yanında yer almayı temel politika haline getirmelerinin altında bu gerçeklik yatmaktadır. Sanıldığının aksine, dini doğmalara çok inandıkları için Müslüman olmamışlardır. Dogmatizmin örtüsü ve katı inanç ortamında maddi çıkarlarını ve siyasi güçlenmeyi çok iyi sağlayabileceklerini bildikleri için, resmi İslam’a sıkı sarılma gereğini duymuşlardır. Bu özellik günümüze kadar etkisini sürdürmüştür. Feodal sınıf yerine yerel burjuva sınıf da İslam ideolojisinden bu yönlü yararlanmaya çalışmaktadır. Mesele, başörtüsünden ve inançları özgürce yaşamaktan ziyade, burjuva sınıfa dönüşmekten kaynaklanmaktadır. İslamiyet’le Ortaçağ ideolojisinde yaşanan dönüşüm, özünde kökeni Sümer ve Mısır mitolojisine dayanan tek tanrılı dinsel gelişmenin son aşamasını teşkil etmektedir. Bu ideolojinin en saf dönemi, Sümer uygarlığının doğuş efsaneleridir. Orijinali budur. Yükselen sömürücü köleci düzen göksel düzenin bir gereğiymiş ve yeryüzündeki temsiliymiş gibi, mitolojik bir örtüyle izah edilmesini esas almaktadır.
Diğer tüm ayrıntılar, tapınaklar ve ibadetler, düzeni zihinlere egemen ve ruhlarda yüce kılma işlevini yüklemişlerdir. Cami, kilise, havra ve benzeri ibadetlerin ilk merkezleri Sümer tapınaklarıdır. İlk ibadetler de buralarda sergilenmiştir. Bu ideolojinin ikinci önemli dönüşümünü, tek tanrılı dinler ve vekili olan peygamberler biçiminde İbrahimi gelenek oluşturmaktadır. Ama Sümer ve Mısır mitolojisinden yoğun etkilendiği, gittikçe artan oranda kanıtlanmaktadır. Zerdüşt ahlakiyatçılığı ve Grek felsefesinden etkilenen Hıristiyanlıkla üçüncü bir versiyon, bir dönüşüm yaşanır. İslamiyet’in son din ve Hz. Muhammed’in son peygamber olması, bizzat Hz. Muhammed’in bu gerçeği yakından görmesi ve değerlendirmesinden ötürüdür. İnanılanın aksine, Hz. Muhammed’le birlikte mitolojik ve dinsel düşünce çağının tükeniş sürecine girmesi, bu sözle daha iyi anlam bulmaktadır. Son peygamberlik, aslında bu dönemden sonra mitoloji ve dinle insanı, toplumu yönetme ve tatmin etmenin kolay olmayacağının kavranmasını dile getirmektedir. Bu gerçekçi bir değerlendirmedir. Fakat İslamiyet’in Hz. Muhammed sonrasında çok katı kurallı bir taassuba dönüştürülmesi, yeni yükselen toprak sahipleri feodallerle tüccar sınıfın çıkar larından ötürüdür. Bu yönüyle İslamiyet en tutucu ideolojilerden biri olmaktadır.
Özellikle Hz. Muhammed’in ölümü, Ehlibeyt’in tasfiyesi ve ardın dan Emevi ve Abbasi hanedanlıklarıyla birlikte giderek katı bir gerici aşamaya gelinmiştir. Halkı temsil eden çok sayıda Batıni tarikatın ezilmesiyle, Ortadoğu uygarlığı üzerine tam bir karanlık çökmüştür. 10-12. yüzyıllar arasındaki dönem, tüm tarihi etkileyecek büyük bir ideolojik-politik mücadele dönemidir. Ezilen ve yoksullaşan kesimlerin hareketi olarak ortaya çıkan Hariciler, Hürremiler, Babekiler , Karmatiler, Haşişinler, İsmaililer başta olmak üzere tüm Batıni hareketler aslında hem ideolojik hem de pratik olarak büyük bir mücadele vermişler; bir tür ilkel sosyalizmi temsil edip yaşamışlardır.
Fakat üretim güçleri ve ilişkilerinin yaşanması gereken feodal biçimi henüz rolünü tam oynamadığından, bu hareketlerin tam başarısı mümkün olmamıştır. Ama yine de özgürlük ve eşitlik mücadelesi tarihinde büyük bir yerleri vardır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER