HAKİKAT SAVAŞÇILIĞI - 15. BÖLÜM
HAKİKAT AŞKTIR, AŞK ÖZGÜR YAŞAMDIR.
“Hakikat, esasta çağlar boyunca gelişen toplumsal anlamlılığın insan bilincine çıkmış halidir. Kendini mitolojik, dinsel, felsefi, sanatsal ve bilimsel yollarla ifadeye kavuşturma işine hakikati araştırma, dile getirme işi diyebiliriz. Toplumlar sadece hakikat örgüsü değildirler, aynı zamanda açıklama gücüdürler. Hakikatini açıklayamamak en ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım durumunu ifade eder ki, bu da bir nevi varoluştan kopma ve gerçeklik olmaktan çıkma durumuna düşmek demektir. Hakikatsiz toplum, hatta birey anlamsız kılınmış, başka öznelerin hakikati içinde erimiş ve kimliğini yitirmiş varlık anlamına gelmiş, daha doğrusu anlamsızlaşmış varlık haline uğramış demektir. Bu durumda anlamla hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır. Anlam bir nevi hakikatin potansiyelidir. Bu potansiyel dile geldikçe, özgürce konuşulup yapılandırıldıkça hakikat haline erişilmiş olacaktır.”-Abdullah Öcalan-
Doğal toplumun hakikati
Henüz doğal toplum sürecinde insanın ilk toplumsallaşmasına baktığımızda belli bir anlam düzeyi vardır. Doğal toplumda yaşamı sürdürmek için topluluk (25-30 kişilik) şeklinde bir arada bulunmak zorundadırlar. Çoğalma, beslenme ve savunma o dönem topluluklarının en temel kaygılarıdır denilebilir. Bu yaşam tarzında en güçlü anlam; ‘topluluk ruhu’dur. Bu ruh hakikatin ta kendisidir. Bu topluluklar giderek uygun coğrafyalarda –ki en uygun coğrafya Toros-Zağros kavisidir- yerleşik yaşama (Neolitik dönem) geçerler. Yerleşik yaşama geçmeyle birlikte artık toplumsallaşmada daha niteliksel bir aşamaya geçilmiş olur. Ancak toplumun tüm form ve süreçlerinde yaşam tarzı tamamıyla ahlaki ve politiktir.
Neolitik öncesi doğal toplum süreci boyunca –ki insanlığın tüm gelişim tarihinin % 98’lik bölümünü oluşturur- herhangi bir hakikat arayışçısı, arayışçılığı pek net görülmeyebilir. Yine de bu, hakikatin yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Hakikat yaşanıyor. Hakikat doğal toplumun, yani ahlaki ve politik toplumun içindedir. Sorgulama yoktur ama yaşanıyor, hakikat arayışı yoktur ama hakikatin kendisi vardır. Egemenlikçi mantık yoktur, tamamen dayanışma vardır. Çok daha önemlisi, hayatın asıl gövdesini oluşturan kadının topluma güven verişi vardır. İşte bu gerçeklik insanlığın hakikatidir.
Burada üzerinde durulması gereken: Hakikatten ne zaman sapıldı? Hakikatten ne zaman uzaklaşıldı? Kimler insanlığı hakikatten uzaklaştırdı? İnsanlığın zihniyetine ilk tecavüz nasıl yapıldı? Düşünce tarzına nasıl müdahale edildi? Farklı bir zihniyet nasıl oluştu? Tüm bunlar nasıl ortaya çıkıyor, kim bunu yaratıyor, kaynağında ne var?
Bunların çok derinlikli sorgulanması gerekiyor. Kürt Halk Önderi, hiyerarşinin oluşumunu ve devletçi topluma geçişle birlikte başlayan dönemi ‘yalana dayalı toplum sistemi’ olarak tanımlıyor. Doğruluk hakikatin içinde olduğuna göre yalan hakikatin dışındadır, onun tersidir, hakikatle çelişir.
İnsan hakikati ararken yöntemi bulur
İnsan hakikati ararken, yine yaşam sorunlarını formüle edince yöntemi bulur. Yaşamdaki birçok soruya cevap vermek için çalışıldığında bir yöntem oluşur. Eğer hedef yaşamın anlamına varmaksa, yöntem buna aracılık etmelidir. Sorulan sorular ve verilen cevaplara göre yöntem mitolojik midir, dinsel midir, bilimsel midir açığa çıkar. İlk insanlar da evrene, doğaya, insana ilişkin soru soruyorlardı.
Hakikat rejimine girişte Kürt Halk Önderi yöntemi tanımlamakla başlıyor: “Kavram olarak yöntem, amaçlara ilişkin en kestirmeden sonuca götüren yol, alışkanlık, sağduyulu yaklaşım biçimlerini anlatır. Hangi yolun hedefe en doğru biçimde ve kestirmeden götüreceği netleştiğinde yöntem tutturulmuş demektir. Yöntemin olumlu yanı denenmiş olması ve sonuç vermesindeki başarısıdır. Uzun denemelerden sonra belirlenmesi, ilgili yol alıcıları için vazgeçilmezdir. Mürit-mürşit ilişkisini çağrıştırır.”
Açıklayıcı bir tanımdan sonra hakikati açıklama yöntemleri sorgulayıcı bir tarzda ele alınıyor. Sayın Abdullah Öcalan’ın hakikati açıklama yöntemlerine geçmeden önce neden yöntem geliştirmeye ihtiyaç duyduğunu sorgulamakta fayda vardır. Çünkü baktığımızda devletçi uygarlık tarihi boyunca gelişen bütün sistemler ve düşünce yapıları hakikati açıklamaya çalıştıklarını hatta hakikat rejiminin kendisi olduklarını iddia ederler. Kürt Halk Önderi pekâlâ bunlara riayet edebilir, hatta bu sistemlere karşıt geliştirilen herhangi bir düşünce akımı (din, felsefe, anarşizm, postmodernizm, vd.) içerisinde, tarafında yer alabilirdi. Verili, kurulu düzende bunun için yerince materyal ya da sistem karşıtı argüman, literatür de vardı denilebilir. Fakat kendisini bunların hepsini büyük bir özen ve titizlikle araştırmaya, sorgulamaya ve aşmaya götüren düşünce sistematiği neydi?
Hakikate götüren özellik: kuşkuculuk
Kürt Halk Önderinin temel karakteristik özelliklerinden en başta geleninin ‘kuşkucu kişilik yapısı’ olduğunu görüyoruz. Verili ve kurulu olanla yetinmediği yaşamında sayısız kez ortaya konulan bir özelliktir. Her zaman arayış içindedir. En büyük farkı arayışındaki ısrarıdır. Ondaki sürekliliktir, vazgeçmemesidir. Doğruyu bulmayana kadar rahat etmeyen özelliğidir. Doğruluğuna inanmadığı, kanaat getirmediği, kuşku götürür değerlerle uzun süre yaşayamaz. Arayışının devamında, bir yerlerde o değerlerin pek de doğruyu ifade etmeyen değerler olduğu açığa çıkar.
Bu özelliği ta çocukluktan itibaren gelişme göstermektedir. Annesinin onu dâhil etmeye çalıştığı toplumsallığa karşı 7 yaşından itibaren kuşkuyla yaklaşır. O toplumsallığı reddeder. Çocukların zihniyet yapısı hepten doğal toplum insanı gibidir. Meraklıdır, sürekli sorar, yeniyi arar, keşfeder, saf ve temizdir, doğayla iç içedir. Halen devletçi uygarlığın dincilik, cinsiyetçilik, milliyetçilik vb. zihniyet kalıplarına girmemiş, etkilenmemiştir. Hele de köy yaşamında bu özellikler daha net görülmektedir. Kürt Halk Önderinin çocukluk aşaması böyle bir zihniyetle örülmüştür. Doğal toplum insanının özelliklerinde ısrar vardır. Kendi toplumsallığını kendi arkadaşlarıyla kurma iddiasındadır. Kendi çocukluk oyunlarında toplumsallığı denemeye başlar. Bu açıdan çarpıcı bir yönelimdir. Toplumda kız çocuklarının erkek çocuklarla oynamasına izin verilmez. Ama O öyle yapmaz, çocukluk oyunlarına kız çocuklarını katar. Bir diğeri de çocuklar kan davalarında karşı ailenin çocuklarına hep kin ve öfkeyle büyütülür. Ama Kürt Halk Önderinin en başta ilişki kurduğu; düşman ailenin çocuğu olan Hamza arkadaştır. Anlaşılıyor ki verili yasalara, toplumsallığa karşı çıkış yaşanıyor. Ama kendi yasalarını koyuyor.
Sonrasında sürekli; “Çocukluk hayallerime ihanet etmeyecektim.” der. Yaşam ya özgür olacak ya da hiç olmayacaktır. Hakikat budur; özgür yaşamdır. Özgür yaşam nasıl kurulacaktır? Hangi yaşam modeli, hangi yaşam tarzı, hangi toplumsal yaşam modeli özgür yaşamı mümkün kılabilir? Önemli olan budur. Eğilim yine son derece gerçekçidir. Düşüncesi şudur: ‘Aradığım yaşamı bir türlü bulamıyorum. Bir yerlerde bir yanlışlık var, ama nerede? Doğru olmadan yaşanılamayacağına göre doğru nerede?’
Şunu net biliyoruz ki: Kürt Halk Önderliğinin bütün arayışı, yaşamı ‘özgür ve mümkün’ kılan doğrunun arayışıdır. Hep bunun peşinde koşar.
Tabii ki mevcut toplumsallık biçimine katılmıyor. Toplumda yolunda gitmeyen bir şeyler vardır ve bunun bir çözümü olmalıdır. Dine gelişen ilgisi özünde hep bu arayışın sonucudur. Onu en çok çeken dindeki ahlaki kurallardır aslında. Dinden öğrendiklerini yaşama katma çabasına girişir. Bunu Özgürlük Sosyolojisi isimli eserinde ‘Uyanan bilincin asla pratikten kopmaması’ şeklinde yorumlar. Bu konuda olağanüstü paylaşımcı bir karakter oluşumu çok erkenden kişilikte kendini gösterir. Daha ilkokuldayken komşu Cibin köyüne okula yaya giderken ezberlediği dualarla arkadaşlarına imamlık yapar. Bir oyun gibi ama ciddi yapar. “Öğrendiğin şey zor ve önemlidir; o halde mutlaka paylaş! Belli ki burada ciddi bir ahlak ilkesi ile tanışmış oluyordum.”
Arayışlar sorgulayarak devam eder. Kentle barışık bir kişilik değildir. Lise yıllarında ‘Sen benim hiç doğmayan çocuğumsun’ başlıklı bir makale yazar. Burada aslında aranan şey özgürlüktür ki o da doğmamıştır. Ankara’dayken de öyle bir toplum içinde aradığını bulamamıştır. Yaşadığı çelişkiler gittikçe derinleşmektedir. Başından itibaren, kuşkucu yaşam karakteri nedeniyle içine girdiği süreçte yaşadığı durum hep bir ruhsal gerilim, bir bunalım ve krizli kişilik durumudur.
Sosyalizmle ilk tanışmasında “Muhammed kaybetti, Marks kazandı” derken de sorgulamanın vardığı düzeyi ifade etmektedir. Ama orada çok önemli bir belirleme yapmaktadır; “Ben ne yaptım, bir dogmatik tarzdan bir başka dogmatik tarza geçiş yaptım. Bağlandığım ideolojik zihniyeti çözerek aşmak yerine başka bir zihniyeti benimseme tutumu içine girdim”
Bir sistem çözümlenir, aşılır, yeni bir sistemin temelleri de öyle atılır. Ama ortada olan gerçeklik böyle değildir. Bir dogmatik zihniyetten bir başka dogmatik zihniyete geçiştir. Yeni şey kendisini ‘Bilimsel Sosyalizm’ olarak adlandırsa da dogmatizmden uzak değildir. Ondaki determinist yan dindeki kadercilikle doğrudan bağlantılıdır.
Kürt Halk Önderi kuşkuculuğunun kişiliğine en büyük katkısının ‘hakikat’i kolayca bulamayacağına dair verdiği ders olduğunu belirtir.
Sorunsallaştırma
Kürt Halk Önderliğini hakikate götüren adımlardan biri de ‘sorunsallaştırma’dır. Güdülere kadar her şeyi sorunsallaştırmanın, Ortadoğu toplum geleneğinde halen çok güçlü olan dogmatik düşünce tarzından kopuş yapma gücünü kazandırdığı kanısındadır.
Doğu’nun inanç temelli düşünce yeteneği ile Batı’nın sorgulayıcı temelli düşünce gücünü mukayese ederek yerini belirlemeye çalışır. Fakat her iki yanda da kendine yer bulamaz. Düşüncenin böyle olması, doğal olarak yaşamının da gün geçtikçe bunlarla arasındaki kopukluğu derinleştirmesine neden olur.
İnanç veya sorgulayıcı düşünce olarak sunulanlar kendisini hiç tatmin etmez. Temel eleştiri; toplumsal sorunun büyümesinde bu düşüncelerin sorumluluğunun önemli olduğudur. Bu da Doğu’nun inanç sistematiğiyle Batı’nın rasyonel sistematiği üzerine eleştirel duruşa gereksinim gösterir ve bu konuda cesaret alır. “Büyük düşünce maratonundaki çılgınca koşunun tahrip gücünün kapitalist modernite olduğunu adamakıllı fark edince durdum. Artık son dört yüzyılın (kapitalist dünya-sistemin) tanrılarını parçalamak, çok gariptir ki, beni Urfalı Hz. İbrahim’in çıkışındaki ‘put kırıcılığı’nın verdiği sevince benzer bir duygu gücüne taşıdı. Hem kuşkuculuğumu rahatlıkla kontrol altına alabiliyor, hem de peşinde koştuğum ‘hakikat’lerimle tatminkâr randevular sağlayabiliyordum.”
ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER