HAKİKAT SAVAŞÇILIĞI - 12. BÖLÜM
Peygamberlik geleneği
Toplumsal tarih içerisinde hakikat arayışçılığına en stratejik yaklaşımlarından biri de peygamberlik geleneği olarak ifade edilmektedir. Kürt Halk Önderi bu geleneği şöyle tanımlamaktadır;
“Öyle anlaşılıyor ki, Sümer ve Mısır mitolojik kaynaklı (rahip icatları) bilgeliklerin tümüne peygamber denilmektedir. Ahdi Atik böyle yorumlamaktadır. Peygamberlerin temel görevi, uygarlık tekelinin oluşturduğu misli görülmemiş toplumsal soruna çözüm olmaktır. Artık-ürün-sermaye birikiminin köleleştirme temelinde zorla çalıştırma ve askeri yolla sağlandığı sürekli göz önünde tutulursa, sorunların da devasa birikimi daha iyi anlaşılacaktır. Peygamberlik, bu gerçekliğin ağır sorun yaşayan toplum kesimlerinde yankı bulmasıdır. Kurumsal niteliğini böyle kavramak, tarih okumalarımızı daha anlaşılır kılacaktır”
Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere aslında Sümer ve Mısır kaynaklı bilgi yapılarından bağımsız değildir. Buna karşı sistem içerisinde bir reform hareketi gerçekleştirme çabaları hakikat arayışçılığında bir anlam gücüne ulaşmalarını sağlamıştır. Özellikle de merkezi uygarlık karşısında komünal toplumun kendi zihni ve vicdani yapılarını yaşatma konusunda peygamberliğin yol açtığı dinler birer sığınak olarak kullanılmıştır.
Bu nedenle biraz da bu geleneğin başlatıcısı olarak tanınan İbrahim peygamber Kürt Halk Önderi tarafından insanlığın vicdan devrimini gerçekleştiren devrimci olarak kabul edilmiştir. Peygamberlik geleneği bir yerde İbrahimi gelenek olarak da bilinmektedir. Bu temel karakter bütün bu geleneğe damgasını vurmuştur. Her ne kadar sistem içerisinde bir orta sınıf yapısı olarak bilinse de insanlığın vicdanını temsil etmesi ve ahlak ağırlıklı gerçekleşmesi ona bir hakikat arayışçılığı rolünü de biçmiştir. Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya, Hz. İsmail, Hz. Davud ve Süleyman’a, Hz. İsa’ya ve Hz. Muhammed’e kadar kutsal kitaplarda yüz binden fazla bir sayıyla ifade edilen peygamberlerin tamamını bu çerçevede bir gelenek olarak değerlendirmek en doğru yorum olmaktadır.
Peygamberler esasında devletçi toplumu kabul etmeyen, toplumdaki ahlaki yozlaşmanın önüne geçmek isteyen ve zihniyet güçleriyle yeni toplumu, daha çok da ahlaka dayanarak yaratmak için mücadele yürüten toplum öncüleridir. Merkezi uygarlık sistemine karşı özgürlük, adalet, eşitlik vb. demokratik komünal değerler adına mücadele yürüttüklerinden dolayı tarihte, devlet dışı kalmış demokratik toplulukların tarihinin bir temsili olmaktadır. Bu geleneğe dayanmaları nedeniyle de hakikat anlamında daha çok doğal toplumu esas alan bir yaklaşım içerisindedirler.
Ancak amaçları, ütopyaları demokratik komünal değerler çerçevesinde olsa da pratikleri bunu gerçekleştirecek düzeyde güçlü olmamıştır. Neredeyse tüm peygamberler ve onların öğretileri sistem içileşmekten, sistemi daha da güçlendirmekten kurtulamamıştır. Bu onların niyetlerinden ve amaçlarından bağımsız bir şekilde gerçekleşmiştir. Zihniyet yapıları, bilme kapasiteleri, kişilikleri karşı oldukları mevcut hiyerarşik devletçi sistemi aşmaya ve alternatif, amaçlarıyla uyumlu bir yaşam ve sistem kurmaya yetmemiştir. Her şeyden önce orta sınıf karakterinde olmaları onların radikal olmalarını engellemiş, bu yönüyle reformist kılmıştır.
Kürt Halk Önderi bu geleneği günümüzün sosyal demokratlarına benzetmektedir. Her yumuşatmanın aynı zamanda bir derinleştirme olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, sistemi daha da derinleştirdikleri görülür. Amaçları iyi olan ama amaçlarını gerçekleştirmede iktidarlı yollara sapan, bu nedenle de amaçlarına ters düşen bir pratik sergilemekten kurtulamamışlardır.
Ana akım dinler olarak ortaya çıkan peygamber gelenekleri her ne kadar kendilerini bu biçimiyle iktidarlı uygarlıktan kurtaramamış olsalar da bunlar içerisindeki doğal toplum yapıları kendilerini bir biçimiyle bunlar içerisinde örgütleme ve kendi hakikatlerini oluşturma çabası içerisinde olmuşlardır. Bu tür akımlar dinler içerisinde mistik tarikatlar, batıni mezhepler ve benzeri biçimlerde kendilerini örgütlemiş ve bu yapılar içerisinde kendi hakikat arayışçılıklarına devam etmişlerdir.
İlk tek tanrılı din olarak tanımlanan Yahudilik içerisinde bile Musa’dan hemen sonra bu geleneğe kendisini dayandıran Esseniler benzeri tarikatlar türemiştir. Ki mevcut dinin yozlaşmış yanlarına karşı çıkarak daha fazla evrensel bir yapıya kavuşmasını sağlayan Hz. İsa bu tarikat içerisinden çıkmıştır. Yani her gelişen yeni din kendi içerisinde aynı zamanda kendisine alternatif oluşturacak ve yeni çıkışlara yol açacak gerçek hakikat arayışçılarını da barındıran bir yapı taşımıştır. Bu muhakkak ki o dinden bağımsız gelişen bir durumdur. Daha sonra Hristiyanlığın bir devlet dini olması esnasında bile Roma’daki doğal toplum özellikleri ağırlıkta olan pagan din rahipleri ile Hristiyan din adamları birçok noktada uzlaşarak doğal toplumun inanç yapılarının günümüz Hristiyanlığının içerisinde kendisini devam ettirmesini sağlamışlardır. En başta Bakire Meryem ya da Magdalena figürlerinin bu kadar kutsallaştırılmasından ayin günü olarak Pagan dininde güneşe tapılan, adı bile Güneş Günü olan Sunday-Pazar’ın ibadet günü olarak belirlenmesine kadar birçok dinsel sembol tamamen bununla bağlantılıdır. Yani komünal toplumun zihniyet yapıları asla ortadan kaldırılamamış ve bu yapılar her zaman kendilerini bir biçimiyle bu yeni yapılar içerisinde sürdürmeye devam etmişlerdir.
Bu daha sonra Hıristiyanlık içerisinde Katolik-Heretik ayrımı olarak gözlenirken İslamiyet'te de merkezi Sünni mezhep ile diğer mezhepler ve tarikatlar arasındaki çelişkilerde somutlaşmaktadır. Özellikle de İslamiyet aşamasına gelindiğinde bu akımlar oldukça açık bir biçimde kendisini Ortadoğu’da gerçekleştirme imkânına kavuşmuştur. İslamiyet her ne kadar mevcut uygarlık sistemlerine alternatif bir çıkış gibi gözükse de aslında kendisi uygarlık sisteminin yeni bir aşaması olarak ortaya çıkmış ve daha Hz. Muhammed döneminde bile kendi içinde komünal değerlerle uygarlık değerlerinin çatışmasını engelleyememiştir. Bu çatışmalı durum kendisiyle beraber ayrışmaları da ortaya çıkarmıştır. İster tarikat ister mezhep biçiminde olsun gerçek hakikat arayışçılığı MS. 800’lü yıllardan itibaren Ortadoğu coğrafyasında zirve dönemini yaşar hale gelmiştir. İslamiyet’i gönüllüce kabul etmeyen kesimler kendi doğal toplum zihniyet yapılarını merkezi inanç yapıları dışındaki mezhepler içerisinde sürdürmüşlerdir. Günümüz itibari ile Sünnilik dışındaki birçok mezhep ve tarikat bu biçimde şekillenmiştir. Alevilik, Şiilik vb. mezhepler ile Batıni olarak tanımlanan İsmaili, Fatımi, Karmati gibi akımlar bu yaklaşımların bir sonucu olarak gelişmiştir.
ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER