SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (287.BÖLÜM)
1- Hukukun Doğuşu ve Gelişimi Hukuk alanına girerken bu kavramdan ne anladığımı tanımlamayı gerekli bulmaktayım. Hukuk, toplumda uyulması güçle sağlanan kurallar demektir. Yazılı ve sözlü olması mümkündür. Toplumun klan ve kabilelerden oluştuğu dönemlerde hukuktan pek bahsedilmez. Töre dediğimiz ve bir bakıma doğal yasa olarak tanımlayabileceğimiz kurallara kendiliğinden uyulmaktadır. Törenin diğer adı ahlaktır. Ahlakla hukuk arasındaki fark, birisinin güçle yürütülmesi ve önceden bilinen bir müeyyideye tabi tutulması, ahlakın ise kendiliğinden herhangi bir yaptırım gücü olmadan yürümesidir. Hukuk daha çok toplumun sınıflara bölünmesiyle ortaya çıkan anlaşmazlıklara çözüm arayan kurallar sistemi olarak anlam bulmaktadır. Çeşitli taş levhalara yazılıp, kent devletinin vatandaşlarının kuralları önceden bilmelerine çalışılmaktadır. Böylelikle düzenin sürmesinde kolaylık sağlamaktadır. Daha doğuşunda hukukun iki alanı düzenlediği görülmektedir:
Devletin iç düzenini belirleyen ve vatandaşlarla ilişkilerini tahlil eden kısmına kamu hukuku denirken, vatandaşlar arası temel davranış kurallarını belirleyen hukuk şahıslar hukukudur. Doğuş kaynakları, ağırlıklı olarak devleti doğuran ve hükmeden iradedir. Bunun bir kral veya meclis olması sınıfsal özünü değiştirmemektedir. Eski törelerin de sınıflı toplumla birlikte hukuk kurallarının kaynağı olarak değerlendirildiği ve önemli bir kaynak teşkil ettiği görülmektedir. Hukukla uğraşan bilge çevreleri de kural oluşturmaktadır. Bazen farklı bir dış iradenin kural koyması da hukuk kaynağı olarak rol oynamaktadır. Siyasetin veya temsilcisi kralın kendini ilahlaştırması halinde, buyrukları ilahi hukuk olarak değerlendirilmektedir. Allah buyrukları bu durumlarda mutlaklaşan siyasi iradenin büründüğü kılıf olmaktadır. İlahi hukuk aslında en eşitsiz hukuktur. Herhangi bir tartışma ve uzlaşmaya dayanmayan ve tüm gücü kendinde toplayan tanrı-kralın her sözü kanun değerinde işlem görmektedir.
Dolayısıyla neredeyse tek hukuk kaynağı olarak kabul görmektedir. Sümerlerle başlayan bu süreç uzun süre tüm uygarlığa damgasını vurmuş; özellikle Doğu toplumlarının ilahi kaynaklı hukuk adı altında mutlak krallık otoritesiyle yönetilmesini beraberinde getirmiştir. Hukukun en gerici biçimi olarak ilahi hukuku göstermek mümkündür. Çünkü ne töresel ne de uzlaşmacı bir özelliği bulunmaktadır. Toplumda yükselen ve tanrı kadar yüceltilen kral otoritesini tek kaynak olarak görmektedir. Doğu toplumlarının gerilemesinde, despotik yönetim tarzında ve demokratikleşmenin kolay gelişmemesinde, bu hukuk anlayışının etkisi önemli rol oynamaktadır. Hukukun asıl doğuşu ise, Roma toplumunun M.Ö 750’lerde kent devletine dönüşmesiyle başlamaktadır. Hukuk baştan itibaren kral iradesinden ziyade, toplum temsilcisi olarak seçilen konsüller tarafından oluşturulmaktadır. Kralın iradesi de hukuk doğurmaktadır; ama baştan itibaren bir gereklilik olarak Roma yurttaşlarının kendi işlerini bizzat temsilcileri vasıtasıyla belirli ve müeyyidesi olan kurallarla yönetmeleri temeldir.
Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen dönemine (M.S 565) kadar çağa damgasını vuran Roma hukukudur ve birçok evreden geçip çağdaş hukukun temeli olarak da işlev görmüştür. Önemli olan yanı, hukuku ilahi kaynaklı olarak görmeyip, vatandaşların bizzat düzenledikleri laik karakterli bir hukuk olarak gelişmesidir. Batı uygarlığının Doğu uygarlığı karşısında üstünlük kazanmasının temelinde bu hukuk anlayışları arasındaki fark da önemli bir neden teşkil etmektedir. Laik hukuk vatandaşlık ve bireysellik bilincini geliştirerek, yurttaş bireyi devlet ve toplum karşısında daha fazla korumakta ve güçlü kılmaktadır.
HALKLAR ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER