SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (121. BÖLÜM)
Bilişim ve iletişim çağının yol açtığı siyasal sınırları anlamsızlaştırmanın etkisi ve günün yirmi dört saatinde bilgiye ulaşma imkanı, halkları tarihin hiçbir döneminde görülmeyen bir yakınlığa ve enternasyonalizme çekmiş, enternasyonalist dayanışma olanakları görülmemiş boyutlarda artmış bulunmaktadır. Tekniğin temel rol oynadığı bu gelişme, iç ve dış çelişkilerin aşılmasında yeni durumlar ve olanaklar ortaya çıkarmıştır. Bu bir yandan toplumun demokratikleşmesini sağlarken ve sivil toplum kuruluşlarını güç sahibi haline getirirken, diğer yandan uluslararası dayanışmayı da en gelişkin araçlarla mümkün kılmaktadır. Bu durum 20. ve hatta 19. yüzyılın çelişkileri ve çözüm tarzlarından çok farklıdır. Egemen oligarşiyi çağdaş demokratik kriterlere uymaya zorlamaktadır. Çelişkinin farklılaşan durumu farklı çözüm yollarını devreye sokmaktadır. Çağdaş demokrasi kriterleri genel çözüm araçları olarak asgari uzlaşma çerçevesini oluşturmaktadır. Bu nedenle daha eski çelişkilerin ürünü olan devrim ve karşı-devrim yöntemleri aşılmış bulunmaktadır. Yine bu yöntemlerin ürünü olan faşist rejimlerle reel sosyalist düzenler büyük oranda çözülmüş durumdadır. İnsanlığın 21. yüzyıldaki ana gündemi, bu temel ilişki ve çelişkilerin biçimlendirdiği ideolojik kimlik arayışları ve yeni politik kurumlaşmalar tarafından belirlenmektedir. Şüphesiz bu ilişki ve çelişkileri belirleyen, esas olarak bilimsel teknik gelişmenin vardığı seviyedir. Durum değerlendirmeleri bu objektif temeller üzerinde yeniden yapılmaya çalışılmaktadır. Yürütülen tartışmalar tepeden tırnağa her konuyu kapsamına almış bulunmaktadır.
1- 2000’li yılların ideolojik kimliği, hem klasik kapitalizm uygarlığının hem de reel sosyalist uygulamaların temellerindeki felsefeyi aşarak şekillenecektir. Kapitalist sistemin süreklilik kazanan bunalımı, ne faşist restorasyon modelleriyle ne de reel sosyalist biçimlerle aşılacak durumdadır. Savaşlar, devrim ve karşı-devrim uygulamaları bunalımı daha da derinleştirmiştir. Bu da ideolojik kimliğin temel belirleyici etken olarak teknik seviyeyi esas alamadığını ve doğuşunu gerçekçi kılamadığını göstermektedir. Hem faşist ideolojik kimliğin hem reel sosyalizme yol açan ideolojik temelin yenilgisi, bu hususta iki önemli kanıtlayıcı örnektir. Ortaya çıkan sonuç, ideolojik kimliğin yeniden doğuşunun kaçınılmazlığıdır. Sorun ne teknik koşullarla ne de ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların olgunlaşması veya çürümesiyle ilgilidir. Tüm alanlarda olgunlaşma ve çürüme fazlasıyla yaşanmaktadır. Daha da önemlisi, yeni doğuşlar için teknik temel ve ideolojik birikimler hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar elverişlilik arz etmektedir. Diğer bir deyişle, yeni tarihsel çıkış için objektif koşullar yeterli olduğu gibi, çürümeyle birlikte çıkış için önemli ipuçlarını da birlikte yaşamaktadır. Sorun, ideolojik kimliğin doğru ve yetkince belirlenememesinden kaynaklanmaktadır. Zihniyet ve ruhsal yapıdaki parçalanma, yenilgi, teslimiyet ve yozlaşmadan ileri gelmektedir.
Dolayısıyla çözümlenmesi gereken ilk iş, zihniyet ve ruhsal yapıda ideolojik kimliğin bütünlüklü, yenmesini bilen, direngen bir orijinal doğuşu gerçekleştirmektir. Daha da somutlaştırırsak, tarihsel ve toplumsal bütünlük içinde somut koşulların teorik çözümlemesini doğru yaparak program, strateji ve taktik hattını çizmesini gerektirmektedir. Bu anlamda “doğru teori olmadan doğru eylem olamaz” sözü geçerliliğini korumaktadır. Tarihin tüm önemli çağları güçlü ideolojik kimliklere dayanmaktadır. Neolitik toplumun ana tanrıça kültü, bu çağın temel ideolojik kimliğidir. Sümer mitolojisi, tüm sınıflı toplum çağlarının ideolojik kimliğinin ilkini ve temelini oluşturmaktadır. Bu mitoloji kutsal kitapların, edebiyatın, felsefenin gelişiminin de bitmez tükenmez bir kaynağı durumundadır. Yunan felsefesi ve tek tanrılı dinler, klasik ve orta çağların ideolojik kimliklerinin tümüne damgalarını vurmuşlardır. Rönesans, reform ve aydınlanma dönemleri kapitalist uygarlığın ideolojik kimliğini oluşturan temel aşamalardır. Sosyalist ideoloji, sınıfsız toplum uygarlığının ideolojik kimliği olmak istemiştir. Bütün bu ideolojik kimliklere baktığımızda, doğan ve gelişen toplum sistemlerinin ön kavgalarını yansıttıklarını görmekteyiz. Sistemlerin kaderi öncelikle ideolojik kimlik savaşında tayin edilmektedir. İdeolojik savaştan geçmemiş hiçbir toplumsal sisteme tanık olamamaktayız. İdeolojik kimlik bir çocuğun ana rahmine düşmesine benzemektedir. Sağlıklı bir doğuş ve büyüme öncelikle ana rahmindeki şekillenmeyle belirlenmektedir. Bu diyalektik gelişmeyi yaşamayan toplumlar ve uygarlıklar parçalı, yapay, ucube bir durum arz etmekten kurtulamazlar.
Ana rahmindeki doğuşun sakat olması halinde bunun hayat boyu etkisini sürdürmesi nasıl kaçınılmazsa, ideolojik kimliği eksik ve sakat olan toplumsal sistemler de yaşadıkları müddetçe bunun etkisini çekmekten kurtulamazlar. Bir toplumsal sistemin gücü, dayandığı ideolojik kimliklerle yakından bağlantılıdır. Günümüzde ideolojik kimliğin en önemli parçasını teorik çözümlemeler oluşturmaktadır. Eski toplumlarda teorinin yerini mitoloji, din ve çeşitli felsefi anlayışlar işgal ederdi. Doğa ve toplum ilişkilerinin bilimsel izahının gelişmesi, teoride de bilimsel temelde gelişmeye yol açmaktadır. Teori, değiştirilmek ve yaşanmak istenen toplum biçiminin genel değerlendirmesini ve olası akış yönünü kestirmeyi içerir. Ne kadar doğru kestirilirse, pratik gelişme de o denli sağlıklı ve başarılı olur. Uygarlığı başlatan Sümer toplumunda rahipler binlerce yıl süren tapınak çalışmalarında sistemin ideolojik kimlik işleriyle uğraşmışlardır. İlk doğuş tapınak içinde ve çevresinde gerçekleştirilmiştir. Mısır rahipleri bunu daha çarpıcı kılmışlardır. Grek felsefesinin doğuşuna yol açan ilk filozoflar ilk ciddi eğitimlerini bu tapınaklarda görmüşler; kendileri bu modellerden esinlenerek, akademi ve liseler olarak yeniden şekillendirmişlerdir. Ortaçağların kilise ve camileri bu geleneğin devamıdır. Yeniçağın doğuşunda bu gelenek okul ve üniversiteler biçiminde adlandırılarak ve içeriği gittikçe bilimsel gelişmelere kavuşturularak sürdürülmüştür. Bu geleneğin gücü olmadan, uygarlıksal gelişmelerden bahsedilemeyeceği açıktır.
Fakat günümüz çağdaş teorik yaklaşımlarının bu geleneksel kimlik akışını öncelikle doğru çözümlemesi gerekmektedir. “Din afyondur” demekle bu işin altından çıkılamaz. Bin yılları etkilemiş mitolojik ve dinsel kimliklerin toplum yaşamındaki gücünü ortaya koymadan, neyi temsil ettiklerini açıklamadan ve düşünce tarihi içindeki yerini belirtmeden yapılacak çözümlemeler önemli eksiklikler taşıyacaktır. Kapitalizmin oluşumunda bireysel gelişmeyi bireycilikle karıştırmak benzer bir yanlışlıktır. En az maddi ilişkiler kadar manevi ilişkilerin de çözümlenmesi gerekir. Zaten ikisi arasında kesin bir koşullanma vardır. Ekonomik çözümlemeye ağırlık veren marksizmin reel sosyalizme varışında ve çözülüşünde bu yaklaşımın payı küçümsenemez.
Teori sadece günceli değil, tarihsel ve toplumsal gelişmeyi ideolojik ve ekonomik boyutlarıyla, politik olguyla iç içe, hiçbirinin ağırlığını ihmal etmeden ve abartmadan olduğu gibi yansıttığında, ideolojik rolünü doğru oynadığından bahsedilebilir. Ortaya koyacağı aydınlanmanın ışığında gerçekleri görmek ve ileriye doğru yol almak kolaylaşır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER