TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (83.BÖLÜM)
Bizim savaş tarzımız bu değildir. Üstelik ateş etmenin saatlerce sürdüğü ve Şırnak halkının durumu seyrettiği belirtiliyor, bundan övünç payı çıkarılıyor. Bu kesinlikle savaş değildir, bu bir komedidir. Hatta buna komedi de değil, trajedi demek gerekir. Çünkü düşman çok güçlüdür; birlikleriyle sizi arkadan kuşatır, önünüzü keserek sizi imhaya götürebilir. Bu biçimde beş, on, hatta yirmi kayıp vermedik mi? Güçlerimiz bekletilmemesi gereken yerde bekletiliyor. Düşman bunu tespit ediyor; birimi kuşatıp çember içine alıyor ve ardından operasyona başlıyor. Yanlış tutumu pahalıya ödettiriyor. Çünkü burada araziye göre konumlanılmamıştır. Nereye ne kadar güç yerleştirileceği doğru tespit edilmemiştir. Kişilere en gereksiz bağlarla bağlı olanlar komutan diye atanmış, bunlar da doğru bir yönetim uygulamayarak savaşçıları kendilerine ses çıkaramaz duruma getirmiş, bazıları da buna ses çıkarmamışlardır. Bu etkili bir düzenlemenin tutturulmamasına yol açmaktadır. Etkili bir düzenleme ve komuta kademesi olmayınca, birimlerden hiç bir hayır gelmeyecektir. Birimde zaten işleyiş yoktur.
Alttan üste ve üstten alta sonuç ne olur? Düşman herhangi bir yönelmeyle bunu pahalıya ödetir. Düşman bu durumları iyi bilmiyor, bilse mutlaka yönelecektir. Biraz da coğrafyadan çekiniyor, ayrıca savaşçıların kendilerini savunacaklarını biliyor ve bundan ürküyor. Bu tür durumlar lümpen ve serseri tipler yüzünden ortaya çıkıyor. “Çingeneye sultanlık vermişler, ilkin babasını asmış” derler. Bu tam da bu tanıma uygun düşen bir durum oluyor. Adam gereksiz yere elliye yakın savaşçıyı kaybediyor. Nedir, adam borusunu öttürüyor. Bu soysuzlara sormak gerekir: İşin acı tarafı neresidir? Elliye yakın kişiyi kaçırtmak veya bu biçimde kaybetmek nasıl izah edilebilir? İşin acı tarafı bu kadar ağır kayıplar vermiş olmamız değildir. Beşyüz savaşçımızı da kaybedebiliriz. Bunun savaş meydanlarında olması ve kurallarına uygun bir biçimde savaşılması sonucunda verilmesi gerektiği açıktır. Ama böyle anlamsız bir biçimde kayıplar vermeyi kabul edemeyiz. Buna yol açanları görevlerinde tutamayız. Böyleleri öncelikle görevlerinden alıkonulmalıdır. Savaşçıların yetenekleri ve halka bağlılıkları varsa, kendilerine bir silah verilmeli ve bir savaşçı gibi savaşmaları istenmelidir. Bunların durumu eylem içinde belli olacak; kariyerist olup olmadıkları, başka beklentilerinin bulunup bulunmadığı, kendilerini halka adayıp adamadıkları açığa çıkacaktır. Halka bağlılığı varsa yürüyecek, yoksa kendisi kaçacaktır.
Böyle birisi komutan durumundaysa yargılanması gereken birisidir. Doğrunun yargılanması işte budur ve bunu sergilemek hiç zor değildir. Her zaman söylüyoruz. Bulunduğumuz alanda adam kaçırtırsak, ilkin kendimize karşı yöntem geliştiririz. Bugüne kadar bulunduğumuz alana binbeşyüzden fazla insan geldi ve hepsi de hastaydı. Çoğu kaçış sürecindeydi. Ajan sızmaları da vardı. Buna rağmen çok az sızıntı olmuştur. Her bir savaşçımız deneme ve sınamadan geçmeden buraya geldi. Buna rağmen hemen hepsi savaşçı oldu. Hem de, bölük pörçük özelliklerden sağlam savaşçılar durumuna yükseldiler. Bu kanıtlanmıştır. Bir kez denemeden geçirilmiş ve eğitilmiş silahlı insanların önemli bir kesimini kaçırtacaksın, buna rağmen önderlik ettiğini iddia edeceksin! Hayır, bu olanaksızdır. Bir yığın silahı düşmanın eline geçireceksin! Bu noktada kişinin komutanlığı biter. Türk ordusunda bir takımdan bir er kaçarsa, takım komutanının rütbesi düşürülür. Askeri kural böyledir. Bir komutan biriminden dört silah yitirmiş, beş savaşçı kaçırtmış ve hiçbirini eğitmemişse, mutlaka cezalandırılır. Bir de eylem adına savaş ortamında düşman hedeflerine çok uzaktan kurşun sıkılıyor. Bunun gerilla kurallarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Buna neden olan komutanı kulağından tutup atmak gerekir. Böyleleri denenmeli, yürekleri varsa savaşmalarına olanak verilmelidir. Ama birliğin başına ağalık edeceklerse, “ben size komutanlık yapacağım, siz de bana yemek ve çay pişirin, at getirin” diyeceklerse, böylesi komutanları at yerine koyar ve sırtına binerler. Biz burada harcadığımız çabalarla ülkeyi besleyebiliriz. Yaşadığımız sürece bunda bir gerileme de olmaz.
Ama sorun sadece bizim çabalarımız değildir; sorun Kürdistan halkının kendi kendisine doğru sahip çıkmasıdır. Sorun, militanların ve komutanların halka doğru tarzda sahip çıkması, doğru önderlik etmesidir. Bazılarının komutanlıktan anladıkları şey, “benim için en güzel şeyleri hazırlayın, bana at bulun” demek değil midir? O zaman bunlar daha değişik şeylerin ardında koşmaktadır. Biz bugüne kadar harcadığımız bunca çabaya rağmen, hiçbir arkadaşa özel hizmet teklif etmedik. Bizim için en mutluluk verici şey, yemeğimizi pişirmek de dahil, kendi işimizin kendimizce yapılmasıdır. Kocaman bir birliği uşak takımı gibi kendi işlerinde çalıştırmak, yapılabilecek en büyük kötülüktür. Kaldı ki biz arkadaşlarımıza bin veriyoruz. Elbette onlar da borcunu ödemek için bir şeyler vermek isteyeceklerdir. Bu ayrı bir sorundur. Ama bunlar hiçbir şey vermeden, milletin canına okuyor ve her şeyini istiyorlar. Bu, burjuva anlamda bir iş ve ücret verme ilişkisi bile değildir. Bu feodalizmdir. Patron bile işçileri çalıştırırken, onlara belli bir ücret öder. İçimizden bazıları, hiçbir şey vermeden, insanların canını almaya gidiyorlar. Evet, bu feodalizmdir, hem de lümpen feodalizmdir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER