SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (228.BÖLÜM)
İran devlet ve toplum yapısının demokratik İslam deneyimi, Ortadoğu ve tüm İslam ülkeleri açısından dikkatle değerlendirilmek durumundadır. İran toplumunda geleneksel demokratik çıkışlara sıkça rastlanmaktadır. Ortaçağ boydan boya bu tür çıkışlarla doludur. Aslında Sümer köleciliğinden beri baskı sistemlerine karşı her zaman halkın yanıtları olmuştur. Zerdüşt, Mani, Mazdek, Hürremi ve Babeki, Horasanlı Ebu Müslim, On iki İmam geleneği ve Şia’nın son İslam Devrimi hamlesi, bu çıkış zincirlerinin tarih boyunca gelişen ana halkalarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla demokratik İslami hamle anlam taşıyabilir. İslam genel olarak ve Hz. Muhammed’in ölümüyle birlikte mutlakıyet sürecinde ilerlemiştir.
Dört Halife dönemindeki sınırlı demokratik duyarlılık, Emevi Hanedanlığı’nın hakimiyetiyle yerini mutlak saltanata bırakmıştır. Sultanlar sözde Allah’tan başka kimseye hesap vermez duruma gelmişlerdir. Allah’a karşı sorumluluk, Sümer tanrıkral anlayışının yumuşatılmış biçimidir; gücünü bu gelenekten almaktadır. Çok güçlendirilmiş Allah kavramı nedeniyle, ortaçağ sultanları ilkçağ krallarından çok daha güçlü ve otoriterdirler. İlk çağın Allah kavramı zayıftır ve insandan o kadar uzak değildir. Neolitik dönemin ilahları ise, insanlarla dost ve iç içedir. Ortaçağda ise, doksan dokuz müthiş sıfatıyla ve sadece emreden karakteriyle Allah, aslında gelişmiş ve değişimin çok yoğunlaştığı, kural ve otoriteye daha çok ihtiyacı olan sınıflı feodal toplumu yansıtmakta ve temsil etmektedir. Sultanlık otoritesi ise, Allah’ın yeryüzü gölgesi olarak –Zıl-ul-allah– değerlendirilmektedir. Mutlakıyet Allah kavramının özüyle bağlantılıdır. Mutlakıyeti çözümlemek için Allah kavramını çözümlemek gerekir.
Dolayısıyla İslam’ın demokratikleşmesi, feodal egemen sınıfın dini olmaktan çıkarılıp halkın dini haline getirilmesiyle bağlantılıdır. Bu ise Allah kavramının bilimsel-sosyolojik çözümlenmesini; feodal sultanlık otoritesinin sığındığı manevi bir sembol olmaktan çıkarılmasını, halk tarafından anlaşılır manevi bir sembol ve felsefi anlayış halinde açıklanmasını gerektirir. Din ve Allah olgusunun tarihsel, toplumsal, felsefi ve siyasi olarak ne anlama geldiğini açımlamak, bir zihniyet devrimini gerektirir. Eğer din ve Allah’ı bilimsel-felsefi olarak açıklayamazsak, İslam’ın demokratikleştirilmesi aldatıcı bir slogan olmaktan öteye gitmez. İran aydınlarında ve demokratik İslamcılarda sınırlı da olsa bu yönlü bir tartışma vardır. Ama dinin Sümer’den beri mutlak tanrı düzeni biçiminde dogmatik yorumuna sahip ve iktidara hakim olan bir zihniyet, tüm dünya ve Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi İran’da da son derece etkilidir. Pozitivist laiklik anlayışının İran teolojisinden farkı, tanrı tanımazlıkla sınırlıdır; bu ise pozitivist din anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla mevcut pozitivist laiklik temelinde dinle mücadele özünde yanlıştır ve toplumun demokratikleşmesine fazla hizmet etmemektedir. İlahi kaynaklı devlet otoritesini, ancak doğru ilahiyat çözümlemesiyle ve bu otoritenin egemen ve sömürücü karakterini ortaya koymakla, diğer yandan kuruluşundan beri her toplum için gerekli olan manevi ve ahlaki otoritenin halk ve toplum için gerekli olan biçimlerini kurumlaştırmakla aşabilir ve demokratikleştirebiliriz. Dolayısıyla Türkiye’de güncelleşen İslam’ın demokratikleştirilmesi sorunu, kapsamlı bir ilahiyat-felsefe tartışmasını ve halk lehine bilimsel temeli olan yeni zihniyet biçimini ve ahlaki kurumlaşmasını gerektirmektedir. Bu çok derin bir konu olup ideolojik, siyasi ve ahlaki dönüşümü gerektirmektedir. Bu yapılmayınca, bir din demagojisi olmaktan öteye anlam ifade etmez. İran bu konuda varolan tartışmayı geliştirir, halkın dine karşı özgür ve bilinçli tercihini ve kendi ahlaki geleneğini oluşturmasına katkıda bulunursa, demokratik İslam adına yürütülen hamle gerçekten büyük bir değer taşıyabilir ve Ortadoğu Rönesansı’nda önemli bir rol oynayabilir.
Fakat geleneksel feodal İslam’ın buna geçit vermesi son derece güç görünmektedir. Ama yine de bu deneyimi dikkatle değerlendirmek ve demokratik çözümlerde bir model olarak göz önünde bulundurmak, ciddiye alınması gereken bir tutumdur. İran İslam yorumunun, Arap yorumundan daha ileri ve halkçı olduğu kesindir. Ama çağdaş demokrasiye ne kadar yanıt veya katkı oluşturabileceği ise tartışmalıdır.
Denemeye ve halk adına kazançlar sağlamaya kesin gereksinim vardır. Bu çerçevede tarihi temeli de bulunan kavimsel ve ulusal sorunların çözümü daha esnek ve kolay bir yol bulabilir. İran bu konuda katı dogmatik ve inkarcı değildir. Mevcut durumu bile demokratik çözüm yolunda önemli bir aşamayı teşkil etmektedir. Gerekli olan demokrasisinin daha çağdaş yorumuyla İran koşullarının bir sentezini yapmaktır. Kürt sorunu bu açıdan İran’da çağdaş yorum ve İran sentezine ulaşmada kilit rol oynayabilir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER