SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIGA CİLT II (185.BÖLÜM)
Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin egemenlik dönemlerinde de Kürt ve Kürdistan ilişkilerinin bu tarihsel denge çerçevesinde gelişim gösterdiği gözlemlenmektedir. Zaman zaman ortaya çıkan ve dengeyi bozmaya yönelik tek taraflı yaklaşımlar bazı çatışmalara yol açsa da, dengenin tekrar kurulmasıyla bu durumlar ortadan kalkmaktadır. Tarih boyunca iki bölgenin karşılıklı varlık inkarına dayalı uzun dönemli politikaların başarı şansının olmadığı da gözlemlenen diğer bir gerçekliktir. Zengin bir kültürel alışveriş 15 bin yıllık bir tarihe sahiptir. İlk ve ortaçağların uygarlık gelişmeleri de bu ortak kültürel zemin üzerinde yükselmiştir. Bazı üst tabakaların işbirlikçi ve inkarcı davranmaları tarihsel gelişmeleri çarpıtsa da, halkların dayandıkları ortak kültürel zemin hep kardeşliği, dayanışmayı esas almıştır. Bu durum belki bir çelişki gibi gözükebilir. Aslında değildir.
Ortadoğu’nun kültürel benzerliği ve ortaklığı emeğin, halkların, bilgelerin ve peygamberlerin ürünüdür. Egemen sömürücü politik yönetici sınıf ise, farklılıkları kendi çıkarları için kullanmaya ve düşmanlaştırmaya kadar vardırmaya çalışmaktadır. Bir grubun üst politik gücünü ve hakimiyetini şoven, tanrısal bir üstünlüğe büründürürken, diğer zayıf veya yenilmiş kesim uşaklığı ve kademeli bir boyun eğmeyi esas almaktadır. Yöneten ve yönetilen; sadece ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıflar arasında geçerli değildir. Egemenlerin kendi aralarında da sıkı bir hiyerarşi kurulmaktadır. Bu hiyerarşi tüm sınıflı toplum tarihlerinde geçerli olmaktadır. Egemenler kendilerine has bir sınıf kültürü oluşturmakta, halkların kültürel varlıklarıyla pek ilişkileri kalmamaktadır. Dil ve kültürel varlıklar halk zemininde gelişimini sürdürürken, egemenlerin kendilerine özgü, halktan kopuk dil ve kültürü oluşmaktadır.
Örneğin bir dönemler Akadça tüm Ortadoğu egemenlerinin resmi diplomatik dilidir. Nerede bir devletçik kuruluyorsa, hemen yanı başında bir Akadça eğitim okulu da kurulmaktadır. Ortaçağda bu rolü Arapça devralmıştır. Diğer benzer bir rolü Latince üstlenmiştir. Günümüzde bu rolü daha çok İngilizce ve Amerikan kültürü oynamaktadır. Ama halklar da ulusal dil ve kültür varlığını sürdürmektedir. Ortadoğu’da benzer kültürel yapılar halkların kendi aralarında kardeşlik ve dayanışma duygularını geliştirirken, egemen sınıflar kolay yönetmek amacıyla böl-yönet taktiği gereği halklar arasında ideolojik ve politik düşmanlıklar yaratmaktan geri durmamışlar; din ve mezhep savaşlarını bu temelde kışkırtmayı temel politika bellemişlerdir. Çıkarları gerektirdi mi bir günde kendi aralarında düşmanlığa son verirken, halkın arasında mezhep savaşları ve aşiret kavgalarının yüzyıllarca sürmesini hep canlı tutmuşlardır.
Sonuçta belirleyici olan, zor günlerde halkların dostluk ve kardeşliği olmaktadır. Uygarlıkları da dipten besleyen, bu ana kaynaktır. Bu açıdan bakılınca, Ortadoğu kültürü halklar için adeta doğal bir federasyon gibidir. Daha doğrusu, demokratik bir federasyonun zemini son derece güçlüdür. Amerika, Afrika, Uzakdoğu ve Avrupa’da son zamanlara kadar buna benzer ortak bir kültürel zemin gelişmemiştir. Tersine, ayrımcılık ve düşmanlıklar daha hakim olmuştur. Aslında Ortadoğu’nun politik kültürü de federasyon tarzında özelliklere sahiptir. Sümerlerden Osmanlılara kadar eyaletlerin geniş özerklikleri hep varolagelmiştir. Kültürel ve etnik varlıklara özgürlük tanımak esastır. Asurlar dışında tüm imparatorluk yapılarında, kültürleri ve etnik toplulukları ortadan kaldırma politikaları yoktur. Birleştiren etkenler daha belirleyicidir. Fakat sınıfsal ve hanedansal çıkarlar bir bölünmeyi ve çatışma ortamını canlı tutmayı iktidar kavgaları için şart görmüşlerdir. Bu çatışmaların maddi temeli ailesel çıkarlarla sınırlıdır. Uzun vadeli iktisadi, sosyal ve siyasal gelişmeler, ancak istikrar içinde ve halkların kültürel zeminlerinden beslenen kardeşlik ve dayanışmalarıyla mümkün olmaktadır.
Ortadoğu kültürü dünyanın diğer tüm bölgelerinden daha fazla bu kardeşlik ve dayanışma duygularına sahiptir. Ayrıca coğrafi, demokratik, ekonomik, sosyal ve kültürel iç içelik ortak bir siyasayı zorunlu kılmaktadır. Milliyetçiliğe, aşiret taassubuna, mezhep çatışmalarına dayalı içe kapanık birliklerin uzun vadeli gelişme ve kendilerini koruma şansı yoktur. Bu objektif gerçekliğin üst tabakalar tarafından olumlu değerlendirildiğini söylemek doğru olamaz. Tersine ilk çağlarda etnik ve kentler arası savaşlarla, ortaçağda din ve mezhep çatışmalarıyla, yakın çağda da milliyetçilik kavgalarıyla paramparça edip yönetmeyi politik sanat bellemişlerdir. Egemen sömürücü sınıfın bu karakteristik özellikleri, Kürt üst tabakalarında en olumsuz biçimde ifadesini bulmuş; çoğunlukla kültürel varlığına inkarcı yaklaşım ve dış güçlerle ilişkilerinde teslimiyet ve uşaklık ruhuyla hareket etme biçiminde yaşanmıştır.
Diğer benzerleriyle farklılığı ve özgünlüğü bu gerçeklikte yatmaktadır. Kürt tarihinin olumsuzluk yönü ağır basan gelişmelerinde, esas olarak bu hakim sınıfsal özellikler sorumludur. Bu özellikleri esas almak yerine, dengeli bir uzlaşmayı bilinçli ve kararlı bir direngenlikle sürdürebilseler, olumlu yönü ağır basan çok yönlü gelişmeler ortaya çıkabilecektir. Kültür gruplarının ve önemli coğrafi merkezlerin tam ortasında yer aldığı için Kürtlerin hak eşitliğini ve özgürlüğünü esas alan bir ekonomik ve siyasal birlik politikası, Ortadoğu’nun gelişmesini çok olumlu ve ileriye yönelik olarak etkileyecektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER