KÜRT AŞKI - 30. BÖLÜM
Bilinç Işıkları
Sema’yı biz de tanıdık.
Alanımızda belli bir eğitim almıştı. Sanıyorum o zamanlar ismi de Serhıldan’dı ve sürekli serhıldan ruhunu yaşıyordu. Boyun eğmez, başkaldıran ve gittikçe kendisini anlamlılaştırmak isteyen bir kişilik olduğu kesin. Kapsamlı birçok mektubun ve değerlendirmenin sahibi.
Zilan kişiliğiyle aynı tarzda bir kişilik. Eyleminde güçlü, güzel yönler fazlasıyla mevcut. Örgüt içi yetersizliklere tepkisi büyük. Düşmana ve ihanete sürekli tepki. Tepkiden de öteye, sürekli bir savaş kişiliği var. Zindan yaşamındaki mücadele daha büyük bir önem taşıyor, onu rastgele bir yaşamdan çıkarmak için dolu dolu yaşadı sanıyorum. Bu kadar dayandı demeyeceğiz: Onunla bu kadar savaştı, savaşımını doruk noktasına taşıdı. Bu anlamıyla zindan direnişçiliğinde de kesin bir örnektir, “nasıl yaşamalı?” sorusuna kesin yanıttır.
Büyük iş yapma, büyük düşünme, yaşama istemi tartışılmazdır. Büyük yaşam tutkusu kadar, onun bedeli olan büyük savaşımı sonuna kadar göze alma yiğitliğini gösteriyor. Asla emeksiz, ucuz, hastalıklı bir yaşamın sahibi olma fırsatını kendisine ve çevresine vermiyor. Bünyesiyle sürekli savaş halinde... Ama bilinci ve bu aydınlığı, ne kadar toplumsal bünyeden kaynaklanan zayıflıklar varsa, hepsini aşmaya da yetmiştir. Dışarıda olsaydı kesinlikle savaşımını çok daha kapsamlı, örgütlü ve gerillasal tarz da dahil, sonuna kadar götüreceği de bir o kadar kesin. Bıkmak yok, tersine büyük özgürlük imkânlarının kullanılmamasına, kendisinin de bunu tam kullanamamasına tepkisi vardı.
En büyük özlemi, büyük özgürlük imkânlarıyla elde edip savaşmak... Birçok şahadet gerçeğinde olduğu gibi, bu şahadet gerçeğimizde de arzusu büyük olmasına rağmen, gerçekleştirilme düzeyi arasındaki acı, trajik gerçek söz konusu. Bu çelişkiyi çözememe, bu eylem tarzının çok önemli nedenidir. Çıkaracağınız en temel sonuç; özgürlük imkânlarıyla savaşmanın değerini mutlaka taktir etmek ve trajik biçimde sonuçlamamak. Eylemin kendisi de zaten bunu emrediyor. En değerli istem, özgürlük savaşını verebileceğimiz bir ortama sahip olmak.
Özgürlük imkânlarıyla doğru buluşamayanlar, bu anı karşısında ezilmek durumundalar. Yanlış karar, yetersiz yaklaşım, savaş gücünü ortaya çıkaramama, kullanamama bu şehit anıları karşısında mahkûm edilmiştir. Savaşı basite almak, gayri ciddi yaklaşmak bu anı karşısında mahkûm edilmiştir. Yaşama da, savaşa da hafif yaklaşım, irade ve bilinçle hakkını verememek mahkûm edilmiştir. Bu mahkûmiyet partimizi bağlar, orduyu bağlar. Bunu mutlaka bir ilke olarak kişiliğinize nakşetmeniz gerekir, aksi halde asla sizi partili ve ordulu saymayacağız.
“Bu ateşi söndürmeyin” diyor. Bundan daha büyük cesaret, daha büyük fedakârlık olur mu? Bunu, en değerli bilinç ışıklarıyla, aydınlığıyla yapıyor. Kendisine ilişkin en ufacık bir çıkarı yok. Siz partinin yetkilerini, savaşım olanaklarını bencil çıkarlarınız için böyle kullanırsanız; bu ateş nasıl düşmanı yakarsa, sizi de yakacaktır. Bu militan ateş hiçbirinizi sağlam bırakmaz, sıradan bir ateş değil. En büyük silahınız böyle bir ateşin olmadığını savunmak. Ama işte, bu ateş var ve bizim içimizde de cayır cayır yanıyor.
Bir militanın bu tarzdaki eylemini siz ne sanıyorsunuz? Utanmadan üzerine yatacağınızı sanıyorsunuz. Sıkılmadan onların yüce anıları üzerinde, özgürlük maskesi altında kendinizi yutturacağınızı sanıyorsunuz.
Bütün yaptıklarım, onların anısına biraz yanıt olmak. Bütün yaptıklarımı, onların anısına armağan ediyorum. Peki, sizler neyi armağan edeceksiniz? Hafifliklerinizden, büyük özgürlük imkânlarını düşmanın karşısında boşa çıkarmaktan başka. Cevap böyle olabilir mi? Şehide saygılı olmayı bilmek gerekiyor, doğru bir saygı duruşuna geçmeliyiz. İşte, bu şehidimizin anısına vereceğim en keskin yanıt, çok dikkatli, duyarlı davranmaktır. Bir militanın yüce anısına bağlı olmak için ne gerekiyorsa o ilgilendirir beni.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER