SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (110.BÖLÜM)
a- Çağdaş demokrasi ,
köleci dönemden beri sürekli yetkinleşen sınıflı topluma dayalı uygarlık sisteminin derin ve süreklileşen bunalımının ürünüdür. Toplumun tüm ilke ve kurumlaşma sistemi büyük bilimsel-teknik devrim karşısında yetmezliğe düşmüştür. Bu durum ekonomik alandan ideolojik alana kadar genel bir savrulmayı, altüst oluşu ifade etmektedir. Tüm ilkelerden kuşku duyulmakta, kurumlar işlevsizliğe düşmektedir. Buna karşın yeni toplumsal sistem de belirginleşmekten uzaktır. İdeolojik kimliği ve temel kurumlarının ne şekil alacağı kestirilememektedir. Eskinin faşist restorasyonuyla yeninin devrimci Sovyetik yapılanmaları çözüm gücü olmadıklarını kanıtlamışlardır. Çağdaş demokrasi bu tarihi evrenin yönetim ve yaşam biçimidir.
b- Bilimsel-teknik devrimler,
sınıflı toplum biçiminde yaşamayı ve uygarlaşmayı buna dayandırmayı bir zorunluluk olmaktan çıkarmıştır. Teknik temel sınıflaşmayı değil, sınıfsızlaşmayı geçerli kılmaktadır. Sınıflı uygarlık teknik seviyeye dayalı olarak geliştiği gibi, mevcut teknik düzey artık bu tarzı toplumun önünde en temel engel olarak görmektedir. Teknik, sınıflı toplumun inkarını gerektirmekte; sınıflı toplumdan meslek toplumuna, yeni bir toplumsal kategoriye doğru zorlamaktadır. Çağdaş demokrasinin altyapısı, teknik temelin sınıflı toplumu bir zorunluluk olmaktan çıkarmasına dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, teknik devrim çağdaş demokrasinin en güçlü temelidir. Çağdaş demokrasiyle bilimsel-teknik devrim arasında tayin edici bir bağ oluşmuştur. Daha önceki hiçbir tarihsel dönemde bu yönlü gelişme ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla çağdaş demokrasi keyfi bir seçenek değil, yeni tarihsel aşamayı belirleyen tekniğin bilinçli ve örgütlü toplumu mümkün kılan maddi gücüne dayanmaktadır. İkisi birbirini en iyi besleyen seviyeyi yakalamışlardır. Birbirine gereksinim duymakta ve geliştirmektedirler.
c- Sınıfların ve her türden toplumsal olguların ortadan kaldırılması veya dönüştürülmesi zorla değil, ancak teknik ve bilimsel seviyenin değişmesiyle mümkündür. Zorla toplumsal olgu yaratılmayacağı gibi, ortadan da kaldırılamaz. Dönüştürülmede de belirleyici olan zor değil, bilimsel-teknik temeldir. Belki bazı sınıfsal ve toplumsal olgular fiziki olarak ortadan kaldırılabilir veya oluşturulabilir. Ama zora dayalı oldukları için, bunlar başka zorlar karşısında ortadan kaldırılmaktan kurtulamazlar. Zorun temelinde cehalet belirleyici rol oynar. Pratik ve bilim cehaleti aştıkça, zorun anlamsızlığı daha da ortaya çıkar. İnsanlık tarihinde zor, büyük oranda bilim ve pratiğin gelişmeyişinin bir ürünüdür. Zorun yeni doğmakta olan bir toplumun ebesi olduğuna ilişkin teori doğru anlaşılmak durumundadır. Bir annenin doğum sancısında ebenin görevi, daha az sancılı ve sağlıklı bir doğuma yardımcı olmaktır. Ama tarihte uygulanan zorların niteliği, daha çok doğmuş sağlıklı çocukları, yani insanları daha da küçültmeyi, özgür gelişiminden yoksun bırakmayı, hatta sürü kimliğine koymayı, kimi zaman da yok etmeyi belirleyen bir karakter taşımaktadır. Ebelik ilişkisi fazla yoktur, daha çok cellatlık ve tutsak kılmayla ilişkisi vardır. Tarihte zorun çok abartılı ve amansız kullanılışı, toplumun doğal evrimini aşmakta ve onu zorlamaktadır. Teknik gerilik ve bilimin gelişmeyişi, bunun en temel nedenlerindendir. Sınıflı toplum uygarlığının emrindeki zor, başta devlet, ancak bu temel aşıldığında anlamını yitirir. Bu tarihi dönem bir gerçek olmuştur.
Dolayısıyla toplumun karşı devrimci, gerici ve tutucu zorla devrimci zora dayalı dönüşüm ve yok etme teorileri anlamlı olmaktan çıkmışlardır. Çağdaş demokrasi toplumun doğal evrime uygun dönüşümünü esas almaktadır. Bunun bilimsel-teknik temelinin güçlü bir biçimde varolduğunun bilincine dayanmaktadır. Bundan, ‘demokrasi devrimci ve karşı-devrimci zorun bir uzlaşmasıdır’ gibi bir sonuç çıkarılamaz. Bu tür yaklaşımlar kesinlikle yanlıştır. Demokrasinin özünde zorla uzlaşma yoktur. Tersine demokrasi zorun toplumsal gündemden çıkmasını esas almaktadır. Bunun boyun eğmecilikle de ilgisi yoktur. Tersine en doğru özgürlüksel gelişmenin zorun geçerli olmadığı ortamlarda gelişeceğine inanılmaktadır. Çağdaş demokrasi bu yönüyle zora dayalı her tür uygarlıksal varlığın özeleştirisini de gerektirmektedir. Demokrasi köklü bir özeleştiri rejimidir. Zor karşısında tavır taktiksel, hatta stratejik değil, ilkeseldir. Demokrasinin en temel ilkesi, zoru dışlayan bir tarihsel dönemin varlığına inanma, bilim ve tekniğin gücüyle buna ulaşmadır. Bu ilke derin bir felsefi temeli ifade etmektedir. Siyasi ve yönetsel strateji ve taktikleri esas almamakta, bunları daha çok pratiğin gerekleri biçiminde değerlendirmektedir. Zora yönelik bu yaklaşım, çağdaş demokrasinin barışçıl karakterini öne çıkarmaktadır. Toplumsal barış doğal gelişmenin biçimi olarak kavranmakta, buna inanılmaktadır. Barışın zora boyun eğme olarak anlaşılmaması gerekir, tersine zorun devreden çıkarılması gibi bir anlamı vardır. Savaşsız bir toplum ve uygarlık dünyasına inanmakta, bunu esas almaktadır.
Meşru savunma , çağdaş demokrasinin diğer önemli bir ilkesidir. Çağdaş demokrasi ilişkilerinin olmadığı veya demokrasinin saldırıya uğradığı toplumlarda, meşru savunma temelinde varlığını savunmak en temel anayasal bir haktır. Demokratik olmayan yasalar ve rejimlere boyun eğmek, demokratik bir tutum olamaz. Bu yaklaşım, karşı saldırıyla antidemokratik güçleri yok etmeyi içermez. Daha çok toplumun genel bilinçlilik, örgütlülük ve gösteri hakkını süreklileştirip haksızlığı aşmayı öngörür. Uygulanan direnme kutsal savunma hakkına girmekte ve hukukun da özünü teşkil etmektedir. Meşru savunma, silahlı olma da dahil, kaynağını çağdaş demokratik ilkelerden alır. Bunu aşan bir eylem meşru savunma kapsamına giremez.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER