NASIL YAŞAMALI? CİLT–II (70.BÖLÜM)
Ülkeye dönüş, özellikle 15 Ağustos Atılımı'nın her yıl derinleştirilmesi, eleştiri-özeleştiri, giderek yargılanmalar, ısrarla dayatılan her türlü yenilgiye açık anlayışlar, tutumlar, ilişkiler yerine, başarıya götüren anlayışta ısrar, ilişkide ısrar. Biz buna devrimci taktiğin yetkinleştirilmesi dedik. Bu büyük bir destandır. Bunun askeri-siyasi yorumu yapılmakla birlikte edebi yorumu da yapılmaya değer. Çünkü bu ilişki süreçlerinde büyük kahramanlık örnekleri var. İnsanlık tarihinde görülmemiş kahramanlık örnekleri vardır. Sağlanan ilişki düzeyi insan soyundan bitebilecek en büyük cesareti ve fedakarlığı ortaya çıkardı. Düşmanın sınırsız teknik ve sayıyla saldırılarına bir kişinin tek başına karşı koyması, küçük bir grubun kahramanca karşı koyması ve teslim olmamanın en kahramanca örneklerini sergilemesi. Binlercesinin son kurşunu, bombayı kendisinde patlatması.
Aylarca açlıkla, susuzlukla karşılaşılması, karda binlerce donma olayının meydana gelmesi, hep bu dönemin içinden geçiyor. Yeni açılan yol da kurulan devrimci düzenin bir sonucu oluyor. Bazı tipik örnekler şüphesiz romanda etkili yer alabilir. Militanlar açlıkla, soğukla nasıl boğuştular? Büyük kuşatmaya karşı nasıl direndiler? Bombalarla kendini parçalarken son sözler nasıl söyleniyordu? Kahramanlık döneminin ilişkileri çarpıcı bir şekilde kapsamlı verilmeli. Yeni yaşamı temsil eden tiplerdir. Yeni yaşam tomurcuklarıdır. Sert rüzgarların tahribi, ona karşı direnmeler o anlamlara geliyor. Yine bu yıllarda çürük ilişkiler, provokasyonlar, ihanetler, bireycilikler, keyfiyet var. O bildiğimiz zaaflar kalabalık dönemini nasıl kösteklemeye çalışıyor, bunun tipleri var. Hep geriye çeken, eskiye çeken, düşkünleştirici, yüceleşmeden alıkoyan, bencil, büyük kayıplara yol açan özellikler işlenebilir. Bir teslimiyetçi hain tip, itirafçı tip çizilebilir. Hiç şüphesiz bu direniş sadece dağlarda değil, zindanlarda da söz konusudur. Büyük zindan direnişçiliği yeniyi yaratmakta etkileyicidir. Özellikle 1980 başlarındaki direnişler. Dayatılan provokasyon, ihanet önemlidir. Bütün bunlara romanda kapsamlı yerler verilebilir. Orada da bazı değerlendirmeler yapılmıştır.
Malzeme olarak zengindir, kullanılabilir. Hiç şüphesiz ilişkilerdeki kördüğümün İskender kılıcıyla parçalanması ve sağlam ilişkilerin, halkaların kurulması biçiminde de bunu değerlendirmek mümkündür. Öfkeler, tutkular, kızgınlıklar, ihanetler, büyük fedakârlıklar cesaret örnekleri, acılar, hüzünler, sevgiler işlenebilir. Roman biraz da kavramlarla yürütülecek bir sanattır. Başka dikkati çekecek bir yan daha var. O da sizlerin yaşadığı durum. Sıkıntılarınız, öfkeleriniz, bir yaşam düzeyiniz var. Bunları sorular şeklinde bize sorabilirsiniz? Utanmayın kendi gerçeğinizden, bazı hayalleriniz, bazı ilişkileriniz yıkıldı. Sizlerin öfkeniz de buydu. Bir türlü devrimci rotaya giremeyişiniz bununla bağlantılı.
Fa.: Bağlılık, partiyedir, şehitleredir. Geliş bu temelde olmasına rağmen, özünde siyasi, ideolojik yaklaşımın olmaması, PKK'yi bireylere sığdırma, biraz da karasevdaca bir bağlılığın sonucu, gözü karalık çok uzun süre olmamakla birlikte, sonra önüme bazı ilkeler koyma baş gösterdi. Bu temelde kurulan, bir özel ilişki, aslında özünde PKK'ye ulaşma özü vardı. Kendi payıma bunu söyleyebilirim. Fakat bu dağ gibi eylemin, çözdüğü nokta, o iyi niyet, duygusallık PKK'ye bağlanma üzerinde binanın inşa edilmesi durumu yaşandı. Özellikle parti ortamına geldiğim andan itibaren gördüğüm, ilişkinin gerçekten sahtekârca, ikiyüzlüce, biraz da kadının yaklaşımına vurulan bir darbe olarak değerlendirdim. Hatta bir süre, önüme engel olmak istedi. Daha sonraki süreçlerde, aslında belli konularda yoğunlaşma, beni belli sonuçlara götürse de devrimcileşmede, özgür adımlar atmada, kişi beni büyük engellerle karşı karşıya getirdi. Yani şu çok açıktı: Önüme set çekilmek isteniyordu ısrarla.
Bir söz de vardı aslında, çok gücüme de gidiyordu. “Siz bu gücünüzle yeterlisiniz, savaşabilirsiniz, akademiye veya başka yerlere gitmenize gerek yok, orada da yapabilirsiniz” aslında işin özünde şu vardı: Devrimcileşir, özgürleşirse sahte ilişkiler, sahte şeyler yıkılacaktı, egemenliklere karşı gelinecekti. PKK'nin yaklaşımının ilişkilerde, bağımsızlıkta, özgürlükte, savaştaki boyutu ortaya çıkaracaktı. Bu da bireyin işine gelmiyordu. Fakat ben, büyük oranda çözdüğüme inanıyorum. Yalnız şöyle bir durum da var; henüz adımlarımın serileştirilememesi. Kendi kafamda netleşmiş durumdayım. Kafamda bazı şeyler olmasına rağmen, belli yetersizlikler var. Med.: Şimdiye kadar, kendisini çözemeyen kadının, genelde Kürdistan toplumunun ve sömürgeciliğin kendi gerçekliğinin çözümlenememesi, bu nedenle çözüm gücü olamama durumu yaşandı.
Fakat o tarihlerden bugüne kadar, roman kahramanı olan erkeğin mücadelesiyle, karşısındakini, yani kadını çözmesiyle birlikte, kadın gerçeğini çözmüş ve bu daha sonraki süreçte, kadının özgürleşmesi sorunu, temel nokta oluyor. Bir bütün olarak erkeğin gerek köle olan Kürdistan kadınının özgürleşmesindeki savaşımı, gerek diğer alanlardaki savaşımının, bugün mücadeleye yansıması hangi şekilde olmuştur? Genelde Kürdistan halkı, tüm kadrolar, en önemlisi de kadın üzerinde etkisi ne olmuştur? Bunun mücadeleye yansıması nasıl gerçekleşmiştir? Bu noktalar üzerinde durulabilir. Şi.: Özellikle kadının, kendi sınıfsal konumuyla temsil ettiği tipte tam konuşturulmasında söz konusu erkeğin kadınla geliştirdiği ilişki tarzı belirleyici olabilmiştir. Ve bundaki etki ne derecededir? Böyle bir kadın bilinmesine rağmen, çok uzun süre geçiren bir ilişki vardır. Onunla paylaşılan bir yaşam vardır. Kadın diyoruz; kendinde eskiyi temsil eden, gerçekten kökü çok derinlerde olan, oldukça tecrübe sahibi bir yapısı vardır.
Fakat yeni, bunun karşısında yeni olmasından dolayı acemidir. Özellikle uzun süren bir beraberliğin temelinde bu acemi olmanın etkisi olabilir mi? Yoksa duygusal yaklaşımlar mı söz konusu? Ya da sadece kazanmaya yönelik bir yaklaşım mıydı? Bu konuların biraz açımlanması. He.: Şimdi birçoğumuz parti saflarına katılırken, düzenin bize verili olarak sunduğu ilişkilerle, değer yargılarıyla donatılmış, donatılmaktan ziyade, adeta onun içinde boğulmuş bir şekilde saflara katıldık. Fakat bunları görememe vardı, yani özgürlük, sevgi adı altında bize sunulan her şeyi gerçek ve doğru sandık. Çünkü alternatifi yoktu. Bunu görme gücümüz yoktu. Verili ilişkilerle tamamen bizim boğulma ve böylece de saflara katılmamız söz konusuydu. Fakat katıldıktan sonra biraz gerçekleri gördük. Romandaki erkeğin o ilişkilerimize karşı savaşımının yarattığı o hava, o atmosfer kişiliğinin bir bütün olarak kişiyi geçmiş düzende inandığı değer yargılarını kökten bir eleştiri süzgecinden geçirtiyor. Ve insan burada bir yandan bu verili ilişkilere sarılırken “olamaz” diyor. Yani bunların hepsi yalan olamaz. Çünkü yıllarca ben bunlara inandım, bunlara sarıldım, bunlar benim büyük değer yargılarımdı. Hatta çoğu zaman bu ilişkileri ilahlaştırdık, onlara taptık.
Fakat bakıyorsun yanlış. Doğru olan önünde. Bu noktada kendinle büyük bir savaşım yaşıyorsun. İşte bu savaşımın romandaki erkeğin savaşımıyla bağlantısı neydi? Veya partiye gelen kişilerin bu kadar kendine yüklenme, onları altüst etme noktasına götüren güç neydi? - Roj, sen kendin için ne diyebilirsin. Sende yıkım nasıl gelişti? Roj.: Geldiğimde ilişkimi çözümlediğimi zannediyordum, ama pratiğim bununla çelişiyordu. Çünkü düzenin bize verili olarak sunduğu ilişkilerden biriydi ve o çözme işini de o çerçevede yapmıştım. Zaten bu nedenle de pratiğimde bu ilişkinin köleleştirici yanlarını göre göre bundan kopamama, aşamama vardı. Dört yıllık bir emek vermiştik bu ilişkiye, ama boşa kürek çekmiştik. Bunu kabullenmeme oldu bir süre. Diğer klasik ilişkiler gibi değildi. Kendi çapımızda bunu aşarak düzey tutturabilmek ve birbirimizi geliştirebilmek için çok çırpındık. Ama o kişiliklerle o düzende daha fazlası imkânsızdı. Yani ilişki yaşandığı dönem çerçevesinde değerlendirildiğinde verebileceği pek bir şey yoktu, yetmiyordu.
Daha da yürütmemiz halinde bizi kendimizle çeliştirecek, hatta sıfırlayabilecek bir süreç olurdu. Parti saflarına gelmeden önce, düzen koşulları altında o kişiliklerle geliştirilen bir ilişkinin ne kadar istenilse de maddi temellerinden yoksun olduğu için, özgürleştiren değil köleleştiren, kaybettiren bir ilişki olduğunu sezebildik. Zaten gelişen özgürlük mücadelesi var olan düşünce dünyamızın merkezine oturmuştu. Az veya çok var olan özümüzü de kaybetmeden, bu özgürlük mücadelesine katılarak, bu ilişkiyi böyle sonuçlandırarak, verilen emeği de anlamlandırmak istedik aynı zamanda. Geliş bu temeldeydi.
HALKLAR ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER