SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (148.BÖLÜM)
Araplar ise, Semitiklerin en son çöl grupları olarak geri kalmışlardır. Ama tüm yarımadaya dağılmış olmaları ve Kuzey Afrika’ya yayılmaları, en azından coğrafi açıdan nicel bir zenginliğe ve güce ulaşmalarına yol açmıştır. Bu durumda iki Semitik kökenli grup dünya çapında karşı karşıya olma durumuna düşmüştür. Kendi yarattıkları din ve milliyetçiliğin kurbanı olmuşlardır. Yarattıkları canavarlar kendilerini yutmaya başlamıştır. Dolayısıyla dine ve milliyetçiliğe dayalı yaklaşımlarını aşmaları tek çözüm yoludur. Ortadoğu’da çok daha önemli ve olumlu rol oynayabilecek bu iki grubun demokratik uygarlık ölçütlerinde anlaşmaları gerekir. Milliyetçi ve dini bölünme yerine, esnek bir federasyonlaşma tek çıkış yolu gibidir. Kültürel varlıklara özgürlükle birlikte serbest pazar ekonomi düzeni altında bir Arap-İsrail federasyonu uzun vadeli olarak programlanmak durumundadır. Kaldı ki federasyon, 23 devletçiğe bölünmüş tüm Araplar için de kaçınılmaz yoldur. Mevcut Arap Birliği fazla işlevsel değildir. Bir İsrail-Filistin demokratik federasyonu tüm Arapları da aynı çatı altında birleşmeye zorlar. Bazı gerici çevrelerin dışında, tüm Ortadoğu bölgesinin bu federasyondan büyük yarar göreceği açıktır.
21. yüzyıl Arap-İsrail ilişkilerinin demokratik federasyon altında çözüme gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. İsrail’in dünya çapında demokrasi deneyimi, Arapları demokratikleştirmede tarihi bir rol oynayabilir. Ayrıca bu demokratikleşmenin ayrılmaz bir parçası olan derinliğine bir laiklik uygulaması da kaçınılmazdır. Bin yıllardır din adına yürütülen tahribat ve gericilik, artık kapsamlı bir dini reformla aşılmak zorundadır. Dinde reformla birlikte laikliğin başarısı demokratikleşmeye hem güç verecek hem de güç alacaktır. Yine milliyetçilik ideolojisinin de aşılması gerekir. Bu iki alanda çatışmaları körükleyen ideolojiler aşılınca, geriye bilime dayalı özgürlük ve adil birlik felsefeleri geçerlilik kazanır. Demokratik uygarlığın temelindeki bu felsefi anlayışlar temel hoşgörü ve barışı getireceklerdir. Bu durum da Arap-İsrail çatışması yerine, Arap-İsrail uzlaşmasına ve demokratik birliğine götürür ki, bu gelişme Ortadoğu ve dünya çapında etkiye yol açacaktır. Arap-İsrail uzlaşması Ortadoğu’da barış ve demokratik birlik yolunda dev bir adım olacaktır. Avrupa demokratik uygarlığının Ortadoğu’dan beslenecek antitezi bu uzlaşmayla büyük güç kazanacak ve dünyaya yönelik olarak da zincirleme etkileri olacaktır.
Ortadoğu’nun demokratik federasyon temelinde yükselecek yeni dönemi, bir kez daha tarihine yaraşır bir uygarlık sürecine ve demokratik uygarlığın sentezine doğru yol almasına en büyük katkıyı yapacaktır. Arap-İsrail uzlaşmasının tarihi sonuçları gerçekten önemlidir. Bu, bölgenin diğer çelişkilerinin çözümünü de hızlandıracak, demokratik çözüme doğru zorlayacaktır. Daha şimdiden etkisi görülen bu yönlü gelişme hakim bir karakter kazanacaktır. Şimdiki çatışmalı sürecin derin bir anlaşmazlık ve anlamsızlık içinde uzun sürmesi artık beklenemez. Ne yerel ne bölgesel ne de uluslararası koşullar bu duruma fazla tahammül edemez. 21. yüzyılda esasta Araplar arası, Arap-İsrail ve tüm bölgede demokratikleşmeye dayalı bir barışın ekonomik ve sanatsal yükselişe geçmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu temelde güç kazanacak Ortadoğu’nun dünya çapında tarihine yaraşır gelişmeleri doğurması, demokratik uygarlığı yeni sentezlere doğru evrimleştirmesi olanak dahiline girecektir.
b- Ortadoğu’nun İran uygarlık sahası, tarihinden kalma özgünlüğünde direnmektedir. Doğu-Batı uygarlığının ayrım hattında oynadığı rolü, bugün İslam kültürünü demokratikleştirme deneyimiyle sürdürmek istemektedir. İran sahasının bu reformcu karakteri tarihin en eski dönemlerine uzanmaktadır. Sümerlerin sert köleciliğini yumuşatan İran uygarlığıdır. Zerdüşt geleneği ve Pers yükselişi aslında kölecilikte reformizmin, dönemine göre bir nevi demokratikleşmenin zaferidir. Asya’nın uygarlaşmasında İran’ın rolü çok önemlidir. Feodal İslam uygarlığını daha ilk karşılayışta reformize uğratmıştır. İran Şialığı İslam’ın olumlu yönde ilk reformasyonudur. Daha önceleri Mani ve Mazdek, köleci Sasani sistemini reformize etmek iste mişlerdi. Babek, Abbasi Sünniciliğine karşı yine bir halk önderi ko numundadır. Emevileri yıkan İran etkisidir. Abbasileri yumuşatan yine İran’dan gelen etkilerdir. Osmanlıların katı Sünniciliğine, feodal merkezi gericiliğine karşı İran-Safevi uygarlığı halka daha yakındır, Alevilik destekçisidir. 19. yüzyıl reformculuğunda İran’ın rolü sürmeye devam eder. 20. yüzyılın son büyük devrimi İran’a nasip olur. İlginç olan, bu devrim aslında bir Ortadoğu devrimi olarak kolay kolay söneceğe benzemez. Dıştan demokratik uygarlığın etkisi tarihten sürüp gelen reformcu karakterleriyle birleşince, İslami tutuculuğun İran İslam Devrimi adı altında çözülmesi kaçınılmaz görünmektedir. İran İslam Devrimi ya kendi kendini yok edecektir ya da İslamiyet adı altında Ortadoğu tutuculuğuyla hesaplaşarak bu sorunun köklü çözümünü zorlayacaktır. Bu nedenle İran İslam Devrimi’nin sonuçları kolay kolay ortadan kalkmaz. Mevcut durum bir geçiş aşamasıdır. Ya kendi içinde daha da tutuculaşacaktır ki kitlenin buna tahammülü son derece zordur ya da reformun nihai sonuç aşamasına girmesi gerekecektir.
Bundan da Ortadoğu çapında bir İslami demokratik dalgaya yol açması kaçınılmaz olacaktır. Nasıl Batı’dan İsrail kapitalizmin demokratizmiyle Arap feodalizmini ve milliyetçiliğini zorlayıp demokratikleşmeye çekiyorsa, Doğu’dan da İran bizzat İslam’ın içinden bir demokratikleşmeyle aynı işlevi sürdürmeye çalışmaktadır. Bir nevi Arap ağırlıklı İslam feodalizmi iki kıskaç altına alınmış gibidir. Feodal ve antidemokratik İslam’ın uzun sürmesi beklenemez. İran’ın bu geçiş durumu fazla uzun süremez. Tutuculuğa yönelirse, içerideki milliyetçilik ve reformculuk tarafından parçalanacaktır. Tam demokratizme doğru bir dönüşümü başarırsa, Demokratik Federatif İran Birliği Ortadoğu’yu etkileyen en güçlü modellerden biri haline gelecek; İran Demokratik İslam Cumhuriyeti, Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin güçlü kaldıraçlarından biri olacaktır. Bu alternatif, uygarlığın tarihsel temeliyle daha güçlü bir bağ kuracağı gibi, çağdaş demokratik uygarlıkla da sorunu daha uzlaşmacı ve barış içinde çözebilecektir. Her iki durumda İran somutunda bir antitez gelişmesi güç kazanabilir. İran’ın kendisi uygarlık rolüyle hep tanışık olduğu için, yine benzer bir role soyunmak zorundadır. İran hem Orta Asya ve Kafkasya hem de tüm Ortadoğu üzerinde etkisiz kalamaz. Bunu da ancak köklü bir demokratik İslami çözüm yaratarak sağlamak isteyecektir. Bunu başarıp başaramayacağı tartışılabilir. Başarısızlık halinde gittikçe tutuculaşan bir sistem ortaya çıkar ve bunun da sonucu parçalanmadır.
Fakat milliyetçiliğin köklü bir şekilde parçalanması beklenemez. İran’ın kaderinde daha çok çağdaş bir federatif demokratik birlik diğer alternatif olarak gözükmektedir. Eğer demokratik İran gerçekleşmezse, uzun vadede gerçekleşecek olan, çağdaş ve dini örtüye ihtiyaç duymayan Demokratik İran Federasyonu’dur. Uzun vadede bu seçenek güçlü bir olasılıktır. İran, tarihi boyunca da bir federasyon niteliğindedir. Halen dört büyük eyalete bölünmüştür. Dolayısıyla Demokratik İran Federasyonu çok zor bir süreç olmayacaktır. Belki de Ortadoğu’da federasyona en erken geçen ülkelerden biri olabilir. Aslında şimdi de kısmen yaşanan federasyon daha açık ve anayasal bir hale gelebilir. 21. yüzyılda Ortadoğu’da yükselecek gelişmelerde İran’daki gelişmelerin temel belirleyici güçlerden biri olacağı rahatlıkla söylenebilir. Ortadoğu’nun Avrupa uygarlığı karşısında oluşturacağı antitezde İran üçüncü büyük köşe taşıdır. Birincisi İsrail ve ikincisi Araplar ise, üçüncüsünün İran olması hem tarih hem coğrafi hem de güncel altüst oluşuyla kaçınılmaz olmaktadır. Ortadoğu antitezinin İran’la kazanacağı ağırlık büyük bir güç teşkil edecektir. İsrail bu antitezi tüm Batı uygarlığında temsil ederken, Araplar Arabistan ve Afrika kıtasında, İran ise Asya kıtasında temsil edecektir.
21. yüzyılın Ortadoğu’sunda demokratik uygarlığın soluna oturacak antitez, tarihe yaraşır uygarlığın yeni sentezini doğurmada İran somutuyla doğurgan, renkli bir güç kazanacak, insanlığın yeni uygarlık umuduna tarihsel katkıyı yerine getirip pratiğinin başarılı adımlarına yol açacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER