NASIL YAŞAMALI (13.BÖLÜM)
Yaptığımız, Yaşamı Tehdit Eden Her Şeye Karşı Bir Var Olma Savaşıdır;
Bu tartışmalar böyle yürüyor. Sizler de kapsamlı katılın. “Nasıl yaşamalı” sorusuna, bütün ulusa mal edilecek ve hatta insanlığa değer katabilecek bir cevap vermenin mümkün olduğunu sanıyorum. Tartışma çerçevesini böyle geliştirmeye çalışıyorum. Acaba sizin yaklaşım gücünüz nasıldır? Tabii sizin ilgileriniz ve yaklaşımlarınız da değer ifade eder. Çünkü bu tek taraflı olacak gibi değildir. Kendinizi katmalısınız. En doğrusu da budur diye düşünüyorum. Eksikliği var mı, bilemiyorum. Daha da açılmasını istediğiniz hususlar olabilir. Başında da söyledim. En rahat olabileceğiniz, önemli her soruna, hemen hemen tabu diye arzedilen her şeye çok rahatlıkla yaklaşım gösterme olanağı var. Ne mutlu insanımızı kendi ellerimizle yeniden yaratmaya diyoruz. İnsanlık bu fırsatı elde etmiştir. Sizin durumunuzu bilemem. Benim durumum biraz tartışmaya olanak veriyor. Karşınızda bir kişi olarak hem cesaret verme hem de çözüm gücü olmamda bir zemin sunma söz konusudur. Bunu doğru değerlendireceksiniz. Herhalde epeyce güç alacak ve bu arada tabii katılacaksınız. Hepiniz çok iyi birer yoldaş adayı olabilirsiniz. Sizin durumunuzda ilişkilere girildiğinde, büyük ihtimalle sağlam olmayan çürük yanlarla giriliyor. Yani esasta korunan, sizi düzene ve toplumsal gerçekliğinize bağlayan genlerdir.
Benim başka bir farkım da burada başlıyor. Kendimi ilişkilere yirmi yıl olağanüstü kattım. Denilebilir ki, mevcut olanın içinde, bu en güçlü tarzda katmadır. Oyuna bütün gücümle varım. Örgüt kurmaya bütün ciddiyetimle varım. Birçok örgüt elemanına bakıyorsun, fantazi gibi görüyorlar, boş vakitleri değerlendirme olarak görüyorlar. Yine okullarıdır, aileleridir, dört-dörtlük sürüyor. Fark buradaydı. Devrimciliği bir fantazi, bir lüks, bir moda olarak kendilerine yakıştırıyorlardı. Tabii böyle olunca devrimci denilen ilişkiler de aldatıcı, özden yoksun, fazla derinliği olmayan, çok rahatlıkla kullanılabilecek, oynanabilecek ve bırakılabilecek değerler olacaktı. Bu noktada direnmemiz gittikçe gelişti. Mademki devrim değerli bir şey, o zaman insan bütün gücüyle ve en değerli yanlarıyla kendini buna katabilmelidir. Bunun büyük bir örgüt savaşımına dönüştüğünü biliyorsunuz. Kendimizi olağanüstü örgüte vermeye, örgütü yaratmaya, bireysel ilişkilerde sağlayamadığımız gücü örgütsellikte aramaya, örgüt içi ideoloji ve siyaseti geliştirmeye ve sürekli pratiğe yüklenmeye çalıştık. Bu neye cevaptır. Bu aslında düzenden, düzen içi arkadaşlıklardan bulamadığımıza büyük bir cevaptır. Oradaki temel ilişkimi Roman Taslağı'nda ortaya koyuyorum. Dikkat ederseniz çok ilginç bir tarzdır. Bir yandan benim olağanüstü ilgilerim, yaklaşımlarım ve çekim gücüm, diğer yandan karşı tarafın olağanüstü tutuculuğu, buz gibi soğutuculuğu ve boğuculuğu, aslında nereye götürülmek istendiğinin belli olmadığı bir durum... Canlı olup olmadığı da belli değil.
Bazen adeta yılan gibi ısırgan, bazen yine yılan gibi soğuk, fakat yine de bir çekişme var. Ben neden bırakmıyorum? Neden o bu tarzı terk etmiyor? Roman Taslağı biraz da bu ilişkiyi içeriyor. Şunun için esas alıyor: Aslında ilişki kurulmayabilir de anında terk edilebilir de fakat peşine düşülüyor. Diğer bir özellik de işte buradadır. Bir ilişkinin sonunu getirmeden bırakmamak veya ne olup olmadığını açığa çıkarmak var. İyiyse iyi, kötüyse kötü; yaşanılacaksa yaşat, atılacaksa at! Mücadelesiz, hesapsız ve sorgusuz bırakmamak, fakat hemen zamanında bitirmek... Yani bir ilişki tarzı... Ne her şeyini onun uğruna yak, ne de bir çırpıda yakıl! Hayır, karşı tarafı anlamaya ve çözmeye çalış! Bu aynı zamanda kelime anlama savaşıdır, kendi özeleştiri sürecidir sanırım. Dikkat edilirse oradaki özeleştiri çok ilginçtir. Bir grup-parti ilişkisi, grupta bir kadın ilişkisi ve orada bir sosyal düzenle savaş ilişkisi çok ustaca, hem de sabır ve ilgiyle yürütülüyor. Kurallara uygun davranma, iğne ucu kadar bir gelişme özü varsa yakalamaya çalışma, değerli militan arkadaşların bir gün tahammül edemedikleri bir ilişkiyi veya ölümle cezalandırmak istedikleri bir yaklaşımı on yıl amansızca ve gittikçe dayanılmaz boyutlarda yaşamaya cesaret etme var. Tabii bunun devlet boyutu, bunun örgüt üzerindeki tahribatı, ama örgütün de bununla bağlantılı gelişmesi ayrı bir siyasal değerlendirme konusudur. Burası edebiyatın işi değil. Sonuçta ne çıktı?
Büyük bir aile eleştirisi, kadın çözümlemesi, buradan daha da ulaşılan sonuçlar; yani “ilişkiler nasıl olmalı” sonucu çıktı. Kürt insanı arasındaki ilişki düzeyi nedir? İlişki kördüğümleri, ölü ilişkiler, pamuk ipliğine bağlı ilişkiler, hele hele temel yüksek değerlere bağlanmamış ilişkiler, yurduna ve halkına ihanet, güçsüzleşen, düşmana yalvaran, peşkeş çeken ilişki düzeni kaç para eder? Bu temelde kadın-erkek ilişkisi nedir? Bu ilişkiler çok kaba bir cinsellik etrafında kurulmuş ilişkilerdir. Şunu çok iyi açığa çıkardık: İster köy ister kent yaşamında olsun, Kürt olayında temel ulusal, siyasal, kültürel, hatta sosyal ve ekonomik çıkarlardan o kadar uzak düşürülmüşlük var ki, bu temelde değerlerden yoksunluk o kadar ileri düzeydedir ki, insanların elinde kala kala çok kaba güdüleri kalıyor. Bunlar nedir? Bunlar açlık güdüsüdür, cinsellik güdüsüdür. Bunlar da en kaba biçimde görüldüğünde, karşılığı “yarabbi şükür, bugün de doyduk” oluyor. Bu temelde bir kuru ekmek ve pilava talim yap! Yine çok kaba bir karı_koca ilişkisiyle dünyalığı esas al! En ufacık bir güzellik, bir sosyallik aramak yok, hele bir siyasal temele bağlı düşünmek hiç yok. Geriye ne kaldı? Bir bulgur pilavı bulduysan, bravo sana. Bulduysan bir karı veya koca, “varım yoğum budur” dersin! Nitekim sonuç da budur. Birine bir şey olunca, "varım yoğum gitti" denilir, kendini bitmiş sayar. Dünya bu kadar mıdır? Siyasal dünyaya ne oldu? Askeri dünyan var mı? Kültürel ve felsefi dünyan nerede? Daha da açabiliriz. Dünya hiç yok mu? Kürt insanında dünya yoktur.
Çünkü düşman her şeyi elinden almıştır. Dikkat edilirse, sömürgeciliğin yarattığı bir ruhsal durum var. Özellikle aile temelde sömürgeciliğin büyük bir çarpıklığına veya düşürme kurumuna dönüşmüştür. Burada kadın-erkek ilişkisinden ziyade çileli, çekilmez ve yaşamı zehir eden bir ilişki söz konusudur. Ben kendim bu ilişkiden kaçarak devrimci oldum. Ailedeki tahammül edilmez ilişki ve yaşamı gördükçe dehşete kapılıyor, kendimi Ankaralara, okullara ve devrimciliğe atıyordum. Kürt ailesi aşağı-yukarı böyle olan bir ailedir. Bazı işbirlikçi aileler farklı olabilir, ama genel düzey böyledir. Benim yaşadığım bu konuda en dipteki yaşamdır sanıyorum; en yoksul, en zorlu ve en iddiasız bir durumun ilişki biçimidir. Dolayısıyla bu ilişkilerden hızla kopuyorum. Bu ilişkiler bana hiçbir şey vaat etmiyor, o zaman kendim yaratmalıyım. Yani kendin düşün, kendin bul. Bu da benim olağanüstü ölçülerde devrimci değerlere ve tarza yol vermeme veya ona ulaşma çabalarıma yol açıyor. Kendimi herkesten daha fazla mecbur hissediyorum. Bu benim kendimi katmama, çabalarımı oldukça yoğunlaştırmama, devrimin hemen hemen her türlü görevine sarılmama neden oluyor. Teori ise teori, silah ise silah, her şeyi bulma zorunluluğuna götürüyor. Bu değerlendirme süreci boyunca büyük sevgisizlik olayına biz tanım yapabildik. Baktım ki, benim yaşadığım gerçeklik, bir ulusun yaşadığı gerçekliktir. O çürümüş, neredeyse hakkında artık "ölmüştür" kararına varılmış veya “öldürülmelidir” fermanı verilmiş gerçekliğini görünce, işte o zaman dirilişe doğru yol almak, kendini buna göre yaratmak gerekirdi.
Dikkat edin, benim çabalarımın diğer bir anlamı da diriliş çabalarıdır. Bu adı daha koymuyorum, canlandırma çabalarıdır. Karşıma çıkan hemen hemen her şey ezik, sönük, iddiasız, ilgisiz, cansız, biraz yaşamdan uzak. Yaşam benimle biraz güç kazandı. Neden? Bu da şimdi Kürdistan'da büyük bir olay. Ben kendimi nasıl yaşam kaynağına dönüştürdüm? Düşünce taşıyıcısıyım; kendimi duygu, tutku, güç, silah, kısacası her şeyin taşıyıcısı durumuna sokmuşum. Bu ne demektir? Bu, düşmana veya yaşamı tehdit eden bütün her şeye karşı bir var olma savaşıdır. Bu konuda o kadar büyütüyorum ki, ulusal düzeyi zorluyor ve hatta aşıyorum. Görüyorsunuz ki, bu temelde ilişkiler bende daha kapsamlıdır; bilime dayalıdır, ahlaki ve felsefi temeli yenidir. En önemlisi de güce bağlıdır, yani devrimci bir tarzın ilişkisidir. Savaşla yaratıyorum ve birçok şeyi bu temelde dağıtıyorum. Kadın ilişkisindeki soruna yöneldim; orada köleliğe, köleleştirmeye ve mal-mülk olayına yöneldim. Bir çırpıda birçok özgür aday ortaya çıkardım. Eskiden bir kadından fersah fersah kaçardım. Hatırlıyorum, köy imamına gidiyor ve “kadınlar düğünde oynuyorlar, kendilerine bakmam günah mı, sevap mı” diye soruyordum. O da “üçyüz metre öteden bakabilirsin, fazla günah sayılmaz” diyordu. Ben bir dönem bunu yaşayan biriydim. Ama şimdi bu soruna olağanüstü bir katılımım var. Eskiden çok çok bir genç kız ile bir erkek buluşunca, hemen “birbirimizi beğendik, birbirimize göz koyduk” der, çekip giderlerdi. Şimdi görüyorsunuz: Kadın kesimi o kadar gelişmiş ki, kölelikten kaçıp kurtulan genç kızlar çevremize doluşuyor, militan ilişkiler gelişiyor, ordu oluyorlar, hemen hemen her türlü çabaya koşuyorlar. Çok ileri düzey ve ilişki arayışları var. Hepiniz de oldukça kapsamlı ilişkiler geliştirebiliyorsunuz. Öyle çok dar değerlendirmeler yok, bir de çok kapsamlı yoldaşlık, arkadaşlık tesis etme durumu vardır. Çoğunuzun kenarından geçemediği, güç bulamadığı arkadaşlığı biz nasıl geliştiriyoruz? Daha çocukken benim tutkumdu; kadın da oyunda olmalı, yaşamda yer almalı diyordum. Şimdi buna en kapsamlı cevabı veriyoruz.
Toplumun dıştaladığı kadın gerçeği şimdi mücadeleyle yaşama yavaş yavaş kendini katıyor. Eskiden bir kadın ilişkisi çok kaba bir cinsel ilişkiydi. En değme erkek veya kadın bu konuda çok kaba bir ilişkiyle birbirlerine yaklaşıyorlardı. Kaldı ki evlilikler de böyledir. Bir Kürt erkeğinin bir Kürt kızında düşünce gücü aradığını sanmıyorum, tartışma gücü aradığına inanmıyorum. Kaldı ki böyle bir şey mümkün de değildir. Birbirinin yanına gitme, kimsin nesin biçiminde sorma diye bir şey yok. Çok uzaktan kaş göz işaretleriyle bir beğeni ifadesi söz konusu. Ya da köhnemiş duygular diyebileceğim, içinde çok fena beslenmiş duygularla “bir gün buluşur, kavuşuruz” biçiminde bir yaklaşım oldukça egemendir. Aslında ben bütün bunları yıktım, kırdım. Hasret düşleri nedir? Yıllanmış duygular nedir? Hatta bunların hepsi tehlikelidir diyorum. Yaşayacağını yaşa, doğru sev, sevgini açığa vur. Tabii sevgiyi açığa vururken kurallar koyuyorum. Orada seni yurtseverliğe çağırıyorum. Seni özgürleşmeye, partileşmeye ve savaşmaya çağırıyorum. Yiğitsen, sevgin ve tutkunda güçlüysen, orada kendini göster. Yiğitlik bu sahalarda olur.
Çünkü bunlar olmadan sen bir hiçsin, senin sevginin beş paralık bir değeri olmaz. Tabii bunlar iddialı çağrılardır, gerçek yiğitlik gerekçeleridir. Varsa, genç kızların ve erkeklerin ilişkisine ve gerçeğine bravo diyorsun. Başaramazsa zaten ölmüştür. Veya hayatını ortaya koyacak, sevgiyi kazanacaktır. Ben etrafımda bu kadar insana çağrı yaparken haklıyım veya esası kavramışım. Yaşam bu temelde kazanılıyor. Dolayısıyla özlü olanlar katılıyor. Yeni bir ilişki tarzıdır, “ben yiğidim, iddialıyım” diyen genç kız benim yanımda olacaktır. Başka çaresi yoktur. Çünkü bu aşamada bu konuyu en çok geliştiren, ona açıklık kazandıran, onu doğru katan benim. Yani önderlik olayına bağlanalım denildiğinde, bu şu anlama geliyor: Önderlik, tarihsel ve toplumsal açıdan, bu aşamada çözümleyici temel güç oluyor. Diğer güçler veya ilişkiler insanı fazla yaşatmıyor. İlişkilerinizin olduğu örgüt, erkek, kadın, aile ya da yönetici, yani ne olursa olsun, her bakımdan tatmin edemiyor, doyuramıyor.
Bunun diğer bir boyutu da insanın yaşamına fazla sevgi ve saygı katamaması oluyor. Neden? Çünkü eksik, başarısı yok. Adamın devrime inancı olsa da ne kadar yapabileceği bellidir. Güçlü bir devrimci değil, olamadığı için de zaten seni tutamaz, seni anlayamaz. Sen de fazla anlayamaz ve tutamazsın. Bu gerçek bir çözüm bekleyen bir çelişkidir. Tabii çözümü yaşayan biri ilişkilerde de güçlüdür. Çözümü esasta halleden biri, kadını veya kadın-erkek ilişkisini doğru ele alır, ilişkiye doğru yön verebilir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER