FAŞİZME KARŞI TOPYEKUN DİRENİŞTE ŞEHİR SAVAŞLARI VE GÖREVLERİMİZ-26.BÖLÜM
Onun için 1 Haziran’a hazırlıklı olunmadı. Stratejik değişim sürecine etkili giremedik. Taktik olarak girdik, ilk eylemler hemen oluverdi, Haziran ayı başında her alan eylemlerini yaptı, bu eylemler etkiliydi de, ama ondan sonra hazırlık düzeyimiz bitti. Süreci devam ettirmek gerekince yapacak bir şeyimiz kalmadı. Bu durumda kendimizi zorlamaya yöneldik. Zagros’ta, Botan’da başarısız eylemler oldu, kayıp verdiğimiz eylemler yaşadık. Onun üzerine zorlandık. Önderlik, hazırlıksız olduğumuzu ve zorlandığımızı anladı.
Aslında o taktik hamleler bile AKP’yi sarsmaya yetti. Devamı öyle gelirse diye korktular, ürktüler. Dayanamayacaklarını değerlendirdiler. Önlerinde 12 Eylül 2010 Referandumu, 12 Haziran 2011 Genel Seçimi vardı. Bunları kazanmak üzere yeniden ateşkes ortamını gerekli gördüler. Çatışma içinde girseler kaybedebilirlerdi. Parti olarak bunları kazanmaları ateşkes ortamına, istikrara bağlıydı. Bunun için ateşkes yapma çağrısı talebinde bulunmaları için Önderliğe gidip yeniden görüşmek istiyoruz dediler. Önderlik, önce referandum için süreli bir ateşkes ilan etti. Daha sonra görüşme yaptılar, bize yansıdığı kadarıyla aslında bir mutabakat oluştu. 12 Haziran’a kadar İmralı’da yürütülecek bir çalışma planı ortaya çıktı. Biz öyle algıladık. Önderlik bize yansıttıklarını “bu görüşmenin sonuçlarıdır” dedi.
Onun üzerine 12 Haziran 2011 seçimlerine kadar ateşkes sürecini uzattık. Aslında Devrimci Halk Savaşı sürecinde böyle ateşkesler olmazdı. Kısa süreli belki olabilirdi, Önderliğin ilan ettiği gibi eylemsizlikler olabilirdi, ama 8-10 aya yayılmış uzun vadeli ateşkesler olamazdı. O koşullarda hazırlıksızlık nedeniyle biz ona ihtiyaç duyduk. AKP taktik hamleden korkmuştu, seçimi kazanıp kazanamayacağı kaygısıyla da kendileri ateşkes talebinde bulunmuşlardı. Bununla da güya biraz taviz verdiler, aslında seçimi ateşkes ortamında yapmak için yaptıkları bir hileydi. Süreç uzadı, Önderlik “yanlış yaklaşma olmamalı” diye uyardı. Fakat İmralı’da da görüşmeler sürdü. İlk dönem böyle geçti denebilir.
Taktik hamle sonrası yapılan ateşkes sürecinde biz en azından stratejik değişimi anlamak, değerlendirip, özümsemek üzere bu süreci değerlendirmeye çalıştık. Kapsamlı eğitimler, toplantılar, Kongra Gel Genel Kurulu, HPG Konferansı gibi toplantılar yaptık. Kendimizi Dördüncü Stratejik Dönemin gereklerine göre kararlaştırma, planlama, örgütsel yeniden yapılandırma çalışmaları içinde olduk, öyle değerlendirdik. Fakat İmralı’da da görüşmeler oluyordu. Bize yol haritası gibi 3 bölümden oluşan bir çözüm paketi sunuldu. Biz bunu hareket olarak onayladık, kabul ettik. TC devleti de kabul etse onun gereklerine göre bir çözüm süreci gelişecekti, fakat Tayyip Erdoğan yönetimi oyaladı, “yapacağız” dedi, ama seçimler yaklaşınca yapmadı. Seçimin sonucuna göre değerlendirecekti. Seçimde de kazanınca Tayyip Erdoğan’ın etrafı “üçüncü kez kazanan lider, Menderes’i, Demirel’i geçen lider, Mustafa Kemal’den sonra ikinci büyük lider!” diyerek pohpohladılar. Artık kimseye muhtaç olmadığı havasını verdiler. Onun üzerine İmralı’daki görüşmelerden vazgeçti, askıya aldı. Tersine çatışma süreci başladı.
14 Temmuz’da DTK, Demokratik Özerklik ilanında bulundu, Demokratik Konfederalizmi ilan etti. Aynı gün Silvan’da çatışma oldu, psikolojik savaş ustaca anında oradan faydalandı. Sanki o çatışmayı yapan güçleri yönlendirdiler gibi, çünkü düşman çok hazırlıklıydı, fırsat kolluyorlardı, onu da fırsat bilerek demokratik siyasetin üzerine gitti ve susturdular. Siyaseti denetim, baskı altına aldılar, işlemez kılmaya çalıştılar. Böylece bizim planlarımızı tersyüz ettiler. Kandil’e de İran’ı saldırtarak dikkati geriye çektiler. Böylece 2010-2011 kışında yapılan hazırlıklar temelinde, 12 Haziran seçiminden sonra geçen süreçte bizim hamle yapmamızı boşa çıkardılar, planlarımızı iki cepheden bozdular. Bir; DTK’nin Demokratik Konfederalizm ve Demokratik Özerklik ilanını, Silvan askeri eylemiyle birleştirerek savaştan sorumlu tutup, demokratik siyaseti baskı altına aldılar. İran saldırısıyla, Kandil’i savaş alanına getirip hareketimizi, onun yönetimini Kandil savaşıyla uğraştırdılar. Böylece Bakur’da AKP hükümetine karşı hamlesel bir mücadele yürütmedik.
2011-2012 bunun üzerinde, provokasyonlarla çıkmış bir direniş süreci olarak gelişti. Kayıplar verdik, ama düşmana darbeler de vurduk. Demokratik Özerklik hamlesi geliştiremedik, ama AKP 12 Haziran seçim sonucuna dayanarak bizi imha ve tasfiye edeceğini hesap ediyordu. Bu hesabı boşa çıkartıldı. Ardından yeniden seçim süreci gelince 2012 sonunda Önderlik ile ilişki kurdular. Bir yandan yeniden ilişkiye çektiler, bir yandan Paris Katliamı gibi saldırılar yaptılar. Şimdi daha iyi açığa çıktı ki, baştan itibaren ‘Demokratik Çözüm Süreci’ diye bir şey yoktu, tümüyle bir yalandı, hileliydi. Çünkü o zaman Paris katliamını biraz Fethullahçılar’ın üzerine atmaya çalıştılar, Önderliğiede öyle yansıttılar. Güya kendilerinin dışında bir olaymış gibi yaklaştılar, ama şimdi açığa çıktı ki, hiç de öyle değil, hepsini yapan MİT’tir, talimatı veren hükümettir. Tıpkı Roboski Katliamı gibidir, hiç farkı yoktur, doğrudan Tayyip Erdoğan’ın emriyle yapılmış bir katliamdır. Sadece aldatıcı bir tutum, hile ve oyun olarak Fethullahçılar’ın üzerine yıkmaya çalıştılar. İçlerinde bir çatışma vardı. Önderlik de “eğer öyle deniyorsa o zaman gereği yapılsın” diyerek bir süreç geliştirmek istedi. Hızla güçlerin geri çekilmesini öngören üç aşamalı bir planlama oldu.
2013 Newroz’undan itibaren öyle bir konuma girdik. Bu sefer ateşkes 2013-2014-2015, 24 Temmuz’una kadar sürdü. Üç buçuk yıllık bir süreç tamamlanmıştı. Halbuki, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nde böyle ateşkesler olmazdı. Önderlik “Süreç benim için 1 Haziran’da bitmişti” dedi. Doğru anlayan, değerlendiren bir yaklaşımımız olmadı değil, 2014 Haziran’ın da oldu, 2015 Haziran’ın da oldu, 24 Temmuz’a kadar biz uzattık. Ateşkesleri Önderlik geliştirebilir, fakat ateşkesi kaldırıyorum diyemez. 2013’te tüm riskleri üstlenerek bir defa söyledi. Savaş yapma sorumlusu biziz, dolayısıyla ateşkesi kaldırmak gerekiyorsa, onu değerlendirmek ve kaldırmak bize aittir, bizim görevimiz dahilindedir. Bu noktada görevimizi yapmadık, Önderliği bekledik. Önderlik, “1 Haziran 2010 süreci için de “31 Mayıs’ta geri çekiliyorum” dedi. Biz onun üzerine stratejik değişimi ilan ettik. Yine neredeyse Önderliğe dedirttik. Bu sorumluluk üstlenmemek, Önderliği zora sokmak oluyor. Ondan sonra da Önderlik bir şey demiyor diye ateşkes sürecini uzatıyoruz, ateşkesleri kaldırmıyoruz. Aslında ‘Önderlik içinde bulunduğu durum gereği, İmralı’da olduğu için öyle yapıyor’ durumuna bağlayarak bütün örgütü, hareketi İmralı’daymış gibi bir konuma sokuyoruz. Bu yanlıştır. Önderliği doğru anlamak, Önderlik çizgisi ile doğru bütünlemek açısından bu durumu böyle tespit etmemiz lazım. Önderlik Gerçeğini doğru anlamalıyız. Kuşkusuz Önderliği yok saymak olmaz. Önderlik onlarca kez bütün yönetimi uyardı. Önderliğe bırakarak da bu hareketi yürütemeyiz. Önderlik, “Ben pratik önder olamam, çünkü günde kırk defa emir vermek lazım. Bu hareketi böyle yürütemem, yönetim kendi görevine sahip çıksın” dedi. Fakat sahip çıkmada, o düzeyde bir sorumluluk üstlenmede hep zayıf ve uzak kaldık. Süreç öyle uzadı.
2013’ü örgütsel yeniden yapılandırma olarak değerlendirdik. 2014’e girerken boşluk var, AKP’de hile ve oyunun olduğu açıktı, ‘Bakur’a doğru hamle yapalım’ diyerek karar aldık, plan yaptık, ama hiç pratik yapamadık. Aslında 2014 Mayıs’ında hamleyi PKK yapacaktı. PKK yapamayınca, Haziran’da DAİŞ yaptı. PKK de hamle yapamayıp Bakur’da siyaseten boşluk bırakınca, DAİŞ’in önü açıldı, DAİŞ’in hamlesi o nedenle bu kadar etkili oldu. PKK, faşist-soykırımcı sisteme karşı gerekli hamleyi zamanında yapabilseydi, DAİŞ’in 2014 Haziran’ından itibaren başlattığı saldırılar, bölgesel düzeyde bu kadar etkili olamayabilirdi.
Ondan sonra DAİŞ’in Ağustos’ta Şengal’e ve Mexmur’a saldırmasıyla, Başur’da direnme zeminimiz biraz açıldı. Sıkışmışlıktan o temelde kurtulduk. 15 Eylül’de Kobanê’ye saldırınca, Kobanê direnişi bir bütün Kürdistan’ın direnişi haline geldi. O sıkıntıyı, sıkışmışlığı Kobanê direnişi ile biraz aştık. Öyle ki, Ekim başında Kobanê’yi desteklemek üzere, Bakur’da serhildanlar gelişti, ama bunu yönlendiremedik, sadece sınırlı bir Kobanê desteklemesi olarak kaldı. Oysa Bakur’da devlet etkinliğini kırmıştı. Ardından devlet, 30 Ekim’de yeniden topyekûn özel savaş konseptini oluşturdu. “Çöktürme Eylem Planı”nı hazırladı. Buna göre savaş hazırlıklarına başladı. DAİŞ Kobanê’de kaybediyor, dolayısıyla Kobanê’de kaybeden DAİŞ, kaybeden AKP oluyor. AKP, Kobanê’de kaybettiğini aşmak için, Bakur’da saldıracak. 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısının kararı tamamen bu biçimdeydi. Bunu boşa çıkartmak için hazırlıklı olmak gerekiyor dendi ve en önemli mücadele alanıydı. İçinde bulunulan iki boyutlu mücadeleydi. Bir; Kobanê Direnişi. İki; 7 Haziran Seçimleri. Biri, Bakur’daydı. Biri ise Rojava’daydı. Her ikisini de kazanırsak AKP’nin planlarını önemli ölçüde kırabilirdik. Tümden boşa çıkartamasak da zayıf bırakabilirdik. Dolayısıyla her ikisine de yüklendik. Bu her iki tespit yanlış değildi. Sonuçta, her iki alanda da başarılı olduk.
2015 Ocak sonunda Kobanê merkezi kurtarıldı. Nisan sonunda bütün kırsalıyla birlikte Kobanê özgürleştirildi. DAİŞ karşı ilk büyük askeri zafer kazanılmış oldu. DAİŞ’in ilerlemesi durduruldu, DAİŞ için gerileme ve yıkılma süreci başlatıldı. DAİŞ, artık AKP politikalarını başarıyla uygulayacak bir güç olmaktan çıktı.
Diğer yandan 7 Haziran seçimine yüklenildi, parti olarak girilmesi öngörüldü ve 7 Haziran’daki seçimde de HDP seçimi kazanan tek parti oldu. AKP, tek başına hükümeti kaybetti. CHP oyunu arttıramadı, aynı durumda kaldı. MHP oyunu arttıramadı. Üçüncü grup olarak meclise milletvekili koydurmayı HDP başardı, bu da büyük bir siyasi başarıydı. Rojava’da askeri başarı, Bakur’da siyasi başarı hareketimizi Haziran ortasında en etkili güç haline getirdi. İkisini birleştirip ustaca kullanabilseydik, değil AKP’nin 24 Temmuz’da bize saldırması, biz AKP’nin planlarını yerle bir eder, süreci kendi inisiyatifimizde etkili biçimde yürütebilirdik, fakat o gücü de gösteremedik. 7 Haziran’da seçimi kazanan parti olmasına rağmen HDP, seçimi siyaseten kaybetmiş parti gibi hareket etmeye başladı. Seçimin kazanıldığını AKP’ye bahşetti, “seçimi AKP kazanmıştır hükümet kursun” dedi. Halbuki AKP kaybetmişti. Evet, birinci parti olmuştu, ama tek başına iktidarı kaybetmişti. AKP tarihinde tek başına iktidarı ilk defa kaybediyordu. Siyasetteki bu tutum AKP’ye manevra yapma imkanı verdi, zemin sundu. AKP, Ergenekoncularla anlaştı, bir anlamda CHP ile anlaşmış oldu, MHP ile ittifak yaptı. DAİŞ’i saldırıya geçirdi. 20 Temmuz’da Suruç Katliamını yaptırdı. 22 Temmuz’da Amerika ile anlaşma imzaladı. 24 Temmuz’da da hem askeri hem siyasi olarak faşist topyekûn saldırıyı başlattı.
DURAN KALKAN ( HEVAL ABBAS )
YORUM GÖNDER