SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (88.BÖLÜM)
Bir sistemin en köklü yaşandığı yerde, yenisine kolay kolay yer verilmez. Yeni ve gelişmiş ürünler, her zaman ekilen topraklarda değil, bakir topraklarda yetişir. Bütün göstergeler, Ortadoğu uygarlığının ortaçağın ortalarında büyük bir yorgunluk içinde ve kendini tüketmiş olduğunu göstermektedir. İslamiyet’in bile biraz da yeni uygarlığa açılan çöl kabilelerinin taze kan gücüyle zoraki ve fazladan bir çıkış olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Hz. Muhammed’in kendini son peygamber olarak değerlendirmesi de sistemin tükenen gücüyle bağlantılı olarak daha doğru bir anlama kavuşturulabilir.
İslamiyet, Ortadoğu’nun son aslan kükremesidir; binlerce yıllık uygarlık geleneğinin “benden bu kadar” deyip son eylemini ortaya koymasıdır. Bu ses daha doğuşunda Emevi ihanetiyle aslında ne kadar kısa ömürlü olduğunu göstermiştir. Ama yine de büyük uygarlık geleneğinin son kuşağı bile, etkisini binlere taşıyacak büyüklükten geri durmayacaktır. Geriye kalanlar mirası çarçur eden, yemesini bile bilmeyen, hayırsız, hem ideolojik özden hem de maddi olanaklarından yararlanamayan sefil mirasyedicilerdir; görkemli abidelerin yeraltındaki varlıkları üzerinde eşekçe anırmayı yaşam sayan, insan şekilli, ama hayvandan daha geri yaratıklardır.
Ortadoğu’nun ortaçağının çözülüş süreci böyleyken, nasıl bir yeni uygarlığa yataklık edebilir? Ana 70 yaşında nasıl yeni bir doğum yapabilir? Büyük toplumsal sistemler, kural olarak eskinin ebeliğinde, daha çok bakir alanlarda doğmaktadır. Ortadoğu’nun son bakir toprağı, ücra bir köşedeki, Arabistan çölünün ortasında yer alan Mekke ve çevresiydi. İslamiyet’le son doğuş gerçekleştikten sonra uygarlıksal hamle için başka toprakları, uygarlık doğurmak üzere bakir alanları kalmamıştı.
Akdeniz’den Büyük Okyanus’a kadar taşınmıştı. Afrika içlerinde azami yayılma gösterilmişti. Sibirya eteklerine dayanılmış, Endonezya adalarına ulaşılmıştı. Avustralya ve Amerika kıtası ise henüz bulunmamıştı. Bütün oklar, yeni uygarlığın bakir toprakları olarak Avrupa’yı göstermekteydi. Her şeyden önce Avrupa M.Ö 5000’lerden beri neolitik çağın değerleriyle beslenmiştir.
M.Ö 2500’lerden beri de uygarlıkla tanışmaktadır. Greko-Romen uygarlığı, Akdeniz kıyılarında ona beşiklik etmek üzere rüşeym halini yaratmıştı. Aslında Greko-Romen uygarlığı, erken doğum yapan bir Avrupa uygarlığı ile Ortadoğu’nun son doğan çocuğu gibidir. Veya Ortadoğu’nun son ve yaşlı kralının taze Avrupa kızıyla yaptığı evliliğin ürününe de benzetilebilir. Bunların doğan çocukları, asıl Avrupa’yı hazırlayacaklardır. Hıristiyanlık, Ortadoğu’nun Avrupa’yı son terbiyeleştirme, barbarlıktan çıkarma gücü olarak çok büyük çaba harcadıktan sonra, yeni doğuş için hazırlayıp yeterli hale getirmiştir.
İslamiyet’le gerekli son bilimsel ve felsefi bilgiler aktarıldıktan ve biraz da İspanya ve Balkanlar üzerinde sıkıştırılıp ebelik rolü oynandıktan sonra, Avrupa uygarlık bebeğinin doğmaması için geriye fazla bir neden kalmamıştır. “Avrupa” adlı nazlı bebeğin (Europa, Fenike Kralı Egonor’un kızı olarak adlandırılmaktadır; saf ve hoppa bir kız olduğunu Grek mitolojisi haber vermektedir) doğuş öyküsünün kıyaslamalı olarak böyle bir kökenden geldiğine dair anlatımı son derece gerçekçidir.
Mitolojik öyküler her zaman gerçeğin ilk anlatımları olarak büyük değere sahip olup göz ardı etmemeyi gerektirir. Avrupa uygarlığının tarihsel ve toplumsal gelişmeler içindeki konumunu ana çerçeve içinde tanımladıktan sonra, doğuşuna yol açan ideolojik kimlik özelliklerini daha ayrıntılı görmeye çalışalım...
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER