SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II -342.BÖLÜM
40 bini aşkın ölüm ve 4 bine yakın köy ve mezranın boşaltıldığı bir çatışma terörizm olarak nitelendirilemez ve bir kişiye, bana mal edilemez. Türkiye’de bizzat Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “bazen rutin dışına çıkılır” demesi, yine dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in “öldürüleceklerin listesi cebimdedir” demesi, ayrıca aynı dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın Susurluk hadisesi nedeniyle “Benzer binlerce eylemlerimiz olmuştur” demesi, hukukun en üst düzeyde ve hangi boyutlarda çiğnendiğini açıkça göstermektedir.
AİHM’e taşınan binlerce dava bu hukuksuzluğu yansıtmaktadır. Birkaç bin dolarla bu ağır hukuksuzluğu telafi etmek mümkün olamaz. Böyle geçiştirilirse, AİHM ve AK, Kürtler aleyhine AİHS’yi alet etmiş olacaklar; hukuk özünde çiğnenmiş sayılacaktır. Davam bu ağır hukuk ihlaline yol açmaması anlamında büyük önem taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin hem AK kurucu üyesi olması, hem de AB’ye aday üye bulunması, AİHS’ye bağlı hareket etmesini zorunlu kılmaktadır. Kürtlerin bir devleti olmaması nedeniyle taraf olarak kabul görmemesi adil bir yaklaşım olamaz.
Dolayısıyla sadece bireyler düzeyinde bir hak arayışı, AİHS’nin tüm halklara objektif olarak tanıdığı ve hukukta “üç kuşak haklar” olarak tanımlanan gerçekliğine ters düşecektir. Balkanlarda yaşanan sorunlardan daha ağırını yaşayan Kürtler için daha adil bir özel yargılama yolunun açılması AİHS’nin ruhuna uygun olacaktır. Kendi savunmamı bu çerçeve de ele alıyor ve özünü bu gerçekliğe dayandırıyorum. Yoksa İmralı’da yaşadığım hukuk dışılıkları ikinci derecede sorunlar olarak değerlendiriyorum.
Şüphesiz yargılama boyunca Türkiye’de estirilen siyasi linç girişimleri, bir adada tek başıma ve sağlığıma hiç de uygun olmayan koşullarda adeta çarmıha gerilmiş bir biçimde bir tabutluk odasında tutulmam, Avrupa’da İşkenceyi Önleme Komitesi’nin yönetmeliğine de ters düşmektedir. Tüm bu konularda da hukukun özüne uygun tedbirlerin alınması gerekirdi. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, bu hukuksuzluğun işlenmesinde esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni değil, başta Yunanistan, Rusya ve İtalya hükümetlerini sorumlu görmekteyim. Hukuk dışılık, savunmamda da kapsamlı gösterdiğim gibi, bu hükümetlerin komplovari yaklaşımlarından kaynaklanmıştır.
Avrupa’da siyasi iltica hukukum çiğnenerek, özel temsilcisi olarak görev yapan Blinken tarafından bizzat basına da açıklandığı gibi, ABD Başkanı Clinton’un emriyle paketlenip teslim edildiğim çok açık olan bir durumdur. Sistemin en başından tutun, birçok hükümet ve ajanı bu hukuk dışılıktan sorumludur. AİHM bu sorunu çözemedikçe ve hukuk dışılığa son vermedikçe, dolayısıyla İmralı yargılamasını batıl sayıp düşürmedikçe, asla adil davranmış sayılmayacak; şahsımda Kürt halkına karşı düzenlenmiş bir komplonun etkisine düşme riskinden de kurtulmuş olmayacaktır.
AİHM tarihi rolünü bu davam dolayısıyla oynadığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik ve laik hukuk devletine dönüşmesinde de gerçek yerini almış olacaktır. Bu vesileyle yüce mahkemenin de yol göstericiliğiyle, “dostane çözüm” denilen yönteme açık olduğumu da belirtmeliyim.
Türkiye yetkililerinin de kabul etmesi halinde, silahların bırakılması ve mevcut devlet sınırlarının esas alınması temelinde diyalogla demokratik kriterlerde uzlaşmaya çalışmayı en geçerli yol saydığımı ve PKK’nin de bu konuda aynı irade beyanında bulunduğunu önemle belirtmeliyim.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER