SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (191.BÖLÜM)
Kürt olgusuna ve yol açtığı her tür soruna bu perspektifle bakıldığında, bilimsel yaklaşımın pratik çözümü yakalayacak kadar özgün ve yaratıcı düzeyde bir doğruluğa vardırılması gerektiği görülmektedir. 30 yıl aradan sonra tekrar bir tarih çerçevesiyle kapitalist dönemin tahliline girişmek bu anlamda başa dönmek olmayıp, büyük acı ve kayıpların anısına bağlılığın da bir gereği olarak ilgili tüm insanlara ve halklarımıza daha layık olmak, mutlaka başarılı olacağı inancıyla eşitlik ve özgürlük çabalarına katkıda bulunmak, her koşul altında kutsal görevlerimize yetkince ve ahlaklıca sahip çıkmak demektir. Yükselen kapitalizm çağının dalgaları, 19. yüzyılın başlarında Ortadoğu’yu daha fazla etkisi altına alır. Ekonomik, siyasi ve askeri üstünlük karşısında, bölgeyi temsil eden Osmanlı İmparatorluğu’nun yapabilecekleri sınırlıdır. Ya sistemin üstünlüğünü kabul edip kendini reformasyona tabi tutacak, ya da umutsuz ve tutucu bir direniş ve denge politikasıyla günü kurtaramaya çalışacaktır. Gerçekleşen, bu iki eğilim arasında gelip gitmedir. İki yüz yıldır bu sarmaldan bölge henüz kendini kurtaramamıştır. Ne alternatif sunan bir çıkış, ne de tutarlı ve bilinçli bir reform tercihi istenilen kararlılıkta ve uygulamalarla yürütülememektedir.
Bunda bölgenin geleneksel uygarlık yapısıyla, çatışan iç ve dış denge güçleri temel rolü oynamaktadır. Osmanlı sultanlarının tüm mahareti, bu denge oyununda ömürlerini biraz daha uzatmaktan ibarettir. Bölgede dış dengenin dağılmasıyla imparatorluğun çökmesi bir olmuştur. Avrupa’da İngiltere önderliğinde kurulu dengenin patlak veren Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya aleyhine bozulmasıyla sonuçlanması, müttefiki durumundaki Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasını da kaçınılmaz kılmıştı. Ortadoğu tümüyle tam sömürgeleşme koşullarıyla yüz yüze geldi. Tarihte 15 bin yıl süren, çağlar boyunca sürekli Avrupa’yı maddi ve manevi donanımlarla besleyen bölge, artık tam bir yenilgiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu yeni sürece yenilgi demekten çok, Avrupa uygarlığının üstünlüğünü tanımayla karşı karşıya kaldığını söylemek daha doğrudur. Uygarlıkların birbirleri karşısında yenen ve yenilen konumundan ziyade, yaratıcılık ve gelişkinlik yönü daha belirleyici rol oynamaktadır. Yani dostça ve gelişmeye hizmet eden yönü, düşmanca ve geriletmeye götüren yönüne ağır basmaktadır. Uygarlıkları birbirine karşıt, düşman gibi gösteren kuramlar yanlış ve son derece abartmalıdır.
Şüphesiz farklılıkların çatışan ve birçok savaşa yol açan yönleri olmuştur. Kaldı ki, diyalektiğin temel gelişim yasalarında, zıtların varlığı ve birliği bir bütünlük içindedir. İki ucun karşılıklı etkilenmesi tümüyle birbirini yok etme biçiminde olmayıp, yerlerini üçüncü bir cinse, senteze bırakma gibi bir özelliğe sahiptir. Tüm evrendeki gelişmeler bu yasa doğrultusunda ortaya çıktığı gibi, toplumsal dönüşüm olgularında da bu süreç geçerlidir. Toplum biçimlerinin en geniş ve kapsamlı birliklerini ve farklılıklarını ifade eden uygarlıkların çatışması ve dönüşümü de bu evrensel yasa doğrultusundadır. Tümüyle birbirini yenme ve bitirme değil, daha üst bir senteze çıkma esastır. Bir tarafın başat olması bu gerçeği ve yasayı özünde ortadan kaldırıp değiştirmemekte, hakim yönler meselesini öne çıkarmaktadır. Bu temelde bakınca, Avrupa uygarlığının Ortadoğu’nun geleneksel uygarlık değerlerine karşı kazandığı üstünlük bir gerçek olmakla beraber, bu tümüyle olumsuzluk ve yenilgi anlamında değerlendirilemez.
Böyle bir değerlendirme, ancak kendi uygarlık temelinden habersiz olan ve eğreti bir konum arz eden, bu nedenle ortadan kalkması kaçınılmaz olan ve ömrünü doldurmuş bulunan gerici ve tutucu öğeler için geçerli olabilir. Uygarlıkların kalıcı varlıkları ise, diğerleri tarafından beslenerek daha üstte bir sentezle gelişme yoluna girebilir. Ortadoğu uygarlık mirasında ortadan kalkacak birçok öğe vardır. Zaten bunlar zamanla tarihin çöp sepetine atılmaktadır. Ama kalıcı ve üst sentezlere aday özellikleri de vardır. Bunların direnmesi, tutuculuğun ve gericiliğin direnmesine benzemez. Tersine haklı, yaşamsal ve sıçrama yeteneği olan özün direnmesi tarihsel gelişmelerin esası olduğu gibi, sınırlı da olsa Ortadoğu’da bu temelde bir antitez konum da varolup kendini ısrarla sürdürmektedir. Üstün bir uygarlığın gelişimi karşısında panikleyenler ve umutsuz direnişlere girenler, kısa dönemde teslimiyet ve uşaklığa soyunan kesimlerle aynı kategoriyi oluştururlar. Bunlar durumu eğreti ve geçici olan kesimlerdir. Buna karşılık üstün uygarlığın geliştirici değerleriyle uzlaşan, onu benimseyen, ama bağrındaki üstünlüğü tek taraflı egemenliğe, hakimiyete, hatta yok etmeye götüren yönüne karşı direnen kesim, kalıcı ve ilerici kesimi teşkil etmektedir.
Tarihin bu anlamda çatışma, uzlaşma ve yeni sentezlerle ilerleme olarak tanımlanması daha bilimsel bir yaklaşımdır. Avrupa ve Ortadoğu uygarlık çatışması, uzlaşması ve sentez doğurmaya doğru yol alması aktüel bir konu olup, günlük olarak da olaylar ve gelişmeler halinde heyecanla izlenmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER