TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (31.BÖLÜM)
Kürdistan’a yeniden dönüş olayı basite alınmamalı; “Ne de olsa devrimcilik biraz da sükseli bir meslekti, otobüse binip Kürdistan’a geldiler” denilmemelidir. Hayır, bu Ağrı dağına tırmanmak kadar zor bir olaydır. Dev gibi bir devleti karşınıza alıyor ve ona rağmen her şeyinizi ortaya koyarak yola çıkıyorsunuz. Bu kolay mıdır? Kürdistan’a döndük, köylere ve kentlere gittik, binlerce toplantı yaptık. Bunlar neredeyse unutulmuştur. Bugün düşman kendi tarihinin en büyük hatasını yaptığını söylemektedir. Peki, düşman neden yanıldı? Düşman işte bu çabalardan ötürü yanıldı. İşlerimizi koşullara uygun olarak yaptık. Düşmanın elinde belge yoktu veya farketmemişti. Bu biçimde örgüt kurulabileceğine inanmıyordu. Ama biz kendimizi ayaklı bir gazete durumuna getirdik. Yirmi yıldır bu propagandayı sürdürüyoruz.
Bazıları bugün hazır metinleri bile sağa sola dağıtmaya üşeniyor. Birçok kişinin bütün gazetelerimizi düşmana kaptırdığı biliniyor. Bu durum görevlere hangi ölçüde bağlı olunduğunu ortaya koyuyor. Aslında herkes çok şey biliyor, herkes istese birçok insana bir şeyler öğretebilir, ama sırf üşendiği için bunu yapmıyor. Oysa ben, hiç de gerekmediği halde, adeta boğazımı yırtarcasına hala propaganda yapıyor ve gerçekleri ortaya koyuyorum. PKK böyle gelişmiştir. PKK’nin taraftar bulması bu çabaların ürünüdür; insanların PKK etrafında birleşmesi bu çabaların bir sonucudur. Demek ki bütün bunlar kendiliğinden olmamıştır. Tarih kendi kendine ilerleyemez. Kürdistan’da özgürlük tarihi hiç kendi kendine ilerleyebilir mi? Biraz sağduyu sahibi olan bir insan bunun mümkün olmadığını görecektir. Küçücük bir tekerleği döndürmek bile ciddi bir çaba gerektirmektedir. Halklar tarihinin ne denli dehşetli yaşandığını biliyorsak, bunun böyle olduğunu anlamakta zorlanmayacağız. Ama sürüyle gezme tarzını yaşam saymak, insan için bir işkencedir. Biz her gün otobüslerle halka ulaşmaya çalışırken, TC cumhurbaşkanı ve başbakanı, atalarımıza bakıp ibret dersleri almamız gerektiğini söylüyor, bizi asıp kesmekle tehdit ediyor, idam ipini Demokles’in kılıcı gibi her gün başımızda sallıyordu. Yine de biz Hilvan’a ve Suruç’a ulaşmak, Dersim’e ve Kars’a geçmek için koşturup durduk. Hesabımız işte buydu. Bir bilet temin edinceye ve sağda solda bir dost buluncaya kadar titreyip durduk. Sorun can korkusu değil, gerçeklerimizi kitlelere ne kadar taşırabileceğimizdi. Şimdi bazıları için pek önemli görünmese de, bunlar PKK’nin tarihidir. Hem de bunlar inkarcılığın, yüzeyselliğin ve utanç verici gidişatın tersine çevrilmesi ve kötü gidişata dur denilmesi döneminde yapılmıştır.
Bu dönemde sınıf ve ulus temelimiz alabildiğine duyarsızdı. Sadece yüreğimize dayanarak iş yapıyorduk. Bugün arkadaşlar, “Ne de olsa PKK’nin silahlı bir gücü de var, PKK dünyada da biraz tanınmaya başladı. Artık bu çabaları anmaya gerek var mı?” diyorlar. Zaten bu çabaların anılmasına gerek görülmediği için, halka ve yoldaşlarımıza karşı bu kadar yetmez ve sorumsuz davranışlar içine girilebiliyor. Oysa kölelik tarihi bütün yönleriyle kavransaydı, bir mermi ve tek bir sözcük uğruna bile her türlü çaba gösterilir, en iyisi yapılmaya çalışılırdı. Ama ucuza yaşadığınız, ananızın sizi ucuz bir biçimde yetiştirdiğini sandığınız, babanızın sizi ucuz beslediğine inandığınız ve PKK’ye de gençlik döneminizde ucuzca katıldığınız için, her şeyin kolay edinildiğini sandınız ve böylece olumsuzlukları yaşadınız. Çoğunuz bazı zorluklarla karşılaşsa da, bu zorlukları bir kader gibi ele aldınız. Çoğunlukla devrimci gelişmeye tepki duydunuz. Peki, bu nasıl sonuçlandı? Bunun sonucunda verimsiz bir pratik ve çalışma tarzı, başına buyruk, bireysel, tepkici ve daha sonra ortayolcu durumlar ortaya çıktı. Dikkat edilirse, PKK tarihi, daha önceki konuşmalarımda da ifade ettiğim gibi, sadece benim değil, başka arkadaşların da çabalarıyla doludur. (Bunlar az çok dile getirmek istediğim çabalarımdır, bunun gibi binlerce çabam vardır.) PKK’ye emek verenlerin yaşamını didik didik ederseniz, parti tarihini her yönüyle bilince çıkarır ve yüreğinize nakşeder, böylece iyi birer PKK’li olabilirsiniz. Böyle yapmazsanız, bir soysuz, mirasyedi ve tehlikeli bir kişi durumuna düşersiniz. Yoksa bu biçimde geliştirilen bir parti hareketine karşı görevlerini tam başarmamak, değerlerin korunması ve geliştirilmesi uğruna her şeyini ortaya koymamak mümkün müdür? Basit bir sermayedar bile elindeki birkaç kuruşu bir şeylerin içine saklayarak dünyanın birçok yerine götürebilmektedir.
Siz PKK gibi bir hazineye sahipsiniz, ama onu dört yıl önce tuttuğunuz yerden belki daha da geriye götürüyorsunuz. O zaman, bu mirası ve kendisini harcamak değil de nedir? Akıllı olmak gerekir. Ne de olsa köylü kökenli olduğumuz, yaşam tarzımızın iflas etmiş bir yaşam tarzı olduğu söylenebilir. Hayır, bu böyle değildir. PKK, sermaye biriktirmek açısından değil, ama her türlü özgürlük değerini biriktirmek için büyük üretici ve yaratıcı özelliklere sahip olan bir harekettir; küçük değerleri misliyle büyütmesini bilen bir harekettir. Onun militanları da bu değerlerin yaratıcılarıdır. PKK’yi başka türlü yorumlama olanağı yoktur. Evet, dediğim gibi, o dönemde parti ideolojisini taşırmak için, kelle koltukta ve tepemizde sallanan Demokles’in kılıcı altında şuraya buraya koşuyorduk. Bu sözlü çalışmaların riskleri de vardı. Ancak başka türlü PKK’yi oluşturmak olanaksızdı. Daha sonra bu bilgi birikimini bir programa dönüştürelim dedik. Tabii arkadaşlardan birçoğu bu programı bile hala okumamıştır veya onun anlamı nı tam kavrayamamaktadır. Ama biz bütün bilincimizi zorladık. Başkalarının programlarını nasıl yazdıklarını ve kendi programımızı nasıl toparlayacağımızı araştırdık. Programımızı Haki yoldaşın anısına ithaf etmiştik.
Çünkü devrimcilerin anısı çok önemliydi. O halkımızın davası için yaşamını feda etmişse, biz de onun anısını ölümsüz kılmak için her şeyi yapmak zorundaydık. Yoksa kötü bir yoldaş olurduk ve devrimcilerin anısı karşısında pek de saygılı olmadığımız ortaya çıkardı. Daha sonra birçokları, yüzlerce şehidin anısını doğru olarak yorumlamak bir yana, kendi asgari görevlerini bile yerine getirmediği için duyarsızlaştı. Bu kötü ve asla kabul edilmemesi gereken bir durumdur. Biz, Haki yoldaş şehit düştüğünde derin derin düşündük. Adeta gök kubbe başımıza yıkıldı. Yeniden nasıl yaşayabileceğimizi ve bu dehşeti nasıl yırtacağımızı aylarca düşünüp, araştırdık. Sadece Haki yoldaşın şahadetinde mi? Halil Çavgun yoldaşın şahadetinde de öyleydi. Daha sonraki şehit düşme olaylarında da böyle oldu. Aylarca bu yoldaşlarımızın anısının gereklerini nasıl yerine getirebileceğimizi düşündük. O zaman çoğu arkadaşlar, “Hemen isyan eder, intikamlarını alırız, olur biter” diyorlardı. Peki, sadece intikam almakla iş biter mi? Açık ki bitmez. Bunun için örgütlenmeyi derinleştirmek, yani onların anısını ölümsüzleştirecek yolu bulmak ve onların davasını güvence altına almak zorunluydu. O zaman görevimizi yaptığımız söylenebilirdi. İşte biz böyle yaptık. Parti Programı böyle ortaya çıktı. O zaman birçoğu programı okumaya yanaşmıyor veya çok sınırlı okuyordu. Bu, Kürdistan’daki inkarcılığın, zayıflığın, kendini tanımamanın ve yabancılaşmanın korkunç bir ifadesiydi. Biz partiyi ilan edelim derken, arkadaşlar duyarsız ve eksik davrandılar. Yani bir takım değerler ortaya çıkınca, bu değerleri kariyerist bir biçimde ele geçirme eğilimleri ortaya çıktı. Biz Kuruluş Kongresi’ni gerçekleştirmeye çalışırken, kongrenin basit geçmemesi için aylarca bir yerden başka bir yere koşturur ve kendimizi sonuna kadar zorlarken, arkadaşların çoğu kongreye bir gözlemci gibi katıldı.
Ama tarih de başka türlü ilerletilemezdi. Çoğu arkadaş kendisini fazla sıkma gereğinin olmadığına inandı. Tabii böyle davrananlar başımıza bela oldular. Bunların ucuz özeleştiriler yapmakla fazla bir şey yaptıkları söylenemez. Kendileri ulusa ve topluma karşı sorumlu olduklarına göre, dişini tırnağına takarak yürümeleri gerekirdi. O zaman böyle yapmış olsalardı, çok şey kurtarılabilecek ve çok ileri gelişmeler sağlanabilecekti. Ama kariyerizm vardı. Hatta bazıları partinin gerici kişiliği ezdiğini görünce, bir an önce kurtulmayı düşünüyorlardı. Peki, kurtuluş nerede aranıyordu? Bunlar kurtuluşu TC’nin kapısında arıyorlardı. TC kendilerine ne verecekti? TC kendilerine ancak düşkünlük, uşaklık ve ajanlık verebilirdi. Bu asla şerefli bir yaşam olamazdı. Tabii bütün bunlarla mücadele edildi.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER