SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II -358.BÖLÜM
Peygamberlik kültürü, sanıldığının tersine, Arabistan’dan gelmemektedir. Urfa ve çevre yörenin, Sümer ve neolitik inanç kurumlarını reformdan geçirerek ve dönüştürerek, M.Ö 2000’lerden itibaren her tarafa, bu arada Arabistan yarımadasına da yayması bir tarihsel gerçekliktir. Urfa’nın peygamberler diyarı olması bu anlamdadır. Bu, dönemine göre bir nevi rönesans demektir. Kula, putlara tapmak yerine, dönemine göre daha eşitlikçi ve özgürlük yanı olan tanrıya bağlanmakla, tarihsel anlamı büyük ileri bir adım atılmaktadır. Yeni bir dönem açılmaktadır. Yörede yalnız İbrahim değil, İdris, Eyüp, Yunus ve Nuh çok daha önceden bu geleneği oluşturan adımları teşkil etmektedirler. Bunlar daha çok Sümer-Babil-Asur köleliğine karşı halkın bilge kişilikleri anlamını da taşımaktadır. Dönemine göre sınıf mücadelesi yürütmekte, bağlı oldukları etnik kabilelerin özgürlüğünü temsil etmektedirler. Tarihi aşamalardan bahsedilebilir.
Hz. İbrahim, geleneğin en büyük atası olmakla, sürecin belirginleştiği ve etkili olmaya başladığı aşamayı göstermekte; direnişin etkili ve başarılı olduğunu ifade etmektedir. İnsanlığın belleğinde bu kadar yer tutması, insan onuruna kazandırdığı önem ve katkısından ötürüdür. Daha önceleri ancak tanrı krallar ve mutlak köleleşmiş bir insanlık anlayışı geçerlidir. Bu zihniyeti ve tutsaklığı kırmak, dönemin en büyük devrimsel adımıdır. Put kırılması, aslında tarihte eşi görülmemiş bir köleci sisteme ilk defa etkili ve başarılı bir darbenin vurulması ve bunun süreklileştirilmesi demektir. Peygamberlik, bu sürecin geleneği veya kurumsal ifadesi olmaktadır. Daha sonraki adımlar, tek tanrılı dini yüceleştirmeye, niteliklerini geliştirmeye ve yerelleştirmeye yönelik olacaktır. Her kültürde yaşanan bir süreç, İbrahimi gelenekte de yaşanmaktadır. İbrahim’in Kenan ellerine, şimdiki İsrail ve Filistin’e gitmesi, hem artan baskılar hem de önemi gittikçe artan ticaret nedeniyledir.
M.Ö 1700’lerde yaşandığı sanılan bu süreçle birlikte, peygamberlik Arabistan’a yayılmaktadır. Birçok Aryen, Horrit ve Semitik kökenli Amorit kabileleri benzer bir hareketlilik içindedir. Mısır’la Sümer uygarlık merkezleri arasında ticaret yapmakta, fırsat bulduklarında küçük beylikler oluşturmaktadır. Bu durum yerel önderlere ve ideolojiye ihtiyaç göstermektedir. En genel ihtiyaç temini, “El” ile ifade edilen ve tek tanrılı din olmaya doğru giden yeni ideolojik kimlikle giderilmektedir. Hz. İbrahim’in önderlik ettiği kabileler, 400 yıla yakın bir süreç içinde Mısır’a kadar gitmekte; yoksul İbranili (İbrani kelimesi, Abiru, ‘çölün tozlu adamı’ anlamından doğmaktadır; Mısır dilinde ‘kirli, tozlu adamlar’ demek oluyor) işçiler olarak yerleşmeye çalışmaktadırlar. Artan sıkıntıları ve bir isyana yardımcı olmaları nedeniyle, M.Ö 1300’lerin sonlarında Hz. Musa önderliğinde tarihi Mısır çıkışını gerçekleştirmektedirler.
40 yıl sürdüğü tahmin edilen bu çıkış, bugünkü İsrail’e yerleşimle sonuçlanmaktadır. Yerel kabilelerle bugünkü gibi şiddetli bir çatışma içinde bu yerleşim gerçekleşmektedir. Musa, tek tanrılı din geleneğini önemli ve meşhur olan On Emir’le yeni bir aşamaya getirmektedir. Davut ve Süleyman, M.Ö 1000’lerde bu geleneği ilk defa bir krallığa kavuşturmaktadır. Hz. Musa, tek tanrılı dini ilk defa millileştirmeyi de başaran kişi, peygamber rolündedir. Yahudi kavmini bu dini gelenek temelinde birleştirmektedir. Kabilelerin dağınık ve kolay kolay merkezileşmeye gelmeyen yapılarını, yüceltilen en büyük “El” olan “Yehuda” tanrısıyla korkutup yeniden hizaya getirmektedir. Bu eylem de tarihte büyük sonuçlar yaratacaktır.
Özellikle Kudüs etrafında, Urfa’dan sonra ikinci bir peygamberlik merkezi geliştirilecektir. Kendisi de kutsallık anlamına gelen Kudüs kenti, özünü Urfa kültüründen almaktadır. Ama dönüşümü yaşayarak yerleşme başarısını göstermektedir. İlk krallığın oluşması, ezen-ezilen ayrımını beraberinde getirmektedir. Bir kesim Yahudi zenginleşip resmi kahinliğe ulaşırken, yoksul kesim dışlanmakta ve sürekli muhalif tarikatları oluşturmaya zorlanmaktadır. Hz. İsa bu süreçte yoksulları temsil eden Esseni tarikatından etkilenmekte ve Hz. Yahya’nın kutsamasıyla bilinen hamlesini gerçekleştirmektedir. Milat, doğuş anlamına gelen bu süreç, aslında tek dinler tarihinde kabile ve kavim aşamasından evrensel aşamaya sıçrayışı ifade etmektedir. Hz. İsa, dinler tarihinde ilk defa kabile, kavim ve sınıf ayırımı yapmadan, üçlü tanrı anlayışıyla yeni bir dönemi müjdelemektedir. Daha çok ezilen yoksul kesimlerde yankı bulmaktadır.
Grek felsefesiyle Roma siyasal birliği, bunun için gerekli maddi ve düşünsel ortamı çoktan yaratmışlardır. Objektif olarak Hz. İsa sembol kılınarak, Hıristiyanlık bu üç kaynaktan beslenip yeni din olarak büyük gelişme sağlayacaktır. Bu denli etkili olunması, bu elverişli koşullardan ileri gelmektedir. Dünya tarihini en çok etkileyen bir hamle olmaktadır. İnsanlığın vicdanının oluşmasında İsa’nın yeri büyüktür. Çarmıha gerilmeden önce Urfa’ya çağrıldığı bilinmektedir.
Fakat O, resmi Yahudi kahinlerinin sahteliklerini açığa çıkarmak için, bile bile Kudüs’e yürüyecektir. Bu yürüyüş olmasaydı, tarihin seyrinin bambaşka olacağı rahatlıkla söylenebilir. İsa dininin temel özü, vicdanla ilgilidir. Ezilen ve acı içinde olan insanlığı unutmamayı, onları bir araya getirmeyi ve özgürlüğe kavuşturmayı amaçlamaktadır.
M.Ö 400 yıllarında Bizans’ın resmi inancı ve dini haline geldikten sonra, Hıristiyanlık tersine bir anlam kazanacak ve ezilenleri devlete bağlı kılmaya hizmet edecektir. İlericiliği giderek daha uzak köşelere kayarken, uygarlık devlet merkezlerinde gericiliğe düşecek.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER