TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (60.BÖLÜM)
Sızmaların ardından en çok koştukları başka bir amaç da Parti Önderliği’ne ulaşmaktır. Bu özellikle 1985’lerden itibaren daha da hızlandırılmıştır. Bu konu basında da yansıdı. O dönemlerde suikastlerin planlandığı bilinmektedir. Bazı yapay örgütler oluşturuldu. “Kızıl Hareket” vb. türünden Arap veya Lübnanlı geçinen bazı örgütlerle bağlantılar kurarak, onları sıçrama tahtası olarak kullanıp, Akademi’yi ele geçirmek istediler. Buraya özellikle işçi statüsü altında çok sayıda ajan yolladılar. 1985’ten itibaren bu daha da yoğunlaştırıldı. Bazıları parti aleyhinde propaganda geliştirirken, bazıları saflara sızmıştı. Aslında bunlardan çoğu açığa çıktı, belki açığa çıkmamış olanlar da vardır. Bazıları saflarımıza katıldılar, ama bunların önemli bir kesimi ülkede kaçtı.
Demek ki bunlar da birer sızmaydı. Kaçanların öyle küçük-burjuva yapılarından ötürü kaçmadıkları, önemli bir bölümünün sızma olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle bu alanda saflarımıza katılanların kaçmaları, onların birer sızma olduğunu ortaya koymaktadır. Bazıları daha sonra itiraf ettiler. Bunlar yoksuldurlar; kendilerine pasaport ve dolar veriliyor, böylece kolaylıkla düşürülüyorlar. Özellikle Mardin gibi sınır illerinde bunlar daha fazla değerlendiriliyor. Bunlar da önemli bir yekün tutuyordu. Kamp hakkında bilgi toplamak, kampın girdisini çıktısını öğrenmek ve olası bir kamp baskınını hazırlamak için bunlar, yoğun bir biçimde kullanıldılar. Parti Önderliği’ne karşı yöneltilen biraz daha iyi seçilmiş ve hazırlanmış durumdaydılar. 1985-86 yıllarında bu faaliyetleri özellikle Şam’da geliştirmek istiyorlardı. Ancak, partinin artan etkinliği karşısında korkarak Avrupa’ya kaçtılar. O zaman böyle kolektif bir çalışma içine girdikleri ve gerektiğinde çok çeşitli güçleri de kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalıştıkları bilinmektedir.
“Kızıl Hareket” bu temelde oluşturulmak istenmiştir. Bunu daha sonra Avrupa’da Tevger olayında görüyoruz. Bu oluşumun da karıştığı komplolar ve yolladığı adamlar vardır. Avrupa’da durum biraz daha ilginçtir: Bunlar çeşitli araçlar vasıtasıyla PKK’ye katılıyor ve PKK’li gibi geliyorlar. Bunların ne yapacakları belirleniyor. Nasıl gelecekler, örgüte nasıl sızacaklar, nasıl silah edinecekler ve son olarak örneğin bir tören esnasında veya bir devre başlangıcında ya da sonunda yapılacak bir konuşma sırasında nasıl saldırıya geçecekler? Bütün bunlar planlanıyor. Tabii bunların üzerinde özenle durulması gerekir. Bu suikastçilerden çoğunun gerçekten insanlıktan çıkarılmış durumda bulunduklarını biliyoruz. Bu adamlar tam bir robot haline getirilmişlerdir. Bunların yaşantılarını ve bu hale nasıl düşürüldüklerini açıklamak gerekir.
Bunlar bu komplocu ve suikastçi tutumlara, nasıl bir aileden, hangi sınıf ve tabakadan gelmişlerdir? Nasıl inandırılmışlar, daha sonra hangi taktiklerle partiye sızdırılmışlar, önlerine nasıl bir plan konulmuştur? Suikastleri nasıl gerçekleştirecekler, ardından nasıl kaçacaklar, kime dayanarak nereye kadar gidebileceklerdir? Bunların hepsini iyi bir biçimde ortaya koymakta yarar vardır. Hem örgütün kendi tedbirlerini geliştirmesi, hem de bu tutumlara girenlerin nasıl robotlaştıklarını bilmek ve özelliklerini tanımak açısından bu böyledir. Ayrıca bu tipleri uyarmak ve çok acımasız bir sonuçla karşılaşacaklarını önceden vurgulayarak, böylesi tutumlara girmelerini önlemek açısından, bunların durumunu kapsamlı bir biçimde açmak gerekir. Burada parti ne kadar fazla mevzilenirse, bu tür sızmalara karşı kendisini o kadar sağlama alacağı ortaya çıkmaktadır. Yani her şey düşmanın düşünüp planlandığı tarzda gelişmemektedir. Düşmanın her türlü devlet desteğini arkasına alarak, son derece ince düşünüp, planlamasına ve Türkiye solu başta olmak üzere tarihte ve günümüzde bu konuda son derece başarılı olmasına rağmen, PKK’ye yönelik çabalarında fazla başarı kazanamamasının nedenleri üzerinde önemle durmak gerekir.
Düşman az mı adam hazırlamış, az mı plan kurmuş, ellerine az mı para vermiştir? Hayır. Bu konuda milyarlık harcamalar vardır. Düşman bütün diplomatik yollar ve kanalları kullanmakta, devlet gücüyle en ince ayrıntılarına kadar bağlantıları gerçekleştirmektedir. Yine de başarılı olamamaktadır. Peki, neden bu sonuç ortaya çıkmaktadır? Bu yönelimlerin zararları olmamıştır demiyoruz. Ama bunlar, en azından şimdiye kadar asıl hedefine ulaşmaktan uzak kalmıştır. Biz bunun böyle olmasını aslında partinin ideolojik ve politik doğrultusunun doğruluğuna, ikincisi ve en önemlisi büyük bir ısrarla doğru bir örgütlenmeyi dayatmamıza, son olarak da partinin günlük mevzilenmesini ve yürütülmesini, gerekli dikkat ve duyarlılığı elden bırakmadan yürütmemize borçluyuz. Bir kere düşmanın ulaşamayacağı mevziler ve bu mevzilerin günün yirmidört saati boyunca dikkatli ve duyarlı biçimde kullanılması söz konusudur.
Tabii bunlar aynı zamanda doğru bir örgüt anlayışıyla sonuç alabilir. Politika da doğru olduğu zaman, iç içe bütün tedbirler, düşmanın bütün planlarını ve girişimlerini işlevsiz bırakabilir ve bizde de gerçekleşen şey budur. Kısacası biz düşmanın kucağında hareket etmedik. Onun ulaşamayacağı objektif zemini esas aldık. PKK’nin en çok hedef alınan yönü, onun objektif olarak düşmanın ulaşacağı bir zemin olmamasıdır. Ki bu kampta oldukça ısrarlı bir biçimde doğru bir örgüt anlayışı yürütülmüştür. Buraya yönelik saldırılar 1985 yılından beri ve hatta daha öncesinde bile vardır.
1982 yılından beri buraya sızmaların yapıldığını biliyoruz. Bunların çoğu bozgunculuk yapıyor, ortama tembellik, edilgenlik, ikirciklik ve kararsızlık aşılıyorlardı. Bunun için ders çıkarmaya önem verilmesi gerekmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER