NASIL YAŞAMALI? II CİLT -109.BÖLÜM
Özgür Topraklarda Her Şey Birliğe Düşmana Karşı Öfkeye Davet Ediyor
Bütün bu anlattıklarımız tarihe ve gerçekten doğru yaşama ihtiyacı olan herkese, her şeye mal edilmelidir. Yoksa ne diye kendimizi bu kadar vereceğiz. Verilenler herkesi müthiş yaşama ve savaşa çeker. Hatta o kişiyi kimse durduramaz. Kadrolarımız bir alana gittiklerinde altı ay geçer geçmez adeta nefesleri tükeniyor. Çalışmaların başına getirilen durum da budur. Ama şimdi hemen her şeyi fethetmeye taşırılıyorsunuz. Ama sınırın ötesine giderseniz kendinizi boşaltırsanız o sizin günahınıza olur.
Önderliğin yanından çıkış yapan sağlamdır, yani güç kazanmıştır. Kendini çok zayıf hissedenler bile müthiş güçlendirilmiştir. Neden her şeyiyle ülkesinde, savaşımın eşiğinde olan bir yapıyı güçlendirmiyorsunuz? Bu çözümsüzlüğünüzü ifade eder. Biz bütün yönleriyle ortaya koyup böyle yapılmaması gerektiğini çok sağlam bir şekilde gösterdik. Buna hakkınız yok. Herhangi bir karargâhta, birim başında, en yakıcısı da gerillada bunu yapamazsanız, yerimiz buradan daha dar diyemezsiniz. Her katılım, mükemmel savaş, özgürleşme istemiyle doludur. Alanlar mükemmel mevzilendiricidir, geriye komutanın (siyasetten anlıyorsa) işi uygulamasına gelir, o da baş görevdir. Sıradan bir savaş birimini aldım, ordu çekirdeği yaptım, eylemi çok geliştirdim, düşmanı kahredecek biçimi buldum, tarzı yakaladım, savaşçıyı ortaya çıkarttım. İşte “bu işe varım” diyenin gerçek ifadesi budur.
Kendi çapımızda her çalışmamız düşmana darbedir. Yine bir alana giderim; duruma göre en çok bir alan değişikliği yaparım, o da altı ay derim. Aksi taktirde oraya bu çalışmayı dayatırım, hissederim, kokusunu alırım, ezerim. Lübnan sahasına geldik. İlk altı ayda ölçtük-biçtik, hemen bir eğitim faaliyetini dayattık. Daha sonra bir baktık ki, alana daha elverişli, çok daha büyük devreler dayattık ve son ana kadar kullanıldı. Başkaları da ülkeye gittiler, onların dağları çok büyüktü, sanmıyorum bizim küçük Lübnan dağı kadar bir dağ olsun. Bizimkiler tepe bile sayılmaz. Bir tek damla su yok.
Orası ise senin ülken, her tarafında şarıl şarıl su akıyor. Şimdi böyle bir yerde daralma olur mu? Orada mevzilenmeme nasıl oluyor? Siz nasıl öyle yaşadınız, orayı nasıl Çingene çadırına çevirdiniz? Hâlâ anlamakta güçlük çekiyorum. Sizde hiç mi ruh, vicdan, sağduyu, hürmet, saygı, tarih şuuru, biraz hüzün, hiç mi yoktu? Kendi kendinizi böyle daralttınız. Kürdistan'da, özgür topraklarda her şey birliğe, düşmana karşı öfkeye davet etmiyor mu? Öyleyse nedir sizin içine girdiğiniz bu uygunsuz durumlar? Neden kendinize bu kazandırmayan durumları yakıştırıyorsunuz? Ben bu sahaya geldiğimde tek bir imkân, tek bir yardımcım yoktu. Sezdim, duydum ve fırsat buldukça yüklendim. Siz neden hazır olanı çarçur ettiniz, ediyorsunuz? Bu ahlak kimin ahlakı, bu lüksü nerede gördünüz, adam kaçırtmayı, bastırmayı, dağı devrim lehine kullanmamayı, kendini bile imha edecek ne varsa onunla idare etmeyi nasıl kendinize yakıştırdınız? Bundan dolayı mantığınızdan, kişiliğinizden haklı olarak kuşku duyuyorum.
O zaman inkâr çocuğusunuz, fitne-fesat geleneğini temsil ediyorsunuz. Ya halkın hatırına sizden tarihi bir kişilik istenseydi ne olurdu? Haydi bu halk dilsiz, güçsüz, çaresiz ve size “oğlum, kızım benim bu derdime bir derman ol” deseydi ne olurdu peki? Bir insan halka böyle yaklaşım gücü göstermez. Hazır olanın bile başına bunu getirirseniz nasıl karşımıza çıkıyorsunuz? Tarihe karşı alnı ak olmaktan, halkın huzurunda saygıyla eğilmekten bahsediyoruz. O zaman nedir bu, halka, örgüte, yoldaşa karşı belalı olma durumu? Kimin ahlakıdır, kimin vicdanıdır bu? Sorun bu soruları kendinize ve kendi kendinize izah edin. Göreceksiniz ki, bunlar düşmanın size taktığı beyinlerin ürünüdür. “Önderlik sevdalısı olduk, erkenden önder olmak istedik” deniliyor, inanıyor musunuz buna, bastırarak ordu kurabilir misiniz? Ben yedi yaşındaki çocukluğumu anlattım. İki-üç çocuğu yanıma getirmek için bin dereden su getirdiğimi, kuş avladığımı, gece yarısı gidip şuradan-buradan üzüm toplayıp onlara bir şeyler verdiğimi anlattım. Ben yedi yaşında bu kadar zorluklar harcayarak insanları kazanıyordum. Siz ise bu kadar hazır değeri çarçur edeceksiniz ve sıkılmadan bir de komutan olduğunuzu söyleyeceksiniz. Bizim de halka, mevziye, yoldaşa yaklaşımımız ortada. Kendi yöntemlerinizle sonuç alacağınıza inanıyor musunuz? Bu yönetim anlayışınızla, yoldaşlık anlayışınızla sonuca gideceğinize inanıyor musunuz? Hazırı bile değerlendirememekle yaşamı kurtarabileceğinize inanıyor musunuz? O zaman kendinizi çözmek zorundasınız. Ben bir kişiyle ilkin ilişkiye girdiğimde hiç tanımam, ama bütün hünerlerimi gösterip kişiyi etkilemek için ne gerekiyorsa onu yaparım. Bir köye giderken bütün etki ve gerçekleştirme gücümü kullanırım. Siz ise gittiğiniz her yere posanızı seriyorsunuz. Her şeyin posasını çıkararak çıkışı yapıyorsunuz. En güzel davranışı, en olumluyu kim, nerede esas aldı da sonuç alamadı! Yaklaşımlar doğru olmalıdır ve kendinizi çok akıllı da sanmayın.
Akıllılık işin düzenlenmesinde gösterilmek durumundadır, düşmana karşı alınan mesafede ispatlanmalıdır. Gericilikle, işleri karıştırmakla akıllılık gösterilemez. Lafazanlık etmeye de hiç gerek yok, pratik kişinin aynasıdır, lafa bakılmaz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER