SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (160.BÖLÜM)
B- KÜRT OLGUSUNA İLİŞKİN BAZI YAKLAŞIMLAR VE YÖNTEM SORUNLARI
Kürt olgusunun aydınlatılmadan, kendi başına bir sorun gibi işlenmesi, ilk başta içine düşülen hatalı yaklaşım olmaktadır. Sorunu kavrayabilmemiz için, dayandığı temel olguları tanımlayıp teorik varsayımlara kadar çözümlemek, kuramlardan tutalım da alana özgü tüm incelemeleri ve sonuçlarını gözden geçirmek doğru bir bilimsel yöntemin gereğidir. Doğru kavramlara ulaşmadan, varsayımlarla veya daha da genel olan ideolojik dogmalarla konuya yaklaşım göstermenin bilimle çelişen birçok sonuca yol açması kaçınılmazdır. Sadece doğru kavramlarla yetinmek de olguyu parçalı tanımlamaktan öteye bir sonuç vermeyecektir. Daha da kötüsü, bunlar demagojik yanı ağır basan yaklaşımlardır. Olguyu inkar etmekten tutalım en kaba tarafçı yaklaşımlara kadar, bu tutumlar pratikte de karşımıza çıkan tüm olumsuz sonuçların asıl sorumluları olmaktadır. Bu çerçevede konuya daha yakın baktığımızda;
1 - Kürt gerçekliğine (gerçeklik ile olgu, aynı anlamdadır ve bilimsel bir tarifi esas almaktadır) ideolojik yaklaşım: Şüphesiz ideolojisiz insan düşünülemez. Herkesin dünyaya ve tüm varlıklara bir ideolojik yaklaşımının olması kaçınılmazdır. İdeolojik yaklaşım deyince; mitolojik bakış açısından dini, felsefi ve bilimsel yaklaşımlara kadar dört temel bakış açısı kastedilmektedir. Bireyler önündeki olguları az veya çok bu bakış açılarının karma bir biçimiyle değerlendirmektedir. Bir ilkçağ bireyi için, izahın temeli mitolojiye dayanacaktır. Mitolojiyi en iyi bilenler, izahatı da en iyi yapacak kişiler ve otoriteler konumundadır. Bunun bir adım ötesi ve daha çok iç içe yapılanı, teolojik yaklaşımdır. Burada her şey din bakışı ve tanrıbilimine göre izah edilmeye çalışılacaktır. Tabii bu iki yaklaşım gerçeklikten uzak bir sonucu verecektir.
Ama bu yine de başlangıçtaki insan zihniyeti açısından kaçınılmaz bir yorumlama tarzıdır. Zihinsel darlığın yaşandığı, bilim ve felsefenin henüz gelişmediği uygarlık alanlarında, mitoloji ve din uzun süre açıklama tarzı olmayı sürdürecektir. Günümüzde bile bu izah tarzının etkileri tümüyle aşılmaktan uzaktır. Felsefi yaklaşım olguyu kendi özellikleriyle izah etmeye daha yakındır. Olgular ne söylence, ne de tanrılarla izah edilmekte; bunun yerine ele alınan olgunun kendisi bazı nedenlerine, nasıllarına ve sonuçlarına göre izah edilmeye çalışılmaktadır. Bu yaklaşım, toplum pratiğinin geliştiği ve büyük kentlerin kurulduğu köleciliğin klasik Athena ve Roma uygarlık dönemlerinde revaçtadır. Bu yaklaşımın bir adım ötesi, kapitalist uygarlığın dayandığı ve geliştirdiği en son yaklaşım olarak bilimsel tarzdır. Üzerinde tam birleşme olmamakla birlikte, bilimsel yaklaşım, deney ve gözlemle doğrulanan felsefi varsayımlarla hareket etmektedir. Felsefenin soyut varsayımları deney ve gözlemlerle kanıtlanınca, bilimsel izah gerçekleşmiş ve doğruya en yakın bilgi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Mutlak bilgiden bahsetmek bilimsel yaklaşıma terstir. Bilginin izafi bir karakterde olduğu, sürekli gelişerek anlam gücünü artırdığı, dolayısıyla pratik teknik gelişmelere daha çok yol açtığı genel kabul gören bir görüştür. Değişmez bilgiden çok, derinleşen bilgiden ve izahtan bahsetmek daha gerçekçi olmaktadır.
Bu tanımlamalar çerçevesinde, ideolojik yaklaşımlar içinde bilimselliğin payı ne kadar artarsa, ele alınan olguya ilişkin bilgilenme düzeyi de o oranda artacaktır. Sadece dini veya mitolojik izahlarla yetinen birisi, gerçekliğe ilişkin ancak darbımesel türünden yorumlarla konunun altından çıkmaya çalışacaktır. Felsefi ve teorik varsayımlar ise, somutu tam yakalayamadığından, dogmatizme kaymaktan tutun da bazı kavramlara takılmaya kadar bir soyutluğa düşmekten kurtulamazlar. Dolayısıyla en bilimsel temele dayalı ideolojik perspektifler, bilimsel gözlem ve deneyim, olgu hakkında bilgi için önem taşımaktadır. Genel kabul görecek bir tanımlama ancak gözlem ve deneyimin sonuçları teorik yaklaşımla da desteklenince gerçekleşir.
Bunun dışındaki yaklaşım ve yorumlar ya söylence ve dini kanaatler olacak, ya da soyut teorik mülahazalardan öteye fazla anlam ifade etmeyecektir. Kürt olgusuna genelde bilimden yoksun bir ideolojik çerçeveyle, o da olumsuz yönleri esas alınarak yaklaşılması, çokça gözlemlenen bir husustur. İlk ve ortaçağlarda, söylencelerle ve tanrının ağzından bir anlatımla değerlendirmeler yapılmak istenilmiştir. Bu konuda bizzat Hz. Muhammed’in ağzından tanrının neden Kürtlerin güçlenmesini istemediğine dair sahte hadisler uydurulmuştur. Yine Nuh peygamberden nasıl türediklerine dair anlatımlara rastlanmaktadır.
Grek mitolojisinde bile Medya ülkesi bir kadın kişiliğinde (Medeus) en tehlikeli bir simge halinde anlatılmaktadır. O çağlarda Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya ve halkına diledikleri gibi hükmedememeleri ve çıkarlarını sürdürememeleri, bu mitolojik ve dini yorumlara başvurmalarını bir propaganda yöntemi olarak önemli kılmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER