FAŞİZME KARŞI TOPYEKUN DİRENİŞTE ŞEHİR SAVAŞLARI VE GÖREVLERİMİZ-52.BÖLÜM
Bir diğer konu da tüm bunları yapabilmek, insanlara faşizme karşı eylem yaptırabilmek için insanlara faşizmi, düşman gerçeğini iyi tanıtmak lazım. Düşman kavramını özümsetmek gereklidir. Bu anlamda önemli bir zafiyet de düşman kavramındaki aşınmalardır. Bakur’da, komplodan sonra, ateşkesler sürecinde ve ardından Oslo ve İmralı görüşmeleri sonucunda ‘devlet, sömürgecilik, soykırımcılık, düşman’ kavramlarında bir muğlaklaşma, soyutlama oldu. Buna “sistem içileşme” deniliyor. Sistem içileşme düşman mefhumunu kaybetmek oluyor. Bu gerçekten bir düzeye kadar gelişti. Siyasi çözüm olacak diye görüşmeler oluyor, bu görüşmeler devletle olduğu için devleti, meclisini, hükümetini, cumhurbaşkanını meşru gör! Hatta MİT’ini, meşru gör! Anlayacağınız iş oraya kadar gitti. Öyle ki, dost-düşman kimdir-nedir karışır hale geldi. Düşman karşısında nasıl durulur? Ne yapmak istiyor? Biz düşman karşısında nasıl durmalıyız? Bu açıdan gerçekten de önemli ölçüde muğlaklaşma var. Onun için düşman karşısındaki direniş, düşmana karşı eyleme geçiş, düşman karşısındaki duruş zayıf kalıyor.
Aslında bu bir zihniyet kayması, en tehlikeli asimilasyondur. Bu noktaya gelmek, kültürel soykırımı en tehlikeli biçimde yaşamak demektir. Kültürel soykırımın en tehlikeli yanı zihniyet kırımıdır. Önder Apo, “Demokratik Ulus Çözümü” savunmasında buna “zihniyet kırımı” dedi. “Kürdistan Devriminin Yolu” kitabında bunu “düşünsel sömürgecilik” olarak tanımlamış ve “en tehlikeli sömürgecilik, düşünsel sömürgeciliktir” demişti. Bir bireyin ve toplumun kendisi için gelecek öngörememesi, geleceğini planlayamaması, kendi çıkarlarını dinlememesi durumunda göreceği şey başkasının çıkarlarıdır. Başkalarına, düşmanına benzemektir. Soykırıma uğramak işte bu duruma gelmeyi ifade ediyor. Kültürel soykırım tam da böyle bir durumu yaşamayı ifade ediyor. Bundan dolayı da son dönemlerde böyle kaymalar var. Düşman muğlaklığı bağlamında ciddi bir zihniyet kayması yaşanıyor. Soykırımcılık, sömürgecilik, faşizm hafif görülüyor. Bunların varlığının içerdiği büyük tehlikeler görülmüyor. Bundan dolayı da düşmana karşı büyük bir öfke, nefret yoktur. Bu anlamda etkili bir mücadeleye giriş yoktur. Mücadele etme bilincinde, ruhunda zayıflık var. Bu durumu gidermek, bunu değiştirmek lazım. İnsanları faşist- sömürgeci sisteme vurur hale getirebilmek için, kesinlikle düşman gerçeğini iyi tanıtmak, düşman kavramını iyi özümsetmek, düşman gerçeğini kin, öfke ve nefretle buluşturmak; bilinç, duygu olarak düşmandan kopuşu ve düşmana karşı mücadeleyle doldurmak lazım. Ancak böyle insanlar kendi başlarına eylem yaparlar. Bu temelde eğitirsek, düşman egemenliği altında erimezler. Fırsat bulduklarında eylem yapar, düşmana vurma gücünü, cesaretini kendilerinde bulurlar.
Bakur’da da, Rojava’da da böyle bir aşınma yaşanıyor. Bakur’da daha çok o görüşmeler sonucunda yanlış anlamalar oldu. Birisinin MİT ile görüşmesi, ‘merhaba’ demesi durumunda eğer duyulsa ajan olarak gösterilir. Şimdi bu durum neredeyse başarı olarak görülüyor. “Bir MİT’çiyle oturdum” diyenler var. Ajanlık yaptım, karşı taraf benim düşmanım demiyor. Düşmanı düşman olarak görmeme var. Rojava’da da bu koalisyonla birlikte DAİŞ’e karşı yürütülen mücadeleden ötürü aşınmalar var. Emperyalizm, kapitalizm, düşman güçler, sanki bu Kürt Sorununu yaratmadı, Avrupa-Amerika sanki bundan sorumlu değilmiş gibi; sanki Kürdistan’ı bunlar bölmediler, Kürt imhasına, inkarına bunlar karar vermediler gibi bir hava ortaya çıkıyor. Önder Apo İmralı için, “TC’nin rolü gardiyanlıktır”, Kürt Sorununda da “TC’nin rolü jandarmalıktır” dedi. Komployu düzenleyenler de küresel kapitalist modernite sisteminin önderleri ABD, İsrail, İngiltere oldu. Kürt Sorununu ortaya çıkaran da küresel kapitalist sistemin, küresel hegemonik hale gelmesindendir. Sistem yarattı ve jandarmalığı Türkiye’ye, İran’a, bazı Arap ülkelerine verdi. Bu gerçekliği asla unutmamak, kaybetmemek lazım. Rojava’da da bütün bunları dikkate alarak bakılırsa, orda da küresel düzeyde, düşman mefhumunda kayma olduğu görülüyor. Türkiye’de bu ateşkesler ve görüşmeler ekseninde düşman kavramında böyle kaymalar oldu. Eğer etkili mücadele yürütemiyorsak, faşizm bu kadar saldırı yaparken büyük bir öfke, tepki gelişmiyorsa, bireysel düzeyde, topluluklar düzeyinde etkili eylemlere yönelinemiyorsa, aslında bu düşman mefhumundaki kaymanın etkisidir. Bunu kesinlikle bilmeli ve dikkate almalıyız. Eylemci eğitip örgütlerken bu gerçekleri dikkate alan, bilen, var olan kaymayı aştıracak bir örgüt ve eylemliliği mutlaka geliştirebilmeliyiz.
Son olarak örgütlenme ve eylem açısından hep şunu söyledik: Faşizm topyekûn saldırganlıktır. Anti-faşist mücadele, topyekûn direniş olmak durumundadır. Bu faşist gücü toptan hedeflemek, her türlü eylem, yöntem aracını kullanmak olduğu kadar tüm anti-faşist güçleri harekete geçirmeyi de ifade ediyor. Bu ancak bir anti-faşist demokratik blokla olur. Dolayısıyla, genelde böyle bir blok oluşturmayı, özelde de devrimci güçlerin faşizme karşı ortak eylemlerini yaratmayı önemsemeliyiz. Genel demokratik blok tüm güçleri içine alacak şekilde gelişmeli, buna hareket ve halk olarak aktif katılmalı, destek vermeliyiz. Hem en geniş toplumsal kesimleri birlikte faşizme karşı çıkartacak, hem de yıkılan faşizmin yerine herkesin yer aldığı ortak demokratik bir sistem koyacak bir mücadele tarzını ve örgütsel ilişkileri, ittifak sistemini, işbirliğini öngörmeliyiz. Böyle olmakla birlikte, anti-faşist topyekûn mücadelenin motoru devrimci direniştir dedik. Devrimci şiddet kullanımı, Devrimci Halk Savaşı’nın yürütülmesidir. Bu da esas olarak devrimcilerin ilişki ve ittifaklarını içeriyor. Bu anlamda devrimci, ister silahlı şiddet kullanımı, isterse silahsız kitle şiddeti bakımından olsun, ister dağda, isterse şehirde ya da ovada olsun, her düzeyde kendi eylemimizi ve örgütümüzü yaratmayı esas almakla birlikte, bunu dışımızdaki devrimci güçlerle ortaklaştırmayı, ilişki-ittifak halinde geliştirmeyi de önemsemeliyiz.
DURAN KALKAN ( HEVAL ABBAS )
YORUM GÖNDER