SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (90.BÖLÜM)
Günümüzde çokça kullanılan bilgi çağı henüz kendi toplumsal biçimini yaratmamıştır. Kaldı ki, bilimin kendisi de sürekli gelişme halinde olan bir olgudur. Bununla birlikte bilim ahlakı henüz ilke düzeyinde bile belirlenmiş değildir. Dolayısıyla kontrolsüz bilimin mitolojik tanrılardan ve tek tanrılı dinlerin yeryüzü temsilcilerinden daha tehlikeli rejimleri doğurması imkansız değildir. Bilime dayalı toplumsal ahlakın uyulan esaslarından kopmuş yönetim düzenlerinin çok otoriter ve totaliter örnekler sundukları görülmüştür. Bilimin doğanın güç kaynaklarını toplumun hizmetine sunması başta gelen sonuçlardan biridir. Toplumun doğduğu günden bugüne bilgi ve bilimsiz olamayacağı açıktır. İlk taşı veya sopayı kullanan insan, aslında bilgiye ulaşmıştır. Bir fizik kuralının planlanıp üretimin hizmetine koşulması, formülleştirilmemiş de olsa bilim yapıldığını göstermektedir. Şunu demek gerekiyor: Toplum doğuşundan beri bilim olgusuyla ilişki ve çelişki içindedir. Çelişkisini çözümledikçe, ilişki bilime dönüşmektedir. Bu da bilimde aydınlanmanın sürekli bir olgu olduğunu göstermektedir. Sorun, çağlar boyu bunun oranlama düzeyidir. Bilimin payı ne kadar fazlaysa, aydınlanma o kadar gelişkin olmaktadır. Bu olguyu sadece kapitalist toplum döneminin bir gelişimiymiş gibi yansıtmak doğru değildir.
Sadece kapitalist toplumun payının arttığından bahsedilebilir. Kapitalist uygarlığın sadece bilimin gelişimine değil, sınırlandırılmasına da ileri düzeyde yol açtığını iyi bilmek gerekir. Bağrındaki çelişkiler bilimin tüm gücünü kullanmasını engellemektedir. Özellikle toplum bilimleri karşısında en tutucu rejim konumundadır. Fakat şimdiye kadar gerçekleşmiş tüm toplum biçimleri içinde bilimle birlikte en çok kendi alt ve üstyapı kurumlarını güçlendiren sistem kapitalist toplumdur. Bu özelliği de kapitalizmin doğuşunda Rönesans ve aydınlanma dönemlerinin yaratıcı rolünü ortaya koymaktadır. Gücünü bilimin geliştirilmesinden, kurumlaştırılmasından ve yönetilmesinden alan en gelişkin toplumdur. Bilimsel olmayı en çok başaran toplumların veya onun bazı kesimlerinin en güçlü konuma yükselmeleri tesadüfi değildir. Bilimsellik, güçlenmek demektir. Daha doğrusu bilimsellik aydınlanma demektir. Aydınlanma, doğru iş yapma demektir. Doğru iş yapmak, başarmak, fazla ve kaliteli üretim yapmak demektir. Her düzeyde ekonomiden siyasete kadar kaliteli fazla üretim, güçlenmek ve öncü konuma geçmek demektir. Kapitalist uygarlığın ideolojik kimliğinin şekillenmesinde bilimsellik yanının öne çıkması bu çerçevede tanımlanabilir. Bu halen yoğun bir ilişki ve çelişki konumunu sürdürmektedir.
Diğer ideolojik kimliklerden, din ve felsefeden tümüyle kopmamıştır; kopma yeteneğinde de değildir. Toplumsal kapasitesi, dine ve idealist felsefeye mahkum etmektedir. Sorulması gereken sonuncu ve daha temelli soru şudur: Bilim kendi başına kurtarıcı bir güç olabilir mi? İnsanın doğasındaki insanı tümüyle ortadan kaldırabilir mi? Bilim her şey midir? Daha da çarpıcı soru şudur: İlk insanlar daha başlangıçta tanrı düşüncesine gitmekle en doğrusunu mu yapmışlardır? Yani bilim tanrı mıdır? Tam bilime ulaşmak tanrılaşmakla özdeş midir? Bu durumda “ Enel - hak = Ben tanrıyım ” inancı, bilimin özüne sezgi gücüyle ulaşmak; bu düşünceye, yani tanrıbilime dayanmış olmuyor mu? Tanrıyı her şeyi tam bilen olarak ilan eden İslamiyet, “ bilim = tanrı ” formülünü çok önceden ilan etmiş olmuyor mu? Bunlara benzer daha birçok soru sorulabilir. Eğer bilimin tanrılaştırıcı gücünü tüm insanlığın ortak çıkarlarını, haklarını ve güvenliğini esas alan, mutlak uyulması gereken ahlaki ilkeye, yani temel davranış ilkesine bağlamazsak; Nemrutlar ve Firavunlardan daha tehlikeli otoriter ve robotlaştıran düzenlerde, o dönem kölelerinden daha çok bağlanmış, tutsak edilmiş bir biçimde yaşamaktan kurtulamayız.
20. yüzyılda, bilimin en çok uygulandığı tarihin en dehşetli savaşlarının oynadıkları rol, bu tehlikenin güncel ve kıyamet doğurur nitelikte olduğunu açıklamış, ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Köleci mitoloji ve feodal tek tanrılı dinlerin yeryüzü temsilcileri bir iken ve bunların yarattığı despotizmden insanlık hala kurtulmamış iken; bilimin tanrılaştıracağı sayılamayacak kadar çok insan otoriteciliği ve totaliterciliği mahşer anlamına gelmeyecek midir?
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER